Güncelleme Tarihi:
O nedenle bu tarz gazeteciliğin yeni bir örneğini, 10 Eylül tarihli Hürriyet’in spor sayfasında görmek şaşırtıcıydı. “Bu villada karanlıkta kaldı” haberini yazan gazeteci, Fenerbahçe’nin Sırp yıldızı Milos Krasic’in oturduğu site yöneticilerine kendisini telefonda “Fenerbahçe yöneticisi” olarak tanıtmıştı. Haberde yer alıyordu, site yöneticileriyle yapılan bu konuşma. Kemal Uztaklı adlı okurun dikkatini çeken de bu bilgi oldu:
“... Krasic’in evinde elektrik kesilmesi haberinde sizce bir gariplik yok mu? ‘Elektrik borcunuz 33 bin 600 TL’ başlıklı kutuda, Krasic’in oturduğu sitenin yönetimini ‘Fenerbahçe Kulübü’nden bir yetkili gibi aradığınızı’ belirtip, konuştuklarınızı yazıyorsunuz. Adamlara resmen yalan söylemişsiniz, bunu da büyük bir başarı gibi ilan ediyorsunuz. Bir gazetecinin kimliğini gizleyerek bu şekilde bilgi toplaması gazetecilik ilkelerine uygun mu sizce?”
Her şeyden önce gazetecilik, şeffaf yöntemlerle, dürüstlükle yapılması gereken bir meslek. Ne ajanlık yöntemlerini kullanmak yakışır biz gazetecilere ne de kimliğini gizleyip insanları yanıltmak. Nitekim Unesco’nun belirlediği 10 temel ilkeden birinde, “Gazetecilik, dürüstlük kavramının en yüksek standartlarını korumak zorundadır” denir. “En yüksek dürüstlük standartlarını koruma” nın yolu da gazetecilik faaliyetini kimliğini gizlemeden, insanları yanıltmadan yürütmekten geçer. Kuşkusuz gazetecinin kimliğini gizlemesini zorunlu kılan istisnai durumlar da olabilir. Gazeteci Ragıp Duran, “Apoletli Medya” adlı medya eleştirisi blogundaki bir yazısında bu istisnai durumun koşullarını sıralıyor:
“... Bu ilkenin iki ayağı var: Birincisi, eğer gazeteci kimliğinizle yapamayacağınız bir habercilik faaliyeti ise kimliğinizi gizlemeniz caiz olabilir. İkinci koşul ise kamu çıkarının varlığı. Kimliğinizi/kameranızı gizleyerek yaptığınız haberciliğin somut/acil bir kamu çıkarı sağlaması gerekir. Kamu güvenliğinin yakın tehdit altında olduğu durumlarda kimlik ya da kamera gizlemek hoş görülebilir. Keza kaçak suçlu ya da zanlılarla yapılan röportajlarda da bu yöntemlere müsamaha ediliyor.”
Kimliğini gizleyerek yapılan gazeteciliğin en önemli örneklerinden biri Alman gazeteci Gunter Wallraf’ın “En alttakiler” çalışmasıdır. Wallraf, yabancı işçilerin Almanya’da maruz kaldığı ayrımcılığı ortaya çıkarmak için aylarca onların kimliğine bürünmüştü. O bilgilere başka türlü ulaşamazdı gerçekten. Sırp futbolcu Krasic ile ilgili haberde ise bu istisnai koşulların bulunduğunu söylemek mümkün değil...
8 yıl sonra düzelttik
BASILI gazetedeki bir yanlış, en iyi ihtimalle ertesi gün yayımlanacak bir düzeltme metni ile telafi edilebilir. Yanlışın yer aldığı nüshayı ise düzeltemezsiniz. Oysa dijital alanda yanlışı düzeltmek çok kolay. Fark ettiğiniz anda hem de eskisinin izlerini tamamen silerek düzeltebilirsiniz.Geçenlerde çarpıcı bir örnek yaşadık bu konuda. Nur Demirseren adlı okur, sekiz yıl önce oynadığı tenis maçıyla ilgili haberin düzeltilmesini istedi:
“14 Eylül 2004 tarihinde gazeteniz spor sayfasında yayınlanan Hürriyet Cup tenis turnuvasında Nadin Üzümyemezoğlu ile yaptığım maçı 6-3 ve 6-4 kazanmama rağmen haberde maçı kaybeden olarak belirtilmekteyim. İkinci tur sonuçları incelendiği taktirde birinci turu atladığım belli olmaktadır. Mümkünse internetteki haberin düzeltilmesini rica ederim.”
İkinci tur haberlerini inceleyince tenisçinin haklı olduğunu gördük, hemen düzelttik maç sonucunu. Demirseren’in hakkını bunca yıl sonra teslim etmiş olduk böylece. Ama maalesef basılı gazete arşivinde o maddi hata aynen duruyor. İnternet haberciliğinin yankısı da daha hızlı. İnternete bir haber koyduğunuzda süratle en ücra köşelere yayılıyor, tepkilerini de hemen alabiliyorsunuz. Kötü yanı, internetteki bir haberin hızla anonimleşmesi. Basılı gazetedeki haberi kimin yazdığı ortadadır. İnternette ise bir haber sanal alemde dalgalandıkça ilk yazan belirsizleşiyor.
Afyon Valisi İrfan Balkanlıoğlu’nun, 25 askerin şehit olması nedeniyle kente gelen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’e hediye vermesi haberi ilk olarak Hürriyet internette yer aldı. Oraya konulduktan sonra hızla sosyal medyaya ve diğer haber sitelerine yayıldı. Ertesi gün de gazetelerde yayımlandı, gündemde ilk sıraya yükseldi bu olay. Derken haberin kaynağının Hürriyet İnternet olduğu unutuldu gitti. Bunu kayda geçirmekte yarar var. Aynı şekilde 3 Eylül’de, PKK’nın Şemdinli’de bir tepeye diktiği bayrağın Kobra helikopterleriyle indirilmesi haberi de önce Hürriyet İnternet’te yer aldı. Ajansların geçtiği bu haberi diğer siteler de hemen koydular sayfalarına. Fakat haberin sunuluşunda eksiklik olduğunu da belirtmeliyim. Haberin başlığı, “Teröristlerin saklandığı tepeye bomba yağdı” biçimindeydi. Oysa o tepeye operasyon düzenlenmesinin asıl nedeni o bayraktı. Hatta bayrağı indirmek için önce top atışları yapılmış, o yetmeyince öğleden sonra helikopterler kaldırılmıştı. Sanal âlemin baş döndürücü hızı bazen böyle sorunlara da yol açabiliyor.
Sorun taraf olmakta
BAŞBAKAN Erdoğan’ın bir kez daha yinelediği çıkışının ardından medyada terör haberlerinin verilişi tartışılıyor yine. “Terör haberleri” konusundaki ulusal ve uluslararası alandaki etik ilkeler hatırlatılıyor birbiri ardına.
“Terör haberleri” ile ilgili bu ilkelerin önemi kuşku götürmez. Elbette “terör haberleri”nde dehşet etkisinin topluma yayılmasına aracılık etmemeli, sansasyonel ve kışkırtıcı bir dil kullanmamalı, rivayetler üzerinden haber yapmamalı, insanların acılarına saygılı davranmalıyız. Ama bunlar haberlerin nasıl verileceği ile ilgili konular...
Tartışmalar ise ağırlıklı olarak, “Medya terör haberlerini gereksiz yere büyütüyor mu” noktasında toplanıyor. Okurlar çoğunlukla “Neden o haberleri küçük verdiniz” diye soruyor. Kişisel gündemlerinde de o haberler birinci sırada çünkü. Ne olup bittiğini de gazetelerinden okumak istiyorlar.
Erdoğan’ın istediği ise bu haberlerin hiç verilmemesi ve medyanın taraf olması yönünde. “... Herkes net olacak. Kimden yana olduğunu söyleyecek. PKK terör örgütünden yana mısın, yoksa bu milletten yana mısın?” diyor özetle. “Milletten yana olmak”dan kastı ise “milleti temsil eden siyasi iktidar”dan yani hükümetten yana olmak sanırım. Bence Başbakan önemli bir noktaya parmak basıyor! Yanlış, gerçekten de medya-iktidar ilişkilerinde, ancak Erdoğan’ın dediği gibi medyanın “terörle mücadele” konusunda hükümetin karşısında olmasında değil yanında olmasında. Tersini kim iddia edebilir ki? Medya, eylemlerine başladığı ilk günden beri PKK’nın karşısındaydı. Hep iktidarın, hükümetin yanında oldu, hep dönemin devletçi çizgisinin uzantısı olarak baktı yaşananlara. Çözüme katkıda bulunamamasının temel nedeni de buydu zaten. Sadece gerçeklere taraf olması gereken medya devletten yana saf tutunca o başarısız yöntemlerin parçası oldu, barış gazeteciliği yapamadı, terör ile Kürt sorununun ne denli iç içe geçtiğini göremedi. Örneğin 1990’lardaki faili meçhulleri, köy yakmalarını bile bağımsız bir gözlükle sorgulayamadı. Devlet olanca pervasızlığıyla hukuk dışına kayarken, medya da seyretmekle yetindi. O dönem medya bunların üzerine gidebilseydi, muhtemelen bugün sorunun çözümünde daha ileri bir noktada olacaktık.