Gül'den Bush'a mektup: Şaşırıyorum

HÜKÜMETİN, ikinci tezkereyi Meclis'e getirmekteki çekimserliği, paranın miktarı konusuyla sınırlı değil. Türkiye'nin karşılaştığı talepler ve bunların iletilme üslubu da tepki doğuruyor.

Başbakan Abdullah Gül, bayramdan önce ABD Başkanı Bush'a bir mektup göndererek, bu müzakereler sırasında ABD'li yetkililerin gösterdikleri tavırdan duyduğu ‘‘hayal kırıklığını’’ dile getirdi.

‘‘Arkadaşlarınız, sizin projenizin ne kadar büyük olduğunun farkında değiller galiba’’ diyor Başbakan.

Müzakereler öyle küçük noktalarda tıkanıyor ki.

Örneğin, Amerikalılar Türkiye'den araçları, uçakları için ucuz petrol almak istiyorlar. ‘‘Türk ordusunun satın aldığı koşullarda mazot ve benzin alalım, KDV de ödemeyelim’’ diyorlar.

Bununla da kalmıyor, Amerikan askerlerinin Türkiye'de çarşı pazardan yapacağı aylışverişlerde de KDV alınmaması isteniyor.

IMF'nin, ‘‘KDV oranını arttırın’’ baskısı yaptığı günlerde Washington, ‘‘Bizi KDV dışında tutun’’ diyor.

Paketin, tamamlanmış gibi görünen bazı noktalarına da yakından bir göz atmaya ne dersiniz? Örnek mi?

Geliştirilmiş Sanayi bölgelerine ilk kez tekstil üretiminin dahil edildiği söyleniyor. Hangi koşulla biliyor musunuz?

Kumaşlarda Amerikan ipliğinin kullanılması şartıyla.

Daha bitmiyor.

* * *

ABD yardımı, IMF ile ilişkilendiriliyor.

Bu çok önemli.

Birincisi, Türkiye ile ABD arasındaki ekonomik anlaşma ‘‘ikili’’ bir nitelik taşıyor.

Bunu IMF şemsiyesi altına çekmek, anlaşmayı ikili temelden alıp uluslararası temele oturtmak ve üzerindeki iradeyi çok uluslu hale getirmek anlamını taşıyor.

Örneğin, dördüncü gözden geçirme sırasında herhangi bir pürüz çıkarsa yardım engellenebilir. Bunun garantisi yok.

Kısaca, yardım koşullu hale getiriliyor.

Bu, Türkiye'ye ve Türk Hükümeti'ne güvensizliği yansıtıyor tabii ki. ‘‘Size verirsek bu parayı çar çur edersiniz’’ mesajı taşıyor.

Ekonomik paketin garantisi, hiçbir koşula bağlanmamasını gerektiriyor. İkinci önemli husus ise Kongre onayı.

İleride, iş bittikten sonra ABD'deki çeşitli lobilerin etkisi ile yok Kıbrıs gerekçesi, yok insan hakları bahanesi ile yardımın engellenmesi ihtimaline karşı isteniyor bu güvence.

Ama yukarıda da dediğim gibi, müzakere öyle gereksiz noktalarda pazarlık haline dönüşüyor ki, Türkiye, ‘‘bu noktaları aşamazsak ileride çok daha önemli siyasi ve askeri çıkarlar konusunda aşılması olanaksız sorunlarla karşı karşıya kalabiliriz’’ duygusuna kapılıyor.

Sabah Ankara Temsilcisi Muharrem Sarıkaya'nın 16 Şubat'ta yazdığı yaka kartları meselesinde olduğu gibi. Türkiye'ye gelecek olan Amerikan askerlerinin taşıyacakları kimlik kartlarının parasını Türkiye'nin ödemesini istiyor Amerikalı müzakereciler.

Yaptığım araştırmalar sonucu anladığım kadarıyla, ipler de burada kopuyor zaten, Başbakan Gül, bu gelişme üzerine ABD Başkanı'na mektup yazıp şaşkınlığını dile getiriyor.

* * *

TEK mesele para gibi duruyor ama değil. Siyasi ve askeri konularda çok önemli boşluklar var.

Örneğin, Kuzey Irak'taki grupların silahlandırılması konusu sıkıntı yaratıyor. Türkiye, ‘‘Birlikte silahlandıralım, savaş sonrası silahları birlikte toplayalım’’ diyor. Yanıt ‘‘Hayır, bu bizim işimiz!’’ oluyor.

Saddam sonrası Irak projeksiyonları yapılırken Türkmenlerin azınlık statüsüne sahip olmaları gerektiği söyleniyor. ABD kabul ediyor. Ankara ‘‘Kabul edilemez’’ diyor. Türkmenler, Kürtler ve Araplar gibi ülkenin asli unsurları arasındadır. Türkiye, bu statünün değiştirilmesine karşı çıkıyor.

Bu sorunlar bir de ‘‘48 saatiniz kaldı’’ ültimatomuyla taçlanıyor.

Ültimatom Saddam'dan önce Türkiye'ye geliyor. Ne biçim müttefiklik bu böyle?
Yazarın Tüm Yazıları