Güncelleme Tarihi:
Özel yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekili Hüseyin Görüşen'in basınsözcüsü sıfatıyla verdiği bilgiye göre, Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi, iddianameüzerindeki incelemesini tamamlayarak, iddianamenin kabulüne karar verdi.
İddianamede, dönemin Genelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evrenile dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya sanıkolarak yer alıyor.
İddianamede, Evren ve Şahinkaya'nın, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun“Devlet Kuvvetleri Aleyhinde Cürümler”e ilişkin 146. maddesi ile 80. maddesi uyarınca “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına” çarptırılmaları isteniyor.
12 Eylül askeri darbesine ilişkin iddianamede, dönemin Genelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile Emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya'nın “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Tamamını veyaBir Kısmını Değiştirmeye veya Ortadan Kaldırmaya ve Anayasa İle Teşekkül EtmişOlan Türkiye Büyük Millet Meclisini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini YapmasınaEngel Olmaya Cebren Teşebbüs Etmek” suçunu işledikleri kaydediliyor.
Özel yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekili Hüseyin Görüşen, CumhuriyetSavcısı Kemal Çetin'in hazırladığı iddianamenin Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesincesaat 10.40 itibarıyla kabul edildiğini bildirdi.
Mahkemenin sanıklar hakkındaki adli kontrol talebini henüz kararabağlamadığını belirten Görüşen, duruşma gününün de tensiple birliktebelirleneceğini kaydetti.
İddianamede, 1 numaralı sanık 11 Ekim 1925 doğumlu Ali Tahsin Şahinkaya,2 numaralı sanık ise 1 Ocak 1918 doğumlu Ahmet Kenan Evren olarak yer aldı.
Sanıkların, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Tamamını veya Bir KısmınıDeğiştirmeye veya Ortadan Kaldırmaya ve Anayasa İle Teşekkül Etmiş Olan TürkiyeBüyük Millet Meclisini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasına Engel OlmayaCebren Teşebbüs Etmek” suçlarını işledikleri ifade edilen iddianamede, 2 Ocak1980 ile 12 Eylül 1980-6 Aralık 1983 arası suç tarihi olarak gösterildi.
Suç yerinin Ankara olduğu belirtilen iddianamede, sanıkların,ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmaları isteniyor.
DELİLLER
İddianamede, “deliller” ise şöyle sıralandı:
“İddianame, müşteki beyanları, Mehmet Demir adlı kişinin gönderdiği 1adet DVD, TBMM Kanunlar ve Kararlar Başkanlığının 29 Kasım 2011, BaşbakanlıkKanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün 27 Aralık 2011 tarihli yazıları veekleri, Kahramanmaraş Eski Belediye Başkanı Ahmet Uncu ve Çorum eski Valisi tanıkRafet Üçelli'nin ifade tutakları, Aksiyon Dergisinin 770. sayısı, 201552 sayılı1980 tarihli 'Bayrak Harekat Direktifi' başlıklı 21 sayfadan ibaret 'Çok Gizli'ibareli belge, Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca Kenan Evren hakkında CumhuriyetSavcısı Sacit Kayasu tarafından hazırlanan iddianame, sanıkların avukatlarıncaverilen savunma dilekçesi, TBMM Genel Sekreterliği Kanunlar ve Kararlar DairesiBaşkanlığı Kanunlar ve Kararlar Müdürlüğünün 10 Haziran 2011 tarihli 64982 sayılıekinde 5 Haziran 1977'de yapılan milletvekili genel seçimlerinde Millet Meclisi5. Dönem üyeliğine seçilen milletvekillerine ilişkin listenin bulunduğu yazı,Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünün temin etmiş olduğu 12Eylül 1980 Askeri darbesi ile ilgili gazeteci yazar Mehmet Ali Birand tarafındanhazırlanan 12 Eylül Belgeselinin bulunduğu 4 adet DVD, Şahinkaya'nın ifadetutanağı ve ifadeye ilişkin 2 adet mini DVD kaset ve 2 adet DVD, BaşbakanlıkPersonel ve Prensipler Genel Müdürlüğünün 1 Haziran 2011 tarihli ve 5897 sayılıekinde 13 Kasım 1979'da göreve başlayan Bakanlar Kurulu listesi ile kabinedekideğişikliklerin yer aldığı Resmi Gazete nüshalarının ilgili bölümleri, KenanEvren'in ifade tutanağı ve ifadenin kaydına ilişkin 1 adet DVD, 12 Eylül 1980tarihli 17103 mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 12 Eylül Askeridarbesiyle ilgili bildirilere ilişkin Resmi Gazete çıktısı (Ülke yönetimine elkonulduğuna ilişkin ilk bildiri olan 1 numaralı bildiri ile 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8,9 numaralı bildiriler ve Kenan Evren'in basına açıklamasına ilişkin belge), 16Ekim 1981 tarihli 17486 mükerrer sayılı, 28 Ekim 1980 tarihli 17145 sayılı, 12Aralık 1980 tarihli 17188 mükerrer sayılı, 5 Haziran 1981 tarihli 17361 sayılıResmi Gazetelerde yer alan 2533 sayılı, 2324 sayılı, 2325 sayılı, 2356 sayılıkanunlar, Milli Güvenlik Konseyinin 52 sayılı kararı, Türkiye İnsan Hakları Vakfıtarafından yayınlanan “İşkence Dosyası Gözaltında ya da Cezaevinde Ölenler”isimli kitap, sabıka ve nüfus kayıtları ve tüm dosya kapsamı.”
12 Eylül askeri darbesi ile ilgili, döneminGenelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile Emekli Orgeneral TahsinŞahinkaya hakkında hazırlanan iddianamede, “Güvenlik ve kamu düzeni, devletinbekası tabii ki önemli ve vazgeçilmez hususlardır. Yanlış olan, bunlar yönündenbir tehlike yokken bilerek ya da bilmeyerek sanal bir tehlike paranoyasıiçerisinde özgürlükleri kısıtlamak ve ortadan kaldırmaktır” denildi.
İddianamede, soruşturmanın, 12 Eylül 2010'da yapılan referandumlaAnayasanın geçici 15. maddesinin kaldırılmasının ardından, Ankara CumhuriyetBaşsavcılığına ve Türkiye'nin değişik yerlerindeki Cumhuriyet Başsavcılıklarınaverilen şikayet dilekçeleri üzerine başlatıldığı belirtildi.
Müştekilerin, 12 Eylül askeri darbesi ve bu dönemde maruz kaldıklarınıbelirtikleri işkence iddialarıyla ilgili suç duyurusunda bulunduğu ifade edileniddianamede, şüpheliler Ahmet Kenan Evren, Ali Tahsin Şahinkaya, Nejat Tümer,Sedat Celasun ve Nurettin Ersin hakkındaki Anayasayı ihlal (askeri darbe)suçundan yürütülen soruşturmanın tefrik edildiği, iddianamenin de tefrik edilensoruşturma sonucunda hazırlandığı ifade edildi.
Tartışılan bir takım eksiklikleri olmasına rağmen demokrasinin, en iyiyönetim biçimi olarak kabul edildiği belirtilen iddianamede, demokrasinin kısatarihi anlatılarak, “Demokrasi bugün itibariyle geldiği noktada bütün kıtalara,insanlığın var olduğu her yere göreceli olarak yayılmıştır. Demokratik olmayanbaskıcı rejimler birer birer yıkılarak demokrasi adına adımlar atılmaktadır. Budurum, çoğunlukla halkın baskıları ve ayaklanmaları sonucunda yönetimlerizorlamasıyla ortaya çıkmaktadır” denildi.
Demokrasinin ve çoğulcu demokrasinin tartışıldığı iddianamede, “çoğulcuve çoğunlukçu” demokrasi anlayışı açısından bir değerlendirme yapıldığında, 1924Anayasasının çoğunlukçu demokrasiyi, 1961 ve 1982 Anayasalarının ise çoğulcudemokrasi anlayışını hakim kılmak istediğinin anlaşıldığı kaydedildi.
ANAYASALAR
1924 Anayasasında kanunların Anayasaya aykırılığının denetimsizbırakıldığı, azınlık haklarının güvencesiz kaldığı savunulan iddianamede, 1961 ve1982 Anayasalarında kanunların anayasaya aykırılığının denetiminin, AnayasaMahkemesine verildiği, bu şekilde azınlığın haklarının güvence altına alındığıifade edildi.
İddianamede, 1924 Anayasası demokratik sistemi benimsemiş olmasına veAnayasadaki “Egemenlik kayıtsız Milletindir. Türk Milletini ancak Türkiye BüyükMillet Meclisi temsil eder ve Millet adına egemenlik hakkını yalnız O kullanır”şeklindeki düzenlemeye rağmen Türkiye'de çok partili seçimlerin ilk kez 1946yılında yapılabildiği anlatıldı.
1961 Anayasası ile getirilen sistemde, çoğulcu demokrasi rejimininbenimsenmiş olmasına rağmen, siyaset kurumu ve siyasetçiye güvensizlik ortayakoyan ve çoğunluk iktidarını bazı bürokratik mekanizmalarla denetlemeyi vesınırlamayı amaçlayan vesayetçi düzenlemelerin bulunduğu ileri sürüleniddianamede, bunlardan birisinin, 1960 askeri darbesini gerçekleştiren MilliBirlik Komitesinin 13 Aralık 1960'taki başkan ve üyelerinin (23 kişi) ömür boyu,Cumhuriyet Senatosunun doğal üyesi seçilmesi olduğu kaydedildi.
1961 Anayasasının, bir askeri müdahale ürünü oluşu nedeniyle askeri otoritenin, sivil otorite karşısındaki konumunu güçlendirecek düzenlemelergetirdiği savunulan iddianamede, bunlardan en önemlisinin, 1924 Anayasasındabulunmayan Milli Güvenlik Kurulunun, bir Anayasal organ olarak kurulması olduğusavunuldu.
1961 Anayasasında, askeri bürokrasinin, sivil otorite karşısındakidurumunu güçlendiren bir başka düzenlemesinin de 1924 Anayasası döneminde MilliSavunma Bakanlığına karşı sorumlu olan Genelkurmay Başkanının, Başbakana karşısorumlu kılınması olduğu ileri sürülen iddianamede, “Bu dönemde seçilen üçCumhurbaşkanının (Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk) siyaset dışı veasker kökenli oluşu tamamen bir tesadüf eseri olarak değerlendirilemez. Bunlar,askeri bürokrasinin siyaset üzerinde ne kadar etkili olduğunun birgöstergesidir” denildi.
“HALKA RAĞMEN HALK İÇİN DEMOKRASİ”
İddianamede, “Yakın tarihimizde sivil otorite karşısında konumunugüçlendiren askeri bürokrasi ve askeri bürokrasiyle koalisyon yapan elitler,yönetim konusunda halkın doğru karar veremeyeceğini, doğru kararı onlar adınaancak kendilerinin verebilecekleri iddiasıyla, demokrasi adına ilan edilenmeşrutiyetten günümüze kadar halkı yönetime ortak etmeme düşüncesini kararlılıkladevam ettirmişlerdir. Bu şekilde 'halka rağmen halk için demokrasi' düşüncesiegemen kılınmıştır” ifadesi kullanıldı.
1961 ve 1982 Anayasasında, egemenlik hakkının millete ve onun temsilcisiolan TBMM'ye tek başına verilmediği, seçimle işbaşına gelmemiş kişi ve kurumlaraegemenliğin paylaştırıldığı savunulan iddianamede, her iki Anayasa da daegemenliğin, Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliylekullanılacağı ibaresinin bulunduğuna dikkat çekildi.
Bu durumun, mevcut sistemde tam demokrasinin haleniçselleştirilemediğinin, gücünü milletten almayan, seçimle işbaşına gelmemişbürokrasinin bir şekilde ipleri elinde tutmak istediğinin göstergesi olduğu iddiaedilen iddianamede, şunlar kaydedildi:
“Bu kesimler şeklen demokrat görünmekle birlikte, işler kendilerininveya ideolojisine hizmet etmiş oldukları güç odaklarının istediği gibi gitmediğitakdirde demokratik yönetime müdahale yollarını aramaya başlarlar. Bunun içindesürekli sistemde kendilerine bu imkanı sağlayacak boşluklar bulunmasını arzuederler. İstedikleri ortama demokrasi dışı yollarla ulaşmak gerekiyorsa derhal ooluşum ve çalışmaların yanında yer alırlar.
Demokrasi tarihimize bakıldığında, devletin kutsal ve dokunulmaz kabuledildiği tarihi geleneğimiz içerisinde devlet toplumdan soyutlanarak, adeta sanalvarlık olarak görülüp güvenlik, kamu düzeni gibi gerekçeler ileri sürülüpözgürlüklerin ve hakların heba edildiği anlayışlar dayatılmaya devamedilegelmiştir. Güvenlik ve kamu düzeni, devletin bekası tabii ki önemli vevazgeçilmez hususlardır. Yanlış olan, bunlar yönünden bir tehlike yokken bilerekya da bilmeyerek sanal bir tehlike paranoyası içerisinde özgürlükleri kısıtlamakve ortadan kaldırmaktır.”
“BİREYLERİN ÖZGÜRLÜKLERİ FEDA EDİLMİŞTİR”
Demokratik bir devlet anlayışında olması gereken “Devlet toplumiçindir” özdeyişinin tersine çevrilerek “Toplum devlet içindir” anlayışınınhakim kılındığı savunulan iddianamede, “Bireylerin özgürlükleri, en temel vevazgeçilmez hakları sanal ve dokunulmaz bir devlet anlayışına feda edilmiştir.Oysa toplumunun ve bunu oluşturan bireylerin mutluluğunu sağlayamayan devlet nekadar güçlü olursa olsun, güvenliği ne kadar yüksek olursa olsun yıkılmaya,değişmeye mahkum devletlerdir” ifadesi kullanıldı.
İddianamede, Türkiye'de, son yıllarda Avrupa Birliği ile bütünleşmeçabaları yolunda, kişi özgürlüğü ve hakları ile ilgili atılan adımlar ve yapılanyasal düzenlemelerle sürecin, demokrasinin lehine değişmeye başladığıkaydedildi.
İdeal bir demokratik rejimde, kendi çıkarlarının ne olduğuna kararveremeyecek olan istisnai yetişkinler ile çocuklar dışındaki diğer yetişkinlerinyönetim konusunda, neyin iyi ve çıkarlarına uygun olduğuna kendilerinin kararvermesi gerektiği ifade edilen iddianamede, “Bir kişiye ya da zümreye süresiz vesınırsız yönetme yetkisi verilemez. Ya da bu sonucu doğuracak yasal düzenlemeleryapılmamalıdır” denildi.
12 Eylül askeri darbesine ilişkin olarakKenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında hazırlanan iddianamede, 1 Mayıs 1977'deTaksim'de yaşanan olay, 16 Mart katliamı, bazı kişilere gönderilen bombalıpaketler, Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum'daki olaylar, Fatsa operasyonu, Abdiİpekçi suikastı, MSP'nin 6 Eylül 1980'de Konya'da düzenlediği Kudüs mitingi gibiolayların, ülkeyi kaosa sürükleyerek, askeri darbeye zemin hazırlamak isteyengüçler tarafından çıkarıldığının anlaşıldığı savunuldu.
12 Eylül askeri darbesine ilişkin iddianamede, “12 Eylül 1980 AskeriDarbesi Öncesi Meydana Gelen Önemli Terör Olayları” başlığı altında, birçok olayirdelendi.
İddianamede, 1970'li yıllarda, toplumda güçlü ideolojik akımların yaygınolarak boy gösterdiği ifade edilerek, toplumda yasal olarak örgütlenen siviltoplum kuruluşlarının, ekonomik ve sosyal amaçlardan çok, siyasi ve ideolojikamaçlarını ön plana çıkardıkları, özellikle bireylere eşit hizmet sunması gerekendevlet memurları arasındaki siyasal ve ideolojik örgütlenmelerin, toplumunkamplara bölünmesine yol açtığı belirtildi.
Bu anlamda, öğretmenler ve polisler arasındaki örgütlenmelerin toplumdabüyük huzursuzluk oluşturduğuna dikkat çekilen iddianamede, şunlar kaydedildi:
“Sağcı polisler POL-BİR, solcu polisler POL-DER adı altında, sağcıöğretmenler ÜLKÜ-BİR, solcu öğretmenler TÖB-DER çatısı altında örgütlenmişti.Diğer meslek gruplarında da benzeri karşıt görüşlü örgütlenmeler oluşturulmuştu.Toplumdaki bu ideolojik bölünmelere ek olarak, ülkede yaşanan kronikleşmişekonomik krizin etkisiyle yoksulluk had safhaya ulaşmış, ülke borçlarınıödeyemediğinden iflasın eşiğine gelmişti. Ülkede kaos ve kargaşa oluşturarak,darbeye zemin oluşturmak isteyen güçler, bu ekonomik ve sosyal istikrarsızlığıkaçırılmaz bir fırsat olarak değerlendirerek tertipledikleri terör olaylarıylaülkeyi adım adım askeri darbeye sürüklemişlerdir.
12 Eylül askeri darbesi öncesi ülkede yaşanan terör olaylarında, halkıkışkırtmak ve karşı karşıya getirmek için çoğunlukla aynı argümanlarınkullanılması, olaylarda herkes tarafından görülen asıl faillerin olaylardan sonrabir türlü yakalanamaması, yakalanarak yargılananların ise birbirlerine karşıkışkırtılarak çatışmaya sürüklenen kişiler olması, olaylara ya hiç müdahaleetmeyen ya da geç müdahale eden güçlerin tutum ve davranışları, bazı olaylardabizzat güvenlik güçlerinin kullanılması hususları gözetildiğinde, olayların, ülkeyönetiminin askeri otoritenin eline geçmesini isteyen güçler tarafındançıkarıldığı, şüphelilerin denetiminde bulunan askeri yönetiminse, ülkenin kaosasürüklenerek darbe şartlarının oluşmasını bekledikleri sonucuna varılmaktadır.”
Türkiye'nin 12 Eylül'e götürüldüğü süreçte yaşanan, toplumu en çoketkileyen ve askeri darbede gerekçe olarak kullanılan terör olayları irdeleneniddianamede, bu olaylar ele alınırken, Ali Kuzu'nun “12 Eylül İhtilali veOnların Çocukları”, Mehmet Ali Birand, Hikmet Bila ve Rıdvan Akar'ın “12 EylülTürkiye'nin Miladı”, Muslih İpekliler'in “Anılarda 12 Eylül”, Türkiye İnsanHakları Vakfı'nın “İşkence Dosyası, Gözaltında ya da Cezaevinde Ölenler”, MuratBelge'nin “12 Yıl Sonra 12 Eylül”, Yaşar Okuyan'ın “12 Eylül'den Anılar,Mektuplar ve Belgeler, O Yıllar”, Ahmet Ulu'nun “Mamak'ta 30 Gün” adlıkitaplarından alıntılar yapıldı.
OLAYLAR
12 Eylül öncesinde, 34 kişinin ölümüyle sonuçlanan 1 Mayıs 1977 olayınayer verilen iddianamede, olayın oluş şekli, görgü tanıklarının anlatımları, ateşedenlerin birçok kişi tarafından görülmesine rağmen gerçek suçlularınhiçbirisinin yakalanamaması gözetildiğinde, olayın toplumu kaosa ve iç çatışmayasürüklemek, nihai hedef olarak ise askeri darbeye zemin hazırlamak amacıyladevlet içinde yönetimi ele geçirmek isteyenlerin yönlendirmesi ve kurgulamasıylaçıkarılmış bir provokasyon olduğu kaydedildi.
İddianamede, 6 Nisan 1978'de Ankara Emek Postanesi'nden evine gönderilenbombanın patlaması sonucu Adalet Partili Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğluile gelini ve torununun öldürüldüğü, Fendoğlu'nun solcularca öldürüldüğüdüşüncesiyle halkın ayaklanarak, Aleviler ile solculara karşı saldırılargerçekleştirildiği, aynı tarihte, aynı postaneden Adıyaman Emniyet Müdür MuaviniAbdülkadir Aksu'ya da bombalı paket gönderildiği, alıcıya ulaşmadığı gerekçesiyleiade edilen bombanın, uzman ekiplerce imha edildiği anlatılan iddianamede, 7Nisan 1978'de de Çankaya Postanesi'nden Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesininCHP'li İlçe Başkanı ve milletvekili adayı Memiş Özdal'a paket içerisinde bombayollandığı, Özdal'ın şüphelendiği paketi geri gönderdiği, bomba nedeniylepostanedeki bir memurun hayatını kaybettiği hatırlatıldı.
İddianamede, “3 adet bombanın, aynı ilden bir gün arayla farklı siyasigörüşteki kişilere gönderilmesinin, olayın toplumda kaos oluşturmak ve darbeyezemin hazırlamak isteyen gizli güçler tarafından tertiplendiğini gösterdiği”savunuldu.
16 MART KATLİAMI
16 Mart 1978'de İstanbul Üniversitesinden çıkan sol görüşlü öğrencilereaçılan ateş ve atılan bomba sonucu 7 öğrencinin öldüğü, 50'den fazla kişininyaralandığı hatırlatılan iddianamede, olaydan uzun süre sonra bombayı atan Zülküfİsot'un, katliamı ailesine itiraf ettiği, İsot'un, itiraftan kısa süre sonrakendisi gibi ülkücü olan Latif Aktı tarafından öldürüldüğü belirtildi.
İddianamede, bu olayla ilgili, “Olayda, suçlunun takibine amirleritarafından müdahale edildiğini belirten görevli polisin beyanları, yıllar sonraortaya çıkan ve yargılanıp ceza alan fail Zülküf İsot'un eylemi polisin kendisineyaptırdığını belirten beyanları, olayın oluşu, o tarihlerde POL-DER ve POL-BİRolarak bölünmüş olan polis içerisindeki görevlilerin de kullanılmasıyla toplumdakaos oluşturmak ve yönetimi ele geçirmek isteyen güçler tarafından çıkarıldığıanlaşılmaktadır” görüşüne yer verildi.
“KAHRAMANMARAŞ OLAYLARI 12 EYLÜL'ÜN NEDENLERİNDEN BİRİ”
İddianamede, 1978'te Sivas'ta Alevi ve Sünniler arasında meydana gelenolaylara yer verilerek, dönemin Devlet Bakanı Enver Akova'nın, “Sivas halkınınolaylara karışmadığı ve aşırı uçların silah aldıkları kaynakların aynı olduğu”yönünde beyanda bulunduğuna dikkat çekildi.
Bazı güvenlik güçlerinin, Sivas'a dışarıdan toplulukların getirildiğineilişkin ifadeleri vurgulanan iddianamede, Sivas'ın, Alevi ve Sünni vatandaşlarınbirlikte yaşaması nedeniyle provokatif eylemler için uygun olması, olaydaMalatya, Maraş ve Çorum olaylarındakine benzer şekilde Sünnileri Alevileraleyhine kışkırtmaya yönelik sloganların atılması gözetildiğinde, “olayın ülkeyikaosa sürükleyerek, askeri darbeye zemin hazırlamak isteyen güçler tarafındançıkarıldığının anlaşıldığı” kaydedildi.
Kahramanmaraş'ta 19-26 Aralık 1978 arasında meydana gelen olayların, 12Eylül sürecine giden yolda önemli dönüm noktalarından biri olduğu belirtileniddianamede, “Kahramanmaraş olayları, 12 Eylül 1980 askeri darbesininnedenlerinden biri olarak görülmektedir” ifadesi kullanıldı.
Olayların ardından 26 Aralık 1978'de 13 ilde sıkıyönetim ilan edildiğibildirilen iddianamede, “olayın, toplumda kaos oluşturmak ve askeri darbeyezemin hazırlamak isteyen güçler tarafından çıkarıldığı, etkin güvenlikkuvvetlerince de müdahale edilmediği kanaatine varıldığı” görüşü yer aldı.
İPEKÇİ SUİKASTI VE ÇORUM OLAYLARI
Milliyet gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi'nin, 1 Şubat 1979'da Mehmet AliAğca tarafından öldürüldüğü anımsatılan iddianamede, “Ağca'nın, kendisine eylemiyaptıranları açıklayacağına dair açıklamasından sonra Maltepe Askeri Cezaevi'ndenasker elbisesi giydirilerek kaçırılmasının, ülkenin kaos ve çatışmayasürüklenerek yönetilemez hale getirilmesini isteyen güçler tarafındanplanlandığını gösterdiği” kaydedildi.
Çorum'da 1980'de meydana gelen olaylarda bir kez daha Alevi ve Sünnilerinkarşı karşıya getirildiği ifade edilen iddianamede, olaylarıyla ilgili şudeğerlendirmede bulunuldu:
“Çorum olaylarında da yine Kahramanmaraş ve Malatya olaylarındaki gibi'Cami bombalandı' , 'Sular zehirlendi' gibi söylentilerle Alevi ve Sünni halkkitlelerinin karşı karşıya getirilmesi, olaya müdahale için gelen Amasya TugayKomutanı'nın olaylar yatışmadan birliklerini geri çekmesi, olayı bizzat yaşayanAdnan Baran'ın polis ve askerin olaylara müdahale etmediği, kendisiyle birliktefirari sanıkların kentte rahatça gezmelerine izin verildiği, bazı subayların sağve sol gruplara silah ve patlayıcı verdikleri, Alaaddin Camisi'ne bombaatıldığına ilişkin yalan haberin asılsız olduğunu camide anlatmaya çalışan KazımAras isimli şahsın gerçeğin ortaya çıkmasını istemeyen kişilerce sopadarbeleriyle etkisiz hale getirildiğine dair beyanları birliktedeğerlendirildiğinde, olayın ülkede kaos çıkararak yapılacak darbeye zeminhazırlamak isteyenler tarafından çıkarıldığı anlaşılmaktadır.”
FATSA OPERASYONU
Ordu'nun Fatsa ilçesinde, 14 Ekim'de 1979 ara seçimlerinde, “arkasındaDevrimci Yol Örgütü'nün desteği olan, Terzi Fikri adıyla üne kavuşan FikriSönmez'in” belediye başkanı seçildiği hatırlatılan iddianamede, Fatsa'da butarihten sonraki gelişmeler özetlendi.
Bu gelişmelerin ardından Fatsa'ya 8 Temmuz 1980'de Samsun'dan gelenaskeri birliklerle operasyon düzenlendiği belirtilen iddianamede, operasyonemrini dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in verdiği, direnişlekarşılaşmayan operasyonlar sonucunda Sönmez ile birlikte 300 kişinin gözaltınaalındığı anlatıldı.
İddianamede, şunlar kaydedildi:
“Devlet içerisinde küçük bir devlet gibi örgütlenen Ordu'nun Fatsailçesine, Genelkurmay Başkanı şüpheli Kenan Evren'in emriyle müdahale edilmişti.O tarihte sıkıyönetim ilan edilen iller arasında Ordu yoktu. Dolayısıyla TSK,sıkıyönetim kurulmamış bir bölgedeki olaylara müdahalede bulundu. Oysa şüpheliKenan Evren, Kahramanmaraş olaylarına asker olarak neden müdahale edilmediğisorulduğunda, sıkıyönetim ilan edilmediği için yetkilerinin olmadığınıbelirtmiştir. Esasen her gün onlarca insanımızın terör olaylarından öldüğü birortamda, başbakan, hükümet ve diğer siyasi parti liderlerine doğrudan,Cumhurbaşkanına ise doğrudan olmasa bile dolaylı olarak müdahaledebulunabileceğine ilişkin uyarı mektubu verebilecek kadar kendisini güçlü görenaskeri yönetimin, terör olaylarına müdahale ederek suçluları adli merciler önüneçıkarması, toplum ve siyasi iktidar tarafından ancak takdir edilebilirdi. Fatsaoperasyonu bu yönüyle dikkate değerdir.”
“DARBENİN İŞARETİ”
Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresinin 6 Nisan 1980'dedolmasının ardından Cumhurbaşkanı seçimine yönelik çalışmalara yer verileniddianamede, “dönemin TSK komuta kademesinin, yapmış olduğu darbe planınınakamete uğramaması için Cumhurbaşkanının seçilmesini istemediği, siyasiistikrarsızlığı darbe yapmak için bir fırsat olarak gördüğü, asıl amacın herhalükarda darbe yapmak olduğu” ileri sürüldü.
12 Eylül askeri darbesine giden süreçteki önemli olayların birinin,MSP'nin 6 Eylül 1980'de Konya'da düzenlediği Kudüs mitingi olduğu ifade edileniddianamede, darbenin bir diğer işaretininden de Genelkurmay Başkanı KenanEvren'in 30 Ağustos Zafer Bayramı nedeniyle verdiği mesajlar olduğu savunuldu.
Evren'in, TSK'ya verdiği mesajda, “Aziz arkadaşlarım. Sizler de buolayları görüp duydukça eminim ki en az benim kadar üzüntü duymaktasınız. Ancakşuna inanız ki bu satılmış zavallılar bir avuç azınlıktır” , “Siz onlarınhepsini bir anda yok edecek güçtesiniz. Asıl, sessizliğimizi ve sabrınızıgüçlerinin kanıtıymış gibi göstermek isteyenler, nasıl yanıldıklarını bir zamangelecek acı şekilde göreceklerdir” gibi ifadeler kullandığına dikkat çekileniddianamede, bu olay şöyle değerlendirildi:
“Bu olayda, İstiklal Marşı sırasında ayağa kalkmayan kişilerin, mitingidüzenleyen MSP'nin Genel Başkanı olan Erbakan'ın komutuyla söylettiği İstiklalMarşı sırasında ayağa kalkmamaları, olaydan sonra hem Erbakan hem de BelediyeBaşkanı Mehmet Keçeciler tarafından yapılan şikayetlerden bir sonuç alınmaması vebu kişilerin irtica görüntüleri veren abartılı kıyafetleri dikkate alındığındaMSP'li olmadığı, benzer provokatif eylemler için hazırlanmış, yapılacak darbedegerekçe kullanılacak kişiler olduğu sonucuna varılmaktadır.”
Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinin, 12 Eylülaskeri darbesine ilişkin dönemin Genelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı KenanEvren ile emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya hakkında hazırladığı iddianamede,darbeyle TBMM'ye, Cumhuriyet Senatosuna ve cumhurbaşkanına ait yetkilere cebrenel konulduğu ifade edildi.
İddianamede, 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde, Bülent Ecevit ve SüleymanDemirel'in hükümet kurduğu dönemlere de yer verilerek, o günlerin Türkiye'sinin,ekonomik çöküntü içerisinde olduğu, terör olaylarının günden güne tırmandığıkaydedildi.
Askeri müdahale fikrinin 1979 Temmuz ayında ordunun üst kademelerincekonuşulmaya başlandığı, Kenan Evren'in kuvvet komutanlarıyla görüşmeler yaptığıanlatılan iddianamede, Evren'in yaptığı görüşmelerde Genelkurmay 2. BaşkanıOrgeneral Haydar Saltık'tan bir çalışma grubu kurmasını istediği ifade edildi.
İddianamede, 21 Aralık 1979'da, Kenan Evren'in kuvvet komutanları, HarpAkademileri komutanı, ordu ve kolordu komutanlarının katılımlarıyla toplantılaryaptığı, 26 Aralık 1979'da hükümetteki parti liderleriyle, diğer siyasi partiliderlerine “uyarı mektubu” verilmesinin kararlaştırıldığı ifade edildi.
Kenan Evren'in, 27 Aralık 1979'da, Kara Kuvvetleri Komutanı OrgeneralNurettin Ersin'in, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu'nun, HavaKuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya'nın ve Jandarma Genel KomutanıOrgeneral Sedat Celasun'un imzalarını taşıyan, Türk Silahlı Kuvvetleriningörüşünü içeren bir “uyarı mektubunu”, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e verdiğibelirtilen iddianamede, Korutürk'ün de 2 Ocak 1980'de Başbakan ve Adalet Partisi(AP) Genel Başkanı Süleyman Demirel ile CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'i,Çankaya Köşküne davet ederek, bu mektubun örneğini iki lidere verdiğikaydedildi.
Cumhurbaşkanı Korutürk'e verilen “Türk Silahlı Kuvvetlerinin Görüşü”başlıklı uyarı mektubunun da yer aldığı iddianamede, “Türk Silahlı Kuvvetleri veonun komuta kademesinin, içerisinde bağlı oldukları başbakanın da bulunduğusiyasi parti liderlerine göndermiş olduğu mektupta, 'Türk Silahlı Kuvvetleri;...uzlaşmaz tutumlarını sürdüren siyasi partileri uyarmaya karar vermiştir'ifadesini kullanması, cumhuriyet tarihimiz boyunca askeri darbe gerekçesi olarakkullanılan İç Hizmet Kanunu'nu da hatırlatarak uyarması demokratik rejimaçısından tehdittir” denildi.
Darbeye hazırlık süreci
Askeri darbe planı hazırlıklarını tamamlayan Orgeneral Saltık'ın 4Haziran 1980'de Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'e sunduğu “Bayrak Harekatı” adıverilen planın Evren tarafından incelendiği anlatılan iddianamede, 1 Temmuz1980'de komuta kademesince yapılan toplantıda darbe günü olarak 11 veya 12Temmuz'un belirlendiği, ancak darbenin bu tarihte gerçekleştirilemediği ifadeedildi.
Askeri şuranın Ağustos 1980'de yapıldığı, burada askeri darbenin komutakademesinin belirlendiği anlatılan iddianamede, komuta kademesince 26 Ağustos1980'de gerçekleştirilen toplantıda harekatla ilgili son kontrollerin yapıldığı,ikinci kez harekat zamanı olarak 12 Eylül'ün belirlendiği kaydedildi.
Askeri Harekatın tarih ve saatinin, planda “G” günü, “S” saati olarakkodlandığına yer verilen iddianamede, 5 Eylül 1980'de Genelkurmay Başkanlığındançıkan kuryelerin, harekatın “12 Eylül-saat 04.00”te yapılacağını belirten emrinbulunduğu zarflarla Türkiye'nin dört bir yanına hareket ettiği belirtildi.
12 Eylül Askeri Darbesi ve Sonrası
İddianamede, 12 Eylül 1980'de saat 03.59'da TRT'de, Genelkurmay ve MilliGüvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren imzasıyla yayınlanan MilliGüvenlik Konseyi'nin bir numaralı bildirisine yer verilerek, bildiride, TürkSilahlı Kuvvetleri'nin emir-komuta zinciri içerisinde ülke yönetimine el koyduğu,parlamento ve hükümeti feshederek sıkı yönetim ilan ettiği, yurt dışına çıkışlarıyasakladığının yer aldığı kaydedildi.
İddianamede, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yayımladığı “4 numaralı”bildiride, Milli Güvenlik Konseyinin, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren,Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri KomutanıOrgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer,Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluştuğu ve Milli GüvenlikKonseyi sekreterliğine Orgeneral Haydar Saltık'ın atandığının belirtildiğiaktarıldı.
İddianamede, 2324 Sayılı Anayasa Düzeni Hakkında Kanunun 2. maddesindeyapılan
“Anayasada Türkiye Büyük Millet Meclisine, Millet Meclisine veCumhuriyet Senatosuna ait olduğu belirtilmiş bulunan görev ve yetkiler 12 Eylül1980 tarihinden itibaren geçici olarak Milli Güvenlik Konseyince veCumhurbaşkanına ait olduğu belirtilmiş bulunan görev ve yetkiler de MilliGüvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanınca yerine getirilir ve kullanılır”düzenlemesiyle, TBMM'ye, Cumhuriyet Senatosuna ve cumhurbaşkanına ait yetkilerecebren el konulduğu savunuldu.
12 Eylül askeri yönetimince ülkenin tamamının denetim ve kontrol altınaalındığı, siyasi partilerin faaliyetlerinin yasaklandığı, 16 Ekim 1981 tarihindeçıkarılan 2533 sayılı Kanunla başta Atatürk'ün kurduğu CHP olmak üzere bütünpartilerin kapatılarak siyasi partiler ve yan kuruluşlarının bütün mallarınınhazineye devredildiği anlatılan iddianamede, 11 Eylül 1980'de parlamento üyesibulunan siyasi parti mensupları ile her kademedeki siyasi parti yönetici vemensuplarının, sözlü veya yazılı beyanda bulunmalarının, makale yazmalarının,toplantı yapmalarının, sıkıyönetim komutanlıklarının koyduğu yasakları ve aldığıkararları herhangi bir şekilde tartışılmasının yasaklandığı belirtildi.
“30 BİN MEMURUN GÖREVİNE SON”
Askeri darbeden sonra Türkiye'nin 13 sıkıyönetim bölgesine ayrıldığınayer verilen iddianamede, basına uygulanan sansüre ilişkin, dönemingazetecilerinden Nadir Nadi'nin ifadelerine ve 14 Eylül 1980'de TRT'ye gönderilenemirlere yer verildi.
Toplum üzerinde kurulan baskı ve yayın yasaklarıyla düşünce hürriyetinintamamen ortadan kaldırıldığı ifade edilen iddianamede, şu bilgilere yer verildi:
“Bu dönemde 1402 sayılı sıkıyönetim kanuna dayanılarak hiçbir yargıkararı olmadan 30 bin memurun görevine son verildi. 7233 memur bölgelerinindışına gönderildi. 300 bin kişiye sakıncalı oldukları gerekçesiyle pasaportverilmedi. Pasaport verilmeyenler içerisinde Türk Halk Müziği sanatçısı Ruhi Suda vardı. Kanser hastalığına yakalanan Ruhi Su pasaport verilmediği için tedaviolamadı ve yaşamını yitirdi. 12 Eylül yönetimi tarafından yurt dışına kaçan 14bin kişi vatan haini oldukları gerekçesiyle vatandaşlıktan çıkarıldı.”
12 Eylül askeri darbesine ilişkin olarakhazırlanan iddianamede, 12 Eylül Döneminin 2. Ordu Komutanı Bedrettin Demirel'in1987'de verdiği bir mülakattaki, “12 Eylül'ün geç yapıldığına inanıyorum.Arkadaşlarımın çoğu 'Tam olgunlaşsın, millet tarafından tasvip edilsin' dediler.Bana kalsaydı en az bir yıl önceden yapardım” sözleri aktarılarak, “Busözlerden, şüphelilerin darbe yapmaya yaklaşık bir yıl önceden karar verdikleri,yapılacak askeri darbenin halkın gözünde meşru görülebilmesi için terör ve anarşiolaylarının üzerine bilerek gitmedikleri, şüphelilerin darbe yapmak için bir yılşartların olgunlaşmasını bekledikleri, darbe için fırsat kolladıklarıanlaşılmaktadır” denildi.
İddianamede, “askeri darbe yönetimince gözaltında ve cezaevlerindeuygulanan işkencelere ilişkin olarak işkence mağdurlarının beyanlarına” yerverildi.
Buna dair başlık altında, bazı kişilerin, konuyla ilgili olarakbasın-yayın organlarına verdiği demeçlerden alıntılar yapıldı, bazı kişilerin isesoruşturma sürecinde savcılığa müşteki olarak verdiği ifadeler aktarıldı.
Bu kişiler arasında, eski BBP Genel Başkanı merhum Muhsin Yazıcıoğlu ileNimet Tanrıkulu, Namık Kemal Zeybek, İbrahim Ünal, Yaşar Yıldırım, CelalettinCan, 12 Eylül döneminde idam edilen Erdal Eren'in amcasının oğlu Gökhan Eren,Yaşar Okuyan, Emek Partisi Genel Yönetim Kurulu Üyesi Mustafa Yalçıner, eski ÜlküOcakları Genel Başkan Yardımcısı Mahir Kadir Damatlar, Oğuzhan Müftüoğlu, YılmaDurak, İbrahim Ünal, Selim Dindar, Orhan Miroğlu, Abdurrahman Yücel, MustafaKahya, Yılmaz Kızılırmak, Yener Turan, Reşat Keskin, Metin Terzi, Cumhur Yavuz veOsman Başer yer aldı.
12 Eylül Döneminin 2. Ordu Komutanı Bedrettin Demirel'in, 5 Temmuz1987'de Milliyet Gazetesinden Yener Süsoy'a verdiği mülakattaki, “12 Eylül'üngeç yapıldığına inanıyorum. Arkadaşlarımın çoğu 'Tam olgunlaşsın, millettarafından tasvip edilsin' dediler. Bana kalsaydı en az bir yıl önceden yapardım.Bir yıl çok kan aktı” sözlerine dikkat çekilerek, “Bu sözlerden, şüphelilerindarbe yapmaya yaklaşık bir yıl önceden karar verdikleri, yapılacak askeridarbenin halkın gözünde meşru görülebilmesi için terör ve anarşi olaylarınınüzerine bilerek gitmedikleri, şüphelilerin darbe yapmak için bir yıl şartlarınolgunlaşmasını bekledikleri, darbe için fırsat kolladıkları anlaşılmaktadır”denildi.
SANIK EVREN'İN SÖZLERİ
İddianamede, “12 Eylül askeri darbesinin baş sorumlusu şüpheli KenanEvren”in 1 Mart 2006'da Kanal D'deki Genç Bakış programındaki şu sözlerine debir kitaptan alıntılanarak, yer verildi:
“Yahu sorsanıza... İşkenceyi sorsanıza. Asıl bunları sormanız lazım.Evet itiraf ediyorum. Hapishanelerde işkencelere engel olamadık. Birçok insan buyüzden sakat kaldı, öldü. O kadar rica ettik. Yapmayın filan diye. Ama bizidinlemediler. O gardiyanlar yok mu; ah o gardiyanlar... Onlar yapıyorlardı. Çünkü12 Eylül'den önce seslerini çıkaramıyorlardı. Mahkumlar hep onları dövüyorlardı.12 Eylül olunca başlarına teğmenler falan diktik. Fırsat ellerine geçincegardiyanlar da ne yapsınlar? İşkence yaptılar. Fena muamelede bulundular. Çokrica ettik, yapmayın falan dediysek de maalesef dinletemedik, bu müessif olaylaroldu.”
12 Eylül askeri darbe dönemindeki gözaltı merkezleri ve cezaevlerindeuygulanan işkence yöntemlerinin tek tek sıralandığı iddianamede, darbeylebirlikte gözaltı işlemlerinde delil elde etme yöntemi olarak ifade, istenilenifadeyi vermeyenler için ise işkencenin tek yöntem olarak benimsendiğibelirtildi.
Gözaltına alınan ya da yakalanan kişiler sağ görüşlüyseler sol görüşlüpolis ve askerlerden oluşturulan işkence ekipleri, sol görüşlüyseler sağ görüşlüpolis ve askerden oluşturulan işkenceci ekipler tarafından sorgulara tabitutuldukları aktarılan iddianamede, gözaltında ve cezaevinde keyfi ve sistematikişkencenin olduğu, cezaevlerinde “eğitim” adı altında bir kısım hareketler vemarşların mahkumlara psikolojik baskı ve işkence yöntemi olarak kullanıldığıanlatıldı.
SİSTEMATİK İŞKENCENİN MERKEZLERİ
Diyarbakır Askeri Cezaevi ile Mamak Askeri Cezaevinin, sistematikişkencenin merkezi haline getirildiği belirtilen iddianamede, Ankara EmniyetMüdürlüğündeki DAL'ın (Derin Araştırma Laboratuvarı), Adıyaman'da Pirin PalasHapishanesinin ve İstanbul Gayrettepe'nin öne çıkan işkence merkezlerinden olduğuvurgulandı. İddianamede, “Sayılan bu yerler öne çıkmakla birlikte, ülkede tümgözaltı ve cezaevlerinin o dönemde bu şekilde kullanıldığı ortaya çıkmaktadır”denildi.
Diyarbakır Cezaevinde İç Güvenlik Komutanı Esat Oktay Yıldıran, MamakAskeri Cezaevinde ise İç Güvenlik Komutanı Raci Tetik'in bulunduğu ve işkenceemirlerini verdikleri ifade edilen iddianamede, Ankara Emniyeti'nde ise polisamirleri Zeki Kaman ve Dürüst Oktay'ın işkence uygulamalarında öne çıktığıbildirildi.
191 KİŞİ ÖLDÜ
İddianamede, “12 Eylül askeri darbesinin ardından cezaevleri ve gözaltımerkezlerinde insanlık dışı uygulamaların sonucunda ölümler meydana geldi. 12Eylül 1980 askeri darbesi ile yönetimin şeklen de olsa sivillere devredildiği1983'e kadar gözaltı ve cezaevinde ölenlerin toplam sayısı 191 kişiydi. Bunlardan5'i cezaevinde açlık grevinde, 1 tanesi de işkence sonucunda hastalanıp ölmüştü.Sadece 12 Eylül 1980 tarihiyle 31 Aralık 1980 tarihi arasında cezaevindeölenlerin sayısı 43 kişiydi” ifadeleri yer aldı.
12 Eylül askeri darbesi nedeniyle açılandavanın iddianamesinde, sanıklar Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'nın, soruşturmaaşamasındaki ifadelerinde, eylemlerini, “Türk Silahlı Kuvvetleri İç HizmetKanunu'nun 35. maddesine dayanarak gerçekleştirdiklerini” ifade ettikleribelirtilerek, “35. madde, hiç kimseye demokratik düzeni ortadan kaldırarak,diktatörlük kurmaya yol açacak bir askeri darbe yapma yetkisi vermemektedir”denildi.
İddianamede, 12 Eylül 1980 öncesi terör olaylarına bakıldığında,olayların toplumu kaosa, iç çatışmaya sürükleyerek ülkeyi yönetilemez halegetirip, askeri darbeye zemin hazırlamak ve yönetimi ele geçirmek isteyen devletiçindeki derin yapıların yönlendirmesi ve kurgulamasıyla çıkarılmış terörolayları olduğu, devlet içindeki etkili güçlerin, olaylarda güvenlik güçlerininetkin olarak görev yapmasını engellediği, güvenlik güçlerinin bazı olaylardakullanıldığı, bu kadar organize ve geniş çaplı olayların devlet içindeörgütlenmiş illegal güçlerin planlaması ve iştiraki olmadan yapılamayacağı ifadeedildi.
Sanıkların darbe yapmaya yaklaşık bir yıl önceden karar verdikleri, herhalükarda ülke yönetimini cebren ele geçirmek niyetinde oldukları, yapılacakaskeri darbenin halkın gözünde meşru görülebilmesi için terör olaylarının üzerinebilerek gitmedikleri, müdahale etmedikleri veya tertiplenen olay amacınaulaştıktan sonra müdahale ettikleri, darbe için bir yıl şartların olgunlaşmasınıbeklediklerinin anlaşıldığı kaydedilen iddianamede, “12 Eylül askeri yönetiminin, gözaltına alınan sağ ve sol görüşlü kişileri aşırı fraksiyonlarınetkisinde kalmış, dolayısıyla topluma zararlı, yola getirilmesi gereken kişilerolarak gördüğü” bildirildi.
İddianamede, şu ifadeler kullanıldı:
“Bu nedenle gözaltı ve cezaevlerinde uygulanan yöntemlerle kişilikleriniezip ortadan kaldırarak toplumu tektipleştirmek istemiştir. Bu amaçlacezaevlerinde 'karıştır-barıştır' denilen yöntemle sağ ve sol görüşlü kişileriaynı koğuş ve hücrelere koyup zorla yaptırmış oldukları bir kısım hareketler, birkısım marşların ve konuların zorla öğretilmesi ve ezberlettirilerek yüksek seslesöylettirilmesi suretiyle düşünce ve farklılıkları ortadan kaldırmayaçalışmışlar, bu yöntemleri de bir işkence yöntemi olarak uygulamışlardır.”
EVREN'İN İFADESİ
İddianamede, Kenan Evren'in soruşturma aşamasındaki ifadesine de yerverildi.
İddianameye göre Evren, ifadesinde, 12 Eylül 1980 öncesinde ülkeniniçinde bulunduğu sosyal ve siyasi durumu özetleyerek, anayasal kurumlarıngörevini yapamaz hale geldiğini, ülkenin felç olduğunu, bu nedenle yönetime elkoymak durumunda kaldıklarını anlattı.
“Ülke yönetimine el koymayı istemediklerini, bu nedenle uzun sürebeklediklerini” söyleyen Evren, “o zaman ülkenin içinde bulunduğu durumugözeterek, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmetler Kanunu'nun 35. maddesinin ülkeyönetimine el koyma yetkisi verdiğini kendisini ve diğer komutanlar olarakdeğerlendirdiklerini, bu yetkinin şartlar itibariyle sahip oldukları kanaatinevardıklarını” bildirdi.
Ülke yönetimine el koyduktan sonra TBMM ve hükümetin feshedildiğini,kesinti olmaması için bu yetkileri kullanacak kurumlara ihtiyaç olduğunu, bunedenle TBMM, Senato, cumhurbaşkanına ait yetkileri, oluşturulan Milli GüvenlikKonseyine geçici olarak verdiklerini ifade eden Evren, ardından oluşturduklarıDanışma Meclisine görevleri devrettiklerini ve parlamenter sistemi esasaldıklarını savundu.
“TSK'nın, insanların ölümünü bekleyip, sonuçta bunu fırsat olarakdeğerlendirip yönetime el koymasının düşünülemeyeceğini, bunu vicdanlarının kabuletmeyeceğini, bunu kesinlikle kabul etmediğini” dile getiren Evren, “pişmanolmadığını” bildirdi.
“12 Eylül sonrası, Ege sorunu konusunda Yunanistan'dan herhangi biryazılı güvence almadan, NATO Başkomutanı Rogers'ın vermiş olduğu sözlü güvenceyedayalı olarak Yunanistan'ın NATO'ya girmesine izin vermesinin hata olduğunu”kaydeden Evren, 1982 Anayasası taslağında cumhurbaşkanının 2 kez seçilebileceğikonusunda hüküm bulunduğunu, ancak kendisinin “Cumhurbaşkanı 2. kez seçilecekolursa, tekrar seçilebilmek için iktidardaki partiye destek vermeye başlar”diyerek, bu hükmü anayasaya koydurtmadığını dile getirdi.
ŞAHİNKAYA'NIN BEYANI
Tahsin Şahinkaya ise soruşturma sırasında alınan ifadesinde, özetle,“darbe yapmadıklarını, kanlı olayların önüne geçtiklerini” öne sürerek, “darbeyapan insanın 2-3 yıl sonra hükümeti bırakmayacağını” söyledi.
Şahinkaya, 35. maddede verilen, devleti koruma ve kollama yetkisinedayanarak yönetime el koyduklarını savunarak, “memleketin o dönemde sahibininolmadığını, bu çerçevede ne gerekiyorsa onu yaptıklarını” kaydetti. Şahinkaya,“12 Eylül askeri darbesinin ABD'nin bilgisi ve desteğiyle yapılmış olduğuiddiasına kesinlikle katılmadığını” da ifade etti.
“35. MADDE ASKERİ DARBE YETKİSİ VERMEMEKTEDİR”
Sanıklar ve avukatlarının, savunmalarında, askeri darbenin 35.maddesindeki yetkiye dayanarak yapıldığını belirttikleri anımsatılan iddianamede,şu değerlendirmelere yer verildi:
“Anayasa ile kurulmuş bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'nde yasaldüzenlemeler arasında bir hiyerarşi olduğu, bunlardan en yukarıda anayasanın yeraldığı, kanunların ise anayasanın hiyerarşik olarak altında yer aldığı,dolayısıyla kanunların anayasaya aykırı olamayacakları temel hukukikurallardandır. Bu nedenle, kanunlar anayasaya aykırı olamayacakları gibi kanunlaverilen bir yetkinin anayasayı ortadan kaldırmak amacıyla kullanılması da mümkündeğildir. Dolayısıyla söz konusu hüküm, anayasal düzeni, anayasa ile kurulmuşdevlet düzeninin temel kurumlarından olan TBMM ile hükümeti ve tüm hak veözgürlükleri ortadan kaldırmak amacıyla kullanılamaz.”
Kaldı ki darbeyi yapanların, darbe ve sonrası eylemlerinden dolayıyargılanacaklarını ve eylemlerinin suç olduğunu bildiklerinden 1982 Anayasasınıngeçici 15. maddesinindeki düzenlemeyi oluşturma ihtiyacı hissettikleri ifadeedilen iddianamede, “Sonuç olarak, İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi hiç kimseyedemokratik düzeni ortadan kaldırarak, diktatörlük kurmaya yol açacak bir askeridarbe yapma yetkisi vermemektedir” denildi.
“ZAMAN AŞIMI” DEĞERLENDİRMESİ
İddianamede, “zaman aşımı” yönünden değerlendirmelere de yer verildi.
1982 Anayasasının geçici 15. maddesindeki düzenlemenin, sanıklar hakkındabir soruşturma ve yargılama engeli ortaya koyduğu belirtilen iddianamede, ancakgerek anayasada gerekse Türk Ceza Kanunlarında, soruşturma ve yargılama engelininbulunduğu hallerde zaman aşımının işlemeyeceği kuralının öngörüldüğü ifadeedildi.
İddianamede şunlar kaydedildi:
“Anayasanın 12 Eylül 2010 tarihinde referandumla kaldırılan geçici 15.maddesi de burada olduğu gibi bir soruşturma ve kovuşturma engelidir. Dolayısıylaşüphelilere atılı bulunan eylemlerde zaman aşımı, eylemlerin gerçekleştiği 2 Ocak1980 ve 12 Eylül 1980 tarihlerinde işlemeye başlamış, ancak 1982 Anayasasınıngeçici 15. maddesinin yürürlüğe girdiği 9 Kasım 1982 tarihinde durmuştur. Sözkonusu suçlarda zaman aşımı süresi 20 yıl olup, 9 Kasım 1982 tarihinde durmuşolan zaman aşımı geçici 15. maddenin kaldırıldığı referandum sonucunun ResmiGazete'de yayınlandığı 23 Eylül 2010 tarihinden itibaren yeniden işlemeyebaşlamıştır. Açıklanan nedenlerle iç hukukumuza göre zaman aşımı süresinindolmadığı anlaşılmaktadır.
Anayasanın geçici 15. maddesinin bir tür af kanunu olarakdeğerlendirilmesi mümkün değildir. Anayasayı ihlal (askeri darbe) suçu temadieden bir suç olup, bu suç TBMM'nin görevine başladığı 6 Aralık 1983 tarihinekadar işlenmeye devam etmiştir. Anayasanın 15. maddesi ise 9 Kasım 1982 tarihindeyürürlüğe girmiştir.”
İddianamede, bugün hayatta bulunmayan dönemin Kara Kuvvetleri KomutanıOrgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer veJandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun hakkında TCK'nın 64/1. maddesigereğince ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği de belirtildi.