Sefa KAPLAN
Oluşturulma Tarihi: Şubat 17, 2003 01:48
İstanbul'da önceki gün ölen emekli Org. Faik Türün, 12 Mart'ın sembol isimlerinden biriydi. Adı, ünlü işkence merkezi Ziverbey Köşkü’yle birlikte anılan Türün'ün tüm yaşamı askeri okullarda geçti. İşte Faik Türün'ün ilginç yaşam öyküsü.
‘‘Günlerden bir gün sabahın erken saatlerinde bir siyah araba Basınköy'deki alt kat dairesinin önünde durmuş ve beni alıp götürmüştü. Nereye götürüldüğümden kimsenin haberi yoktu. Suçum neydi, ne yapmıştım, hangi maddeyle suçlanıyordum, kimsenin bildiği yoktu. Org. Faik Türün İstanbul Sıkıyönetim Komutanı olmuştu ve kendince sol bellediği yazar, çizer, doçent, profesör, hani neredeyse tüm İstanbul entelektüellerini toplayıvermek derdine düşmüştü.’’
Çetin Altan, önceki gün 90 yaşında ölen emekli orgeneral Faik Türün'ü bu sözlerle hatırlıyordu. Aslında sadece Çetin Altan değil, İlhan Selçuk'tan Şiar Yalçın'a, Çetin Özek'ten Nihat Sargın'a, Azra Erhat'tan Sabahattin Eyüboğlu'na, Turhan Selçuk'tan Mümtaz Soysal'a Selimiye veya Ziverbey'e yolu düşenlerin hemen hepsi benzer sıfatlarla anacaklardı Faik Türün'ü.
Faik Türün, 17 Ekim 1913'te, yoksul bir ailenin çocuğu olarak Bursa'da dünyaya geldi. Ailesinin maddi durumunun elverişsizliği yüzünden Bursa içinde veya dışında normal bir okulda okumasına imkán yoktu. Hele İstanbul'un adı bile geçmemekteydi etrafta. Bu nedenle, çevredeki en yakın ve en masrafsız okula, o zamanki adıyla Bursa Işıklar Askeri Okulu'na yatılı olarak yerleştirilmesi şaşırtıcı değildi. Şaşırtıcı olan, okuma yazmayı bile askeri okulda öğrenen Türün'ün, ömrünün geri kalan yıllarında da sivil bir okulla hemen hiç temasının olmamasıydı.
Bu nedenle, ilkokuluna girip lisesinden mezun olduğu askeri okul belirleyecektir kişiliğini Faik Türün'ün. Liseden sonra devam ettiği Harbiye (1933) ve Harbiye'den sonra hiç ara vermeden kapısını çaldığı Harp Akademisi’nden (1942) mezun olan Türün, Türkiye ölçülerinde ‘‘iyi bir asker’’dir artık.
KORE KAHRAMANI
Genç bir kurmay olarak katıldığı Kore Savaşı ve burada geçirdiği iki yıl, Faik Türün'ü somut bir biçimde ‘‘öteki’’yle yüz yüze getirecektir. O yıllarda Türkiye için belirlenmiş düşman tektir zaten: ‘‘Komünizm ve komünistler.’’
Üstelik bu artık öyle slogan düzeyinde kalan bir şey de değildir. Komünistler, düşman olarak karşısındadır ve bu her anlamda bir ölüm-kalım mücadelesidir. ‘‘İyi asker’’ sıfatının yanına ‘‘komünist düşmanı’’nı da ekleyen Faik Türün, Amerikalılar tarafından ‘‘gümüş yıldız’’ nişanıyla ödüllendirilecektir.
Ancak, Kore'de edindiği deneyim, asıl 12 Mart döneminde işine yarayacaktır Faik Türün'ün. ‘‘Memleketin altını üstüne getirenler, devletin temeline dinamit koyanlar, masum beyinleri komünist ideolojiyle şartlandıranlar’’ Türün'ün lûgatinde ‘‘vatan haini’’nden başka bir şey değildir.
Faik Türün, Selimiye Kışlası'nda ve Ziverbey Köşkü'nde işte bu motiflerle hareket eder. Cumhuriyet gazetesi başyazarı İlhan Selçuk'un belirttiği gibi, ‘‘Birinci Ordu'nun bulunduğu İstanbul bölgesinde Faik Türün, kendi yetkilerini kullanarak özel operasyonlar yaptırabiliyordu. İnsanlar tutuklanmaya, gözaltına alınmaya, kovuşturulmaya başlandı, davalar birbirini izledi. 12 Mart Dönemi'nde Ziverbey'de bir işkence merkezi kuruldu.’’
‘HER ŞEY VATAN İÇİN’
Siyasi tarihe geçen bu ünlü köşkte işkence görenlerden birisi olan İlhan Selçuk, dönemin Tercüman gazetesinde Nazlı Ilıcak'la aralarında polemik konusu olan ifadelerinde de dile getirmişti bunu. Daha doğrusu, ifadesini işkencecilerin istediği gibi vermiş, ama araya, akrostiş yöntemiyle işkence ve baskı altında olduğunu bildiren mesajlar da sıkıştırabilmişti. Ve işin ilginç yanı, Selçuk'un akrostiş dolu ifadeleri, Tercüman gazetesinde Nazlı Ilıcak imzasıyla içindeki sır bilinmeden yayımlanmıştı. İlhan Selçuk, bu yayınlar bittikten sonra ifadelerdeki akrostişle işkence ve baskıyı kanıtlamıştı.
Faik Türün ise emekli olduktan sonra, işkence iddialarının ayyuka çıkması üzerine, o zamanlar Hürriyet'te çalışan Cüneyt Arcayürek'in sorularını cevaplandıracak (7 Şubat 1979) ve olup bitenlerin hiç değilse bir bölümünü itiraf etmek zorunda kalacaktır. Ancak, gerekçesi de, yetişme şartlarının bütün mantığını ortaya serecek kadar nettir: ‘‘Ne yaptıysak vatan için yaptık...’’
Bu iddia, kimileri tarafından bir ölçüye kadar mazur görülebilirdi belki ama arkasından da ‘‘demokrasi için mücadele ettiğini’’ söyleyebilme cesaretini bulacaktır kendisinde Faik Türün. Şu sözleri ise tarihi bir vesika olarak kalacaktır gazete arşivlerinde:
‘‘Dün ne olduysa ve yapıldıysa (işkence olarak), bugün de onlar olmuştur. Biz yeni bir metod tatbik etmedik.’’