15 yıl önceki yazıların muhatapları bugün yine aynı şeyleri yapıyorlar

Güncelleme Tarihi:

15 yıl önceki yazıların muhatapları bugün yine aynı şeyleri yapıyorlar
Oluşturulma Tarihi: Eylül 28, 2002 01:47

Özdemir İnce'nin Doğan Kitap tarafından geçmiş yıllardaki yazılarından derlenen Mevsimsiz Yazılar kitabı, yazıların her birinin yayınlandığı dönemde olduğu gibi tartışma çıkaracak ve o polemikler yeniden başlayacak.

‘‘Mevsimsiz Yazılar’’da en fazla dikkat çeken, ‘‘Eski Defterler’’ bölümündeki tartışmalar.

- Onların arasında tartışma olarak kabul edebileceğim tek girişim, 'aziz meslektaşım' Hilmi Yavuz ile yaptığımız 'gelenek' tartışmasıdır. Ondan keyif aldım.

Diğerlerine ne diyeceğiz o zaman?

- Onlar tartışma sayılmaz. Çünkü benim söylediğim sözlere, aynı planda ve aynı kaygı ile cevap verilmiş değil. Bunlara, tek taraflı eleştiri demek daha doğru olur. Mesela, Enis Batur'la olan ve Melih Cevdet Anday'ın ‘‘Ölümsüzlük Ardındaki Gılgamış’’ kitabından kaynaklanan metinlerarası ilişkileri ele alan tartışma çok daha derin olabilirdi. Olmadı. Vedat Günyol ile Sabahattin Eyüboğlu'nun Jean Paul Sartre çevirisine yönelik tesbitlerim ise tartışma bile değildir. Çünkü ben o kadar haklıydım ki, yapılacak iş bana 'aferin' demekten ibaret olmalıydı. Tersine, olmadık laflar edildi.

Hilmi Yavuz'la yaptığınıza neden tartışma diyorsunuz?

-Çünkü Hilmi Yavuz bir görüşü temsil ediyordu ve benim eleştirilerime o görüş adına cevap veriyordu. Orada üzücü olan, gençlerin bu tartışmanın dışında durmasıydı. Neden derseniz, söylenilen laflar asıl onları ilgilendiriyordu. Ama gençler, ‘‘İki tane koca adam tartışıyor, bakalım kim kimi yiyecek’’ diye kenarda durmayı tercih etti.

Ama siz birbirinizi yemediniz...

- Elbette. Tam da tartışmanın ortasında Hilmi ile bir yerde içiyorduk. ‘‘Bu herifler birbirinin gözünü oyar gibi tartışıyorlar, bir yandan da oturmuş Nevizade'de rakı içiyorlar’’ diye çok şaşıran olmuştu.

Sizin bu tartışmada savunduğunuz görüşlerle, daha sonra gazetede yazdığınız yazılar arasında bir çelişki yok muydu? Gelenek fikrine itiraz ettiğiniz halde, gazete yazılarınızda milli değerlere daha fazla sahip çıkılması gerektiğini savunuyordunuz...

- Ben şair olarak da ulusal değerlere sahip çıkan bir adamım. Beni o tartışmada ‘‘gelenekten yararlanma’’ fikrine hayır dedirten, ‘‘geleneğin yeniden üretilmesi’’ meselesiydi. Yoksa benim bir Türk şairi olarak elbette diğer Türk şairlerinin arasında bir yerim vardır.

ULUSAL TARAFTAYIM

Ne demek bu?

-Tutup beni Fransızlar'ın arasına koyacak haliniz yok. Milli değerlere sahip çıkmak benim için varoluş tarzıdır. Ben orada Divan Şiiri'nin yeniden üretilemeyeceğini söyledim.

Peki şairin dilinden başka ulusal bir değeri olabilir mi ya da olmalı mı?

- Tabii ki. Duygusal olarak, zihinsel yapı olarak, doğaya, faunaya, floraya bakışı olarak ulusal bir tarafı vardır. Siz benim önüme birkaç çeviri şiir koyun, hangisinin İtalyan, hangisinin Slovak şiiri olduğunu söylerim. Büyük ihtimalle de yanılmam.

Bu açıdan Mehmet H. Doğan'la yaptığınız tartışmanın farkı neydi?

- Ona tartışma demiyorum. Çünkü karşı taraf, ‘‘Özdemir İnce kendini beğeniyor, megolamandır’’ dışında herhangi bir şey söylemedi ki. Halbuki ben nasıl antoloji yapılacağından, tekniğinden söz etmiştim. Antoloji düzenleyeninin subjektif değerlendirmelerini içine alır ama tamamen de subjektif değildir.

Siz bir antoloji yapmayı düşünür müsünüz?

- Hayır, ben formülünü yazdım. Yapan yapar.

Bir de, ‘‘Yaşayan en büyük şiir eleştirmeni’’ sözünü eleştirmiştiniz...

- Keşke onu yazıma koymasaydım. Bir yayınevi böyle bir patavatsızlık yapabilir. Ama bildiğim edebiyatlarda böyle bir reklam metnine hiç rastlamadım. Bunlar Türkiye'de oluyor sadece.

EDEBİYAT BABACIKLARI

Neye bağlıyorsunuz bunu?

- Görgüsüzlüğe bağlıyorum, bilgisizliğe değil, görgüsüzlüğe...

Galiba asıl görgüsüzlük Vedat Günyol'la Sabahattin Eyüboğlu'nun yaptığı çeviride ortaya çıkıyor. Siz orada Jean Paul Satre'ın katledildiğini söylüyorsunuz.

- Orada bir kuşağa yapılan büyük bir hakaret vardı. Kendimi hakarete uğramış gibi hissetmiştim. Çünkü çeviride asıl metin çarpıtılmıştı. İpe sapa gelmez bir şekilde çevirmişlerdi.

Bilinçli bir tavırdı bu yani...

- Edebiyat babacıkları gibi davranıyorlardı. ‘‘Ben bu halka bu kadarını veririm, yeter de artar bile’’ tarzında bir düşünce sergileniyordu. Bu nedenle, bir çeviri etiği tartışmasıydı o.

Çeviri etiği öteden beri gündemdedir Türkiye'de. Söz gelişi Enis Batur, ‘‘Montaigne Türkçe'ye çevrildi diyenin alnını karışlarım’’ demişti vaktiyle...

- Doğru ama birisi böyle bir şey söyledikten sonra kimse çıkıp da ‘‘Öyle mi değil mi’’ diye üzerine gitmiyor. Bu daha garip değil mi? Şunu kesinlikle söyleyebilirim: Bizim kuşak Satre'ı Türkçe okuyamadı. Sartre'ımsı bir şeyler okuyabildi sadece. Benim oradaki isyanım azdır bile.

Melih Cevdet Anday'ın ‘‘Ölümsüzlük Ardındaki Gılgamış’’ kitabı dolayısıyla yazdığınız yazılarda da benzer bir endişe var galiba...

- O tartışma Enis Batur yüzünden doğru dürüst gelişemedi. Enis Batur'un, okuduğu kitapları kendisinden başka kimsenin okumadığını sanmak gibi bir huyu var. Melih Cevdet'in yapmak istediği, edebi bir metne bir zenginlik getirme çabasıydı. Bunu yanlış kullandığınız zaman intihalle tanımlanırsınız. Bu tehlikeye işaret etmek istedim. Ama çok sevdiğim Mehmet Fuat yazımı Yazko'da yayımlamadı. Yayımlayacak dergi aradım. Enis Batur, ‘‘Ben yayımlarım’’ dedi. Tuzak kurulmuş meğerse. Benim metnimle birlikte kendi metni de dahil başka metinler yayımladı. Benim metnim kullanıldı yani.

‘‘Mevsimsiz Yazılar’’ gerçekten de mevsimsiz galiba...

- Bu kitabı okuyanlar Türk edebiyat tarihinin fosluklarını, cehaletini, hurafelerini göreceklerdir. Türk edebiyatında 15 yıl içinde hiçbir şey değişmemiş durumda. 15 yıl önce yazdığım yazıların muhatapları, bugün yine aynı şeyleri yapıyorlar.

Sebebi ne sizce?

- Belki kendi fikirlerinde ısrardır. Jaint-John Perse yazısı için oturup ağlamak lazım. Bir kelimeyi yanlış çevirdikleri için Nazi ve faşist yaptılar adamı. Buna yapan adam, yıllar sonra bir antoloji yapıyor, yine aynı dar kafalılığı ve körlüğü sergiliyor. Başka bir ülkede olsaydı, böyle bir şey yapan insanlar ıskartaya çıkartılırdı.

GELENEK ÜZERİNE

Hilmi Yavuz, öteden beri, genç şairlerin Türk şiir geleneğinden yararlanması gerektiğini söyler. Ona göre Yahya Kemal ve Behçet Necatigil gibi şairler bunu yapabildikleri için büyüktür, Özdemir İnce ise böyle bir reçete verilemeyeceği, özel olarak Türk şiir geleneğinden yararlanmak yerine, dünya şiirinin daha yol gösterici olacağı fikrindedir. Bu tartışma, henüz bir çözüme kavuşmadı.

METİNLER İLİŞKİSİ

Özdemir İnce, 'Ölümsüzlük Ardındaki Gılgamış'ı yazdığı zaman Melih Cevdet Anday'ı destanı alıp aynen kullandığı için eleştirdi. İnce'ye göre, bunda herhangi bir orijinalite yoktu. Cevap, Melih Cevdet yerine Enis Batur'dan geldi. Batur'a göre, bir metin böyle de yeniden yazılabilirdi. Melih Cevdet, Batı'da sıkça görülen bir şeyi yapmıştı. Oysa, Özdemir İnce, Batı'da yetkin örnekleri görülen metinlerarası ilişkiler yanında, Melih Cevdet'in destanının hayli başarısız kaldığını savunuyordu. Bu tartışma da sonuçsuz kaldı.

ANTOLOJİ SAVAŞLARI

Mehmet H. Doğan hazırladığı 'Yüzyılın Türk Şiiri' antolojisinde Özdemir İnce'nin çevirileri sayesinde yurtdışında birtakım yerlere geldiğini ve hatta Mallarme Akademisi'ne de bu yüzden kabul edildiğini ima ediyordu. Bu ima ve iddalara İnce'nin cevabı hayli sert olmuştu.

Bir sayfada 77 yanlış

Erdoğan Alkan'ı düşünün. Rimbaud çevirmiş. Bir sayfada 77 tane yanlış var. Koskoca Oktay Akbal, ‘‘Nihayet Rimbaud Türkçe'de’’ diye yazı yazdı. Cemal Süreya'nın da içinde bulunduğu jüri, bu kitaba Yazko Çeviri Ödülü'nü verdi. Halbuki, benim gösterdiğim yanlışlar karşısında, böyle bir çevirmenin çeviri hayatının sona ermesi lazımdı. Aynı adam arkasından Mallarme'yi, Baudlaire'yi katletti. Bu yetmezmiş gibi İlhan Berk, o saçma sapan düşüncelerini kanıtlamak için, bu berbat Mallarme çevirilerini örnek göstererek yazılar yazdı. Böyle bir Türkiye'de 65 yaşında olup altı kere tımarhaneye girmediysem, sinirlerim çok sağlam demektir.

Özdemir İnce

Mevsimsiz Yazılar, Türk edebiyatının yüz karasıdır ama benim yazdıklarım değil, itiraz ettiklerim diyor: ‘‘Bu yüzden gerçek ve sağlıklı bir edebiyat oluşmamıştır Türkiye'de. Birtakım kalpazanlar bu yüzden romancı diye ortaya çıkabilmektedirler. Ki ciddi bir ülkede 15 dakikada romancı olmadıkları kanıtlanır.’’
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!