Güncelleme Tarihi:
Özellikle klor gazı açısından Esad’ın sicili epey kabarık... Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü 4 Şubat'ta İdlib'de klor gazı kullanıldığını doğrulamıştı. Son olarak ABD, İngiltere ve Fransa Suriye’de kimyasal silah kullanıldığında müdahale edeceğiz açıklaması yaptı... Aradan 4 gün geçtikten sonra bu kez Rus tarafı klor gazının ABD ve İngiltere tarafından İdlib Cisr El Şuğur bölgesine taşındığı iddialarını medyaya taşıdı... Akla iki husus geliyor... Birincisi ABD Kasım seçimleri öncesi Suriye’ye daha önceden yaptığı gibi Tomahawk’larla müdahale ederek iç kamuoyuna güçlü olduğu ve kimyasal silah kullanımına dünyanın hiçbir yerinde müsaade etmeyecekleri mesajını verebilir... İkinci akla gelen ise Esad’ın İdlib operasyonunda klor gazı kullanabileceği ve bu nedenle operasyon başlamadan ihaleyi ABD-İngiltere’ye bırakarak, “Klor saldırısını ABD düzenledi” demek... Hangisi doğrudur? Bence ikisi de olabilir, yüzde 50-50…
Bir yandan da Türk ve Rus Dışişleri Bakanları meseleyi fikir ayrılıklarına rağmen masada çözmek için çalışıyor. Ne dersiniz; Astana süreciyle başlayan ittifak bugün bir anlamda sınanıyor diyebilir miyiz?
Rusya ve İran, İdlib bölgesindeki muhalifler ve radikal örgütler tasfiye edilmediği sürece kendilerini güvende hissedemeyeceklerini, Suriye rejiminin de ülke genelinde kontrolü tam olarak sağlayamayacaklarını savunuyorlar. Buna karşılık Türkiye; sınırlarının yanı başında bir çatışma istemiyor. Muhtemel bir operasyonda yaşanacak sivil zayiatı, çatışmalar nedeniyle büyük bir göç dalgasının Türkiye’ye yönelmesi, İdlib’de konuşlu Türk askeri varlığına yönelik operasyondan kaynaklanabilecek riskler Türkiye’yi endişelendiriyor. Bu nedenle de bölgeye büyük bir operasyon düzenlenmesi yerine tüm grupları iknaya yönelik bir tutum izlenmesini savunuyor. Her ne kadar yöntem olarak taraflar farklı düşünceler savunsa da nihai hedefin Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve çatışmaların sonlandırılması olduğu akılda tutulmalı. Özelikle Rusya-Türkiye ilişkilerinin zedelenmeyeceği bir uzlaşı yolu çizilebileceğini, stratejik seviyede Rusya-Türkiye ilişkilerini değerlendirdiğimizde İdlib gibi sahada işbirliği ile çözülebilecek bir sorunun bu ilişkiye zarar veremeyeceğini düşünüyorum.
Rusya’nın onayı ya da Türkiye’nin mutabakatı olmadan Esad’ın atağa kalkması mümkün mü?
Hayır. 24 Ağustos itibariyle Türkiye ve Rusya arasında Dışişleri ve Milli Savunma Bakanları ile birlikte Milli İstihbarat Başkanımızın diplomatik temasları aslında tam da bu açıdan devam ediyor. Dışişleri Bakanımızın bir kez daha İdlib’e yönelik bir operasyonun felaketle sonuçlanacağı ancak teröristlerin temizlenmesinin de önemli olduğunu dile getirmesi, Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un ise teröristlerin kökünün kazınmasının da planlar arasında olduğunu belirtmesi meselenin nasıl çözüleceğine yönelik ipuçları veriyor.
Ne diyor ipuçları?
Bana göre Rusya ve Türkiye, terör örgütü olarak kabul ettikleri silahlı grupları son bir kez daha silahlarından arındırmak üzere girişimde bulunmalarının ardından bu örgütlere yönelik mahdut hedefli ve sivillerin zarar görmeyeceği bir operasyona izin verecek. Aynı zamanda daha ılımlı olarak görülen silahlı grupları ikna ederek siyasal muhalif haline getirecekler. Esad’ın İdlib gibi tüm silahlı unsurların bir arada bulunduğu, sivil nüfusun milyonlarla telaffuz edildiği bir bölgede askeri operasyon yapma kabiliyetinin oldukça sınırlı olduğu görülüyor. Esad yönetiminin Rusya’nın hava desteği olmadan, karadan bir İdlib operasyonu düzenlemesi büyük maliyetleri de beraberinde getirecektir. Heyet Tahrir El Şam’ın (HTŞ) yerleşim yerlerinde konuşlanmış olması, meskûn mahal operasyonlarındaki sivil zayiatı riskinin yüksek olması bu maliyeti daha da artıracaktır.
İstihbarat raporlarında en az 250 bin kişi Türkiye’ye göç edebileceği vurgulanıyor. Ne dersiniz; başımıza yeni bir dert mi açılıyor?
Bu durumda bence en iyi yöntem belki de sayıları çatışmaların şiddetine göre 500 bini geçebilecek sığınmacı akınının Türkiye-Suriye hudut hattının Suriye tarafında karşılanması ve bu tampon bölgelerde oluşturulacak güvenli bölgelerde sığınmacıların barınma ve beslenme ihtiyaçlarının karşılanması olacaktır. Bu yöntemle hâlihazırda Suriyeli göçmen sayısı 3.5 milyonu bulan ülkemizin daha fazla sığınmacı yükü almamakla birlikte, çatışmalardan kaçan sivillerin arasına sızabilecek terör örgütü elemanlarını da sınır ötesinde tutarak güvenlik riski en aza indirilebilir. İdlib’den Türkiye’ye doğru yaşanacak kitlesel bir göç hareketinden faydalanarak ülkemize giriş yapmak isteyecek yabancı teröristlerin de olabileceğini hesaba katmak gerekiyor. Geniş bir kitleye karışarak öncelikle Türkiye’ye ardından da diğer ülkelere sızmaya çalışabilecek yabancı teröristlerin varlığı da olası bir göçün sınırlarımız ötesinde durdurulması gerekliliğini güçlendiriyor.
İdlib'in bugüne kadarki en çetin yer olduğu söylenebilir mi?
Eğer geniş kapsamlı bir operasyon kararı verilirse İdlib’de çatışmalar daha yoğun ve sert olacaktır. Sayı olarak yaklaşık 100.000 silahlı kişinin aynı bölgede bulunduğunu göz önünde bulundurursak İdlib bölgesine düzenlenecek bir operasyonun sonucu Sayın Dışişleri Bakanımızın da belirttiği “felakete” dönüşür. Aynı zamanda İdlib’in ülkenin en kalabalık yerleşim yeri haline geldiğini, nüfusu 3.5 milyona yakın bir bölgede sivil halkın silahlı gruplar ve terör örgütleri arasında sıkışıp kalacağını, sivil kayıpların büyük rakamlara ulaşacağını da hesaba katmak gerekiyor.
İdlib çalışmanızda PKK/PYD terör örgütünün olası bir operasyonda denkleme dahil olma talebini vurguluyorsunuz. İşler daha da karışmaz mı?
Zeytin Dalı Harekâtı’nda Afrin’i kaybeden PKK/PYD, ilçenin sınırlarına yeniden yerleşmeyi planlıyor. Hatta yaşadığı hezimeti kapatabilmek adına, İdlib operasyonunda aktif rol alarak, Afrin bölgesini yeniden ele geçirebilmenin hayalini kuruyor. Suriye rejimi ile PKK/PYD’nin maske kuruluşu Suriye Demokratik Güçleri’nin Şam’da düzenlediği bir dizi görüşmede, PKK/PYD’nin Afrin’in de operasyon alanına dahil edilmesi durumunda İdlib’de düzenlenecek operasyonlara destek verebilecekleri şartını öne sürdükleri bilgileri açık kaynaklara yansıyor. PKK/PYD’nin İdlib operasyonunda yer almak istemesinin ikinci nedeni ise ABD’nin de isteği üzerine rejimle yakınlaşma ve işbirliğini artırarak Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olabilmek, müzakere masasında daha güçlü bir şekilde oturabilmek. Üçüncü neden ise kendisini DAEŞ ve DAEŞ türevi radikal terör örgütleriyle mücadele eden en önemli güç olarak konumlandırılmaya ve uluslararası kamuoyundan destek almaya devam edebilmek. PKK/PYD terör örgütünün İdlib’e dahil olma talebinin Suriye Rejimi tarafından da kabul görmeyeceği, Rejimin de PKK/PYD varlığının Fırat batısına daha fazla kaymasına razı olmayacağı, Esad’ın PKK/PYD’yi İdlib operasyonuna dahil etmesinin bölgenin kurtarılmasından çok, bölgenin daha da karmaşık hale geleceğini değerlendireceğini düşünüyorum.
İDLİB NEDEN ÖNEMLİ?
Türkiye için…
Öncelikle coğrafi konumundan dolayı önemli. Hatay’a bağlı Yayladağı ilçemizin güneydoğusundan, yani ülkemizin en güneyinde yer alan kara sınır noktamızdan başlayarak Altınözü ve Reyhanlı sınırına kadar uzanıyor. Türkiye’nin yaklaşık 100 km’lik Suriye sınır hattını oluşturuyor. Suriye’ye açılan en büyük kara sınır kapımız olan Cilvegözü sınır kapısının Suriye tarafında kalan Bab-Al Hava sınır kapısına da ev sahipliği yapıyor.
İkinci önemli özelliği; bu bölgede asker konuşlandırmış olmamız. Hâlihazırda İdlib’i çevreleyecek şekilde 12 ayrı gözlem noktasında Gerginliği Azaltma Kontrol Gücü olarak görev yapan TSK birliklerimizin konuşlanmış olması, bizim için oldukça önemli kılıyor.
Üçüncü husus ise, Zeytin Dalı Harekâtı ile TSK tarafından kontrol altına alınan ve terör örgütü PKK/PYD’den temizlenen Afrin bölgesini güneyden emniyete alması. Suriye kuzeyinde yaratılmaya çalışılan PKK/PYD terör devletçiğinin Akdeniz kıyılarına ulaşmasını engellemek açısından önemli bir coğrafi konuma sahip.
RUSYA İÇİN...
Rusya’nın Suriye’de iki önemli askeri üs bölgesi mevcut. 2 binden fazla askerinin bulunduğu Himeymim hava üssünde ayrıca Rus ordusuna ait uçak, helikopter, tank ve S400 füze savunma sistemleri mevcut. Tartus’taki deniz üssü ise lojistik açıdan önem arz ediyor. Hatırlanacağı üzere 6 Ocak’ta bu üslere 13 insansız hava aracıyla saldırı düzenlenmiş, Rusya, araçların İdlib’den kalktığının saptandığını açıklamıştı. Yine 3 Şubat’ta muhalifler, İdlib’in doğu kırsalında Rus Su-25 savaş uçağını düşürmüştü. Anlaşılacağı gibi, radikal terör örgütleri Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığı için bir tehdit unsuru teşkil ediyor. Rusya, silahlı unsurlardan temizlenmediği sürece kendisini bu bölgede tamamen emniyet altında hissedemeyeceğini düşünüyor.
Rusya’nın diğer hedefi Suriye ve özelinde İdlib’deki Çeçen ve Dağıstan kökenli radikal terör örgütü mensuplarını bu bölgede etkisiz hale getirerek, gelecekte tehdit olmaktan çıkarmak.
İRAN İÇİN...
İran’ın stratejik amaçlarından birisi İran ile Lübnan arasında Suriyeli muhaliflerden ve radikal gruplardan arındırılmış bir koridor oluşturmak. İdlib bu koridorun önemli bir halkası olarak görülüyor. İran, silahlı muhalif gruplar ve radikal terör örgütler temizlenmediği sürece, Suriye’deki varlığını garanti altına alamayacağını düşünüyor.
İDLİB SENARYOLARI
Türkiye’nin karşı olmasına rağmen Suriye Rejim güçlerinin kapsamlı bir operasyon düzenlenmesi.
Bu durumda Suriye’nin Rusya’yı ve Türkiye’yi karşısına alması, Rus hava desteğinden mahrum kalması ve bir Pirus zaferini göze alması gerekiyor ve olasılığı düşük. Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde Türkiye’nin gözlem noktalarının güvenliği ve muhtemel bir göçün önlenmesi maksadıyla bölgeye takviye kuvvetler sevk etmesi, herhangi bir olumsuzluk yaşanması halinde ise birliklerimizin Suriye Rejim güçleri ve İranlı milislerle çatışması ihtimali bulunuyor.
Suriye Rejim Güçlerinin operasyonuna ABD desteği ile PKK/PYD terör örgütünün de dâhil edilmesi.
PKK/PYD terör örgütünün İdlib’e müdahalesi oldukça zayıf bir ihtimal olarak görülse de, bir olasılık olarak akılda tutulmalıdır. Bu senaryonun gerçekleşmesi durumunda, tıpkı Zeytin Dalı Operasyonu sürecinde İranlı Şii Milislerin Afrin’e girişine izin verilmediği gibi, TSK’nın hem bölgedeki askeri birlikleri ve hem de takviye olarak göndereceği kuvvetleri ile PKK/PYD’ye müdahale edeceği, Afrin’den temizlenen PKK terör örgütünün bölgeye yaklaşmasına müsaade etmeyeceğini düşünüyorum.
HTŞ’nin ve yabancı terörist savaşçıların ikna edilerek silah bırakmasının ve İdlib’i terk ederek ÖSO kontrolündeki bölgelere tahliyesinin, ılımlı muhaliflerin ise Rusya öncülüğünde Suriye Rejimi ile anlaşmaya varmalarının sağlanması.
HTŞ ve yabancı terörist savaşçıların İdlib bölgesindeki yegâne sorun olduğu görülüyor. HTŞ’nin silahlarını bırakmaya ikna edilmesi ve Fırat Kalkanı bölgesine sevk edilmelerinin muhtemel çatışmaları azaltacağı, diğer grupların da Rejim güçleriyle anlaşabilecek bir yol bulabilecekleri değerlendirilmekte. Ancak bu durumda da HTŞ’nin Fırat Kalkanı Bölgesi’ne nasıl entegre edilebileceği, bu bölgede nasıl rehabilite edilebileceği gibi bir sorunla karşılaşılması riski karşımıza çıkacaktır.
HTŞ’nin ikna edilememesi ve HTŞ’nin bölgeden çıkarılması maksadıyla diğer muhaliflerin HTŞ ile çatışmaya girmesi, ılımlı muhaliflerin Rejim ile anlaşmaya varması.
Bu maksatla aralarında çatışmaların hâlihazırda devam ettiği Ahrar-ı Şam ve Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun desteklenmesi ihtimali de düşünülmelidir. Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde de HTŞ’nin büyük oranda direnmesi ve yüksek yoğunluklu çatışmaların yaşanması, yerleşim yerlerindeki sivillerin zarar görmesi olasılığının artması, ayrıca bölgede konuşlu TSK birliklerinin emniyetine ilişkin risklerin artması ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır.
Suriye Rejiminin mahdut hedefli bir operasyon düzenlemesi, HTŞ’nin ikna edilerek silah bırakması ve ülke dışına tahliyesi.
Türkiye’nin çıkarları açısından en akla yatkın senaryonun bu olabileceğini düşünüyorum. Son bir ay içerisinde Suriye Rejimi tarafından hava saldırıları ve topçu atışlarının düzenlendiği bölgeler incelendiğinde, muhtemel bir operasyonda Suriye Rejim güçlerinin Yayladağı’nın güneydoğusunda, sınırımıza yaklaşık 20 km mesafedeki Gab Vadisi’nde yer alan Cisr el Şuğur ve yine Yayladağı’nın güneyindeki Türkmen Dağı yani Bayırbucak bölgesini hedef alacağı anlaşılıyor. Mahdut hedefli bir İdlib operasyonu seçeneği gerçekleşirse HTŞ’nin kendisine yönelik bir operasyonun düzenleneceğine ikna olması, ya çatışarak imha olmayı ya da çatışamadan silah bırakarak bölgeden ayrılmayı seçmeye daha kolay ikna edilebileceğini düşünüyorum. Çatıştığı takdirde imha olacağına ikna edilebilirse HTŞ unsurlarının Yemen, Afganistan ya da başka bir bölgeye tahliye edilmesi dahil seçenekler düşünülebilir. Yine bu senaryonun gerçekleşmesi durumunda Bayırbucak Türkmenlerine yönelik bir Rejim saldırısının ülkemiz için büyük sorun yaratacağı, bölgedeki soydaşlarımızın korunması maksadıyla Türkiye’nin bu bölgeye yönelik operasyona mutlak karşı çıkacağı ve hatta bölgeyi korumak adına çeşitli yöntemlerle rejim güçlerine karşılık vereceğini akılda tutmak gerekiyor.
ÖRGÜTLERDE KİM KİMDİR?
* İdlib’deki başat aktör HTŞ kimlerden oluşur?
2011’de El Kaide’nin onayı ile Suriye’ye geçerek örgütlenmeyi başlatan Suriyeli Ebu Muhammed Culani, Ocak 2012’de Nusra cephesini kurduğunu ilan etmiş, Nisan 2013’te Irak İslam Devleti terör örgütü lideri Ebubekir Bağdadi Nusra Cephesi’ni feshettiğini DAEŞ’ı kurduğunu duyurmuştu. Üç yıl boyunca DAEŞ ve Nusra arasında anlaşmazlıkların yaşanmasının ardından Temmuz 2016’da Culani, Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi’ni feshettiklerini, El Kaide ile bağlarını koparttıklarını ve Şam’ın Fethi Cephesi’nin kurulduğunu ilan etmişti. Ocak 2017’de ise birçok silahlı grup kendilerini feshederek Şam’ın Fethi Cephesi öncülüğünde HTŞ oluşturdu. İdlib’de yaklaşık 18-20.000 silahlı gücünün bulunduğu biliniyor.
* Başka hangi aktörler var?
Eski Nusra gruplarının HTŞ’den ayrılması sonucunda 2017’de kurulan Tanzim Hurras ed-Din, yani ‘Dinin Muhafızları’ var. Bu örgüt, İdlib gerginliği azaltma bölgesini tanımayarak rejim ve rejim yanlısı milislere karşı saldırılar düzenliyor. Hurras ed-Din’in Türkiye’yi düşman olarak görmesi de dikkate alınmalı. Sahada yer alan bir diğer başat aktör Cephe Tahrir Suriye (CTS). Bölgede önemli bir yere sahip. Zaman zaman HTŞ ile çatışmaya girdiği biliniyor. İdlib’deki diğer gruplara nazaran daha büyük bir askeri gücü bulunan Ahrar’uş Şam, diğer irili ufaklı grupları kendi çatısı altında birleştirme gücüne de sahip. Yeni sayılabilecek bir diğer oluşum ise Ulusal Özgürleştirme Cephesi (UÖC). Mayıs 2018’de İdlib’de konuşlu muhalif grubun birleştiklerini duyurmasıyla kurulan bu yapı içinde 11 farklı grup var. UÖC, İdlib bölgesinde ortak hareket etmeyi başarabilirse önemli bir güç olarak bölgedeki yerini alabilir.
* Bir de Türkistan İslam Partisi (TİP) var, değil mi?
Çin Halk Cumhuriyeti’nin dikkatle izlediği bir örgüt bu. Yaklaşık 4.000 kişilik bir silahlı güce sahip grubun asıl amacı, Suriye iç savaşından edindiği tecrübeyi ‘Doğu Türkistan’ın Çin işgalinden kurtarılması’ yönünde kullanmaktır. İdlib bölgesinde görünürlüğü az olmakla birlikte DAEŞ terör örgütü unsurlarının varlığından da bahsedebiliriz. Özellikle Hama ve Humus bölgelerindeki varlığı en aza indirilen DAEŞ terör örgütü mensuplarının İdlib’e girmesine izin verilmesi ile bu bölgede hücre yapılanmasına gittikleri biliniyor.
KİMDİR?
Kara Harp Okulu'ndan mezun olarak Piyade teğmen rütbesi ile göreve başladı. Çeşitli birliklerde komutanlık ve karargâh subaylığı yaptı. Son olarak Genelkurmay Başkanlığı Terörizmle Mücadele Şubesinde Uluslararası Terörizmle Mücadele Amirliği görevinde iken 2016 yılında kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkez Başkanı olarak çalışan Bural’ın İdlib bölgesi ile ilgili olarak, ‘İdlib’de Riskler ve tehditler: Malhama ve İngimasi’; ‘İdlib Açmazı’; ‘Suriye İç Savaşında Pandoranın Kutusu: İdlib’ ve ‘İdlib Senaryoları’ başlığıyla çalışmaları bulunuyor.