Gazeteciliğimin soğuk geceleri

ERZURUM. Askeri tatbikat. Isı, sıfırın altında 48 derece. Benim içim, romandaki gibi, çocukluğumun değil ama, gazeteciliğimin soğuk geceleri.

Şubat 1982. 12 Eylül askeri darbesinin esip savurduğu günler. Darbeyi yapan Milli Güvenlik Konseyi’nin beş generali Erzurum’da askeri tatbikatı izliyor. Onları izleyen beş, altı gazeteciden biri de benim. Cumhuriyet Ankara Temsilcisi olarak.

O günkü Cumhuriyet’in manşeti, Avrupa Konseyi ile ilgili. Avrupa’dan bir kaç parlamenter Ankara’ya geliyor, "demokrasiye ne zaman geçileceğine" ilişkin askerlere sorular yöneltiyor.

ASKER SİNİRLİ

Bu haber, askerleri çok sinirlendiriyor.

Erzurum’da orduevinde Kenan Evren beni çağırıyor ve "Doğan, nedir bu manşet, siz ne demek istiyorsunuz" diye öfkeleniyor.

Evren sözünü tamamlarken, Milli Güvenlik Konseyi’nin beş generalinden biri olan Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin:

"Ne olacak bunlar komünist, başka ne beklenir ki?"

12 Eylül dönemi boyunca, gazeteciliğimin soğuk gecelerinden biri daha. Ama, o dönemdeki dramlar, idamlar, işkenceler yanında, benim yaşadıklarım solda sıfır kalıyor.

DÖKÜME BAKIN

Askeri dönem boyunca:

50 kişi idam ediliyor. 650 bin kişi gözaltına alınıyor. 7 bin kişi için idam cezası isteniyor. 230 bin kişi yargılanıyor. 300 kişi kuşkulu biçimde ölüyor. 171 kişi işkencede ölüyor. 73 kişiye doğal ölüm raporu veriliyor. 30 bin kişi, sakıncalı olduğu gerekçesiyle, işinden atılıyor. 338 bin kişiye pasaport verilmiyor. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkartılıyor. Gazetecilere 3 bin 315 yıl hapis cezası veriliyor. Gazeteler 300 gün kapatılıyor.

Bunlar birer birer yaşanıyor. Onun ötesinde, bugünü bile etkileyen, kalıcı iki çok önemli karar var.

Biri Kürtçe’nin yasaklanması. Adamın anadilini konuşması yasaklanıyor. Sonuç, yirmi üç yıldır süren PKK terörü. En büyük saldırı, insanın ana diline yapılan saldırı.

İkincisi, din derslerinin zorunlu eğitim olarak 82 Anayasası’nda yer alması. Sonuç, bugünlere kadar artarak gelen dini akımlar.

DEMOKRASİ VE DEMOKRASİ

28 Şubat dahil, Türkiye dört kez askeri rejimden geçiyor. Hiçbiri diğerinden daha az kötü değil.

Gerçi, 27 Mayıs’la birlikte gelen 61 Anayasası Türkiye’de Rönesans dönemini açıyor. Yine de, keşke darbe olmadan, o rönesansı yaşamış olsaydık.

Darbeler neden birbirini izliyor? Askeri rejimlerde bunca ölüm ve işkenceye rağmen, halk neden en çok askere güveniyor? Siyasal belirsizlik, halkta neden askeri çağrışıma yol açıyor?

Çünkü, suçlu sivil iktidarlar, seçilmiş yönetimler. Halkın seçilmiş sivil iktidarlara güvenini sağlamaktan uzak politikacılar. Geçmişten ders almayan onlar. Sistemi kilitleyen, uzlaşmayan onlar.

Bugün 12 Eylül, darbenin 27. yılı. Bir daha ve hiç bir zaman, bin yıl sonra da, on bin yıl sonra da, hiç kimsenin soğuk gece yaşamaması dileğiyle.

Demokrasi, demokrasi, yine ve ille ve mutlaka demokrasi.

Cumhurbaşkanı misafir değildir

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, seçildikten sonra ilk gezisini Güneydoğu’ya yapıyor.

Anlamlı çıkış. Ama, arkası gelirse. Geçmişte ben, benim de izlediğim, aynı bölgeye pek çok Cumhurbaşkanı ve Başbakan gezileri biliyorum. Tantana, ümit ve vaatle başlayan geziler, atılan nutuklarla sınırlı kalıyor.

Gül’ün gezisine DTP büyük destek veriyor. Örgütüne haber gönderiyor:

"Cumhurbaşkanı cumhurun başkanıdır, o sıfatla, gittiği her yerde ev sahibidir, misafir değildir. İyi karşılansın ve saygıda kusur edilmesin".

Gül’ün ve Başbakan Erdoğan’ın bu nezaket doğrultusunda, yöre halkını sözde değil, özde kucaklamasını beklemek, herkesin hakkı.
Yazarın Tüm Yazıları