Güncelleme Tarihi:
Cem Özdağ, henüz 18’inde. Hayatınızda karşılaşacağınız belki de en güleç insan. Kan kanseri teşhisi konduğunda henüz 12’sindeydi. Neşeli hallerinden vazgeçmedi, moralini düşürmedi; kendisine sorarsanız hastalığını da böyle yendi. Tedavi görürken başka hastalara yardım etmek üzere aldığı kararla şimdi hemşirelik bölümünde öğrenci…
- Bunu herkes söylüyor. Güleç oluşum doktorlarımın da dikkatini çekmişti, hep “Maşallah” derlerdi.
Hastalanmadan önce de böyle miydiniz?
- Böyleydim. Moralli, mutlu, güleryüzlü olmanın iyileşmemde en önemli faktör olduğunu düşünüyorum.
Her şey nasıl başladı?
- 2012’de yılbaşına iki ay kala... Doktorlar, “Anemi var” diyerek kan ilaçları verdi. İlerleyen zamanlarda bayılmaya başladım. Kollarım o kadar morarıyordu ki annem “Biri mi dövdü” diye soruyordu. Bayılmalarım sıklaştı, 31 Aralık’ta da lösemi (kan kanseri) tanısı kondu. Yılbaşına hastanede girdim.
O zaman kaç yaşındasınız?
-12-13 yaşındaydım. Her şey bir anda gelişti. Birçok kez benden kan alındı ama ne zaman ki hastaneye yatırıldım, işte o zaman çok şaşırdım. Saçları, kaşları, kirpikleri olmayan kardeşlerimi gördüm. Kendimi onlardan saymıyordum. Çünkü bana kimse söylemedi.
Kanser olduğunuz söylenmedi mi?
- Evet, kimse söylemedi. Kanserin sadece adını duymuştum, ne olduğunu tam olarak bilmiyordum. O çocukları görünce “Ben bir hafta yatıp çıkacağım” diye düşünüyordum. Sonra doktorum geldi, beni korkutmadan güzel bir dille hastalığımı anlattı. “33 gün hiç çıkmadan yatacaksın, kemoterapi göreceksin. Ondan sonra bir haftalık iznin olur” dedi. Ama tedavi süreci uzadı; 60 gün hastanede yattım.
Ailenizle görüşebiliyor muydunuz?
- Bir tek annem yanımda kalıyordu, babama koridordan el sallıyordum. Kardeşim o zaman 4-5 yaşındaydı. Bilgisayarın kamerasıyla görüştüğümüzde duygulanıp ağlamıştım.
Sizin de saçlarınız, kirpikleriniz döküldü mü?
- Evet, 25’inci gün döküldü. Her sabah uyandığımda dökülmüş mü dökülmemiş mi diye hemen bakıyordum. Ailem “Saçların için moralini bozma” diyordu ama ben bozmuyordum, “Kel olmak bana da yakışır” diyordum.
Üzülmesinler diye mi öyle diyordunuz?
- Hayır, gerçekten yakışacağını düşündüğüm için öyle diyordum. Ben moralimi bozmuyordum. İyileşeceğime emindim... Şu an lise-4 hemşirelik bölümü öğrencisiyim. Sağlık alanında okumaya da o süreçte karar verdim.
Nasıl oldu?
-Tedavim bittikten sonra doktorlarım “Bir sene evde kalmalısın, eğitimden uzak durmalısın” dedi. Bağışıklık sistemim düşük olduğu için mikrop kaparım diye korkuyorlardı. Sağlık Meslek Okulu’na yazılmak istediğim için ailemi “Doktor izin verdi” diye kandırdım. Hastaneden çıktıktan bir gün sonra da okula kayıt oldum. Bir hafta sonra hastaneye kontrole gittiğimde doktorum duydu, kızdı. Ama ben kendimi iyi hissediyordum. “Bir sene okulda maske takacaksın” dedi, dediği gibi yaptım. Maskeden dolayı insanların kanseri bir bulaşıcı hastalık olarak görüp benden uzaklaşması üzüyordu. O maske kanser hastasını dışarıdan gelebilecek mikroplardan korumak için.
Kendinize bir de Keloğlan diye lakap takmışsınız.
- Evet, tedavim sırasında Kocaeli Üniversitesi Hastanesi’nde 23 Nisan kutlaması vardı. Hasta çocuklara göre yaşım daha olgun olduğu için sunucu olmamı istediler. Ana sınıfı çocukları beni görünce ‘Keloğlan’ diyordu. Ben de kendimle ‘Keloğlan’ diye dalga geçiyordum çünkü kendimle barışıktım. Saçım, kirpiğim dökülmüş ama bu bence utanç verici bir şey değil. Büyük bir şeyi başardığımı düşünüyorum.
Tedavi sırasında sosyal hayatınız nasıldı? Arkadaşlarınızı gördünüz mü?
- Arkadaş ziyareti kısıtlıydı. Yanıma gelirlerse enfeksiyon kapabilirdim. Beni görebilsinler dile odamdaki buz camı çıkartıp normal cam taktık. Hastaneden eve çıktığımda bana bir sürpriz yaptılar. Okuldan 150 kişilik bir grup eve gelmişti. İsmimi seslendiler, balkona çıkınca onları gördüm. Ağlamış, hatta bakamamıştım bile. Hemen içeri girmiştim.
Çok güzel bir sürprizmiş.
- Başka bir sefer de okul müdürümüz bir sürpriz yaptı. Beni okula çağırdılar, maskemi taktım gittim. Ama müdürümüz okuldaki herkese (500-600 kişi) maske dağıtmıştı. O gün beni korumak için onlar maske taktı, ben takmadım. O zaman da çok duygulandım.
- Artık daha duyarlı, daha vicdanlıyım.
Sizin gibi başka kanser hastalarına destek olmak umut vermek için bir şey yaptınız mı?
- Çok şey yaptım. Üç lösemi hastası arkadaşım ve beş üniversiteli büyüğümle ‘Umuduma Ortak Ol’ diye bir grup kurduk. Sosyal medya hesaplarımız aracılığıyla bağış toplayarak hastanelere ziyaretler yaptık. Sadece kanser hastalarına değil, engelli hastalara da köy okullarına da yardım ettik, ediyoruz çünkü onların halinden anlıyoruz.
Hastalığı yendikten sonra ilk nereye gittiniz?
- Vodafone Arena’ya... Hasta Galatasaraylıyım. Hatta bir anım da var: Löseminin tekrarlama belirtileri karın ağrısı ve testislerde büyümedir. Geçen sene bende bu iki belirti olunca doktorum biyopsi istedi. Ağır bir ameliyat oldu. Dört gün yataktan çıkmamam gerekiyordu ama sonraki gün Galatasaray, Podolski transferini yapacaktı. O sabah topallaya topallaya Sabiha Gökçen Havalimanı’na gittim, Podolski’yi karşıladım. Ben yaşamayı seviyorum. Yaşamayı ve yaşatmayı… Babamın işyerine bir çalışanın çocuğunun beyninde ur varmış, ona beş dakikada imzalı forma ayarladım.
En unutulmaz gün hangisiydi?
- Ağızdan kemoterapi aldığım dönemde bir ablamız Florya Tesisleri’nin yöneticisiyle konuşmuş, beni Antrenmana davet ettiler. Sneijder, Drogba, Burak Yılmaz ve Selçuk İnan’la yanyana yemek yedim. Drogba bana o zaman “Chelsea maçında senin için gol atacağım” demişti ve atrenmanda kullandığı beresini hediye etmişti. O gün, hayatımın en mutlu günlerinden biriydi.
Kanser olduğunuzu herkes biliyor muydu?
- Evet, çekinmeden herkese söyledim. Hatta evde “Ben kanserim”’ diye dans bile ediyordum. Facebook’ta ‘Kanserle Dans’ diye bir grup vardı. Ben de şarkı açıp oynuyordum.
Sizin durumunda olanlara ne tavsiye verirsiniz?
- Kanser isim olarak korkutucu gelebilir ama çok korkutucu bir yanı yok. Morali bozmamak lazım, tıp ilerledi. Her zaman umudunuzu koruyun.
38 yaşındaki Burçin Yetişkin, annesini meme kanserinden kaybettiğinde henüz 8 yaşındaydı. Hastalık genetik olabileceği için senelerce bu endişeyle yaşadı. Korktuğu da başına geldi. “Ya bir daha tekrarlarsa” korkusuyla kemoterapi ve radyoterapi görmek yerine iki memesini de aldırdı...
-Bu hastalığı yaşayıp ölümün kıyısından dönen insanlar, hayata daha farklı bakmaya başlıyor, yaşamı daha kaçırmadan yaşıyor. İnsanların söylendiği “Ahh otobüse bineceğim ama çok kuyruk var”, “Off bugün de pazartesi” gibi şeyler bizde artık yok. Daha şükrederek yaşıyoruz.
Hangi sene teşhis kondu?
-2015’in başında bende tek bir kitle vardı, bunu biliyordum. 8 yaşımda annemi bu hastalıktan kaybettim. Genetik faktörleri düşünerek sürekli doktor kontrolü altındaydım. Ama sene içinde kitlelerin sayısı beşe çıktı. Başlangıç seviyesinde kanser olduğumu öğrendiğimde o küçücük şey benim hayatımdan çok daha büyüktü. Eylül ayıydı, nişanıma bir ay vardı...
Öğrendiğinizde aklınızdan ilk ne geçti?
- Aklıma ilk olarak annem geldi. Annemi çok uzun bir savaşın sonunda kaybettik. Küçük olmama rağmen o süreci birebir yaşamıştım. Annemi öyle gördükten sonra çocukluktan beri kanserle yaşıyordum, her sabah gözümü açtığımda aklıma geliyordu. Annemin kaderini yaşıyorum gibi hissettim.
Peki, teşhis kondu, sonra?
- Bana doktor haberi pat diye verdi. İşten ayrılıp kendimi eve kapatmayı, her şeyi bırakmayı düşündüm. Hatta nişanlıma ayrılmak istediğimi söyledim, “Git sağlıklı biriyle hayat kur” dedim ama o beni bırakmadı. Bence bu bizim ilişkimizin sınavıydı. Biri eğer zor durumda yanınızda kalıyorsa o ilişki gerçektir; bu her türlü ilişki için geçerli, illa sevgiliniz olması gerekmez. Doktorum da “Git, evlen, hayatına kaldığın yerden devam et. Makyajını yap, düğününde oyna. Sanki hiçbir şey yokmuş gibi ‘evet’ de” dedi.
Siz de kabul ettiniz...
-31 Ekim’e gün almıştık, ertelemedik. Tek fark, biz balayı yerine hastane odasına gittik. Bendeki kitle ışın tedavisiyle çözülebilirdi ama ben radikal bir karar aldım. Tekrarlarsa bu psikolojiyi yeniden yaşamak istemediğim için iki mememi birden aldırdım. Şu an silikon var. Bunun en güzel yanı, hiçbir zaman sarkmayacak olması (Gülüyor). Silikona alışmak çok zor. Su damacanasına basamıyorsunuz. Ayakkabı bağlayamıyorsunuz. Banyo bile yapamıyorsunuz. Ailem, ablam, eşim hep destekçimdi, sağolsunlar. Bir de şirketim çok yanımda oldu. Beni işten çıkarırlar mı korkusu yaşamadım.
Üzer miydiniz kendinizi çok?
-Dönem dönem, evet.
-Ben iyi bir doktorun yanı sıra hastalığı kabullenmemeye, güçlü durmaya, hastalığı üzerime giymemeye bağlıyorum. Bir de bence işin özeti, kurbanı oynamamak. “Ahh bu benim başıma neden geldi” demek fayda vermiyor. Geldi işte! Birileri de sen kafede keyifle kahveni yudumlarken dışarıda zorlu bir hayat mücadelesi veriyor. Hayat bir sınav, herkes bir şeylerin savaşını veriyor.
Makine teknikeri Erol Günce 49 yaşında. İki yıl önce boğazında bir şişlik fark etti. İleri evrede geniz eti kanseri teşhisi kondu. Işın tedavisi gören Günce uyarıyor: “İnsanlar bu hastalığı yendikten birkaç sene sonra ‘Bir daha olmaz’ diyerek kontrollerini aksatıyor. Kontrollere gitmek lazım.’
- Evet. Geniz eti kanseri (Nazofarenks CA) hastasıyım.
“Hastasıyım” mı, “Hastasıydım” mı?
- Hastasıyım. Bizde metastaz yapma ihtimali olduğu için üç-dört ayda bir kontrollerim var. O yüzden “Bu hastalığı yüzde 100 atlattım” diyemiyorum. Hayatımı hep yeni bir risk olabilecekmiş gibi yönlendireceğim.
Sizinkisi az rastlanan bir kanser türü…
- Evet, ama son zamanlarda sayıları artmış. Nedeni bilinmiyor; kimisi iklim diyor, kimisi genetik.
- 2014’ün sonlarıydı… Bir gün spor yaparken elimi boynuma attım, bir şişkinlik... Daha önce eşim tiroidlerini aldırdığı için “Acaba tiroidlerde mi bir şey var” diye ürktüm. Spor salonundaki arkadaşlar “Yağ bezesidir” dediler ama ben eşimin yaşadıklarından dolayı önemsedim ve kulak-burun-boğaz hekimine gittim. Parça alıp patolojiye gönderdiler ama kesinlikle ‘kanser’ kelimesi geçmedi.
İçinizde kanser olabileceğinize dair bir şüphe var mıydı?
- Önemli bir şey olduğunu anladım çünkü doktor bütün hastalarını bırakıp benimle ilgilenmeye başladı. Ama ben yine de kendime kötü bir şey konduramıyordum. Sonra bir de üniversite hastanesine gittim, oradaki hocaların yaklaşımı neticesinde daha onlar söylemeden kanser olduğumu anladım. İlk doktorumun “Bunun çaresi var” lafını içimden sürekli tekrar ederek bir umut kırıntısı arıyordum. İnatçı biriyimdir, sonuna kadar direnirim, pes etmem. Biraz da buna güveniyordum.
Sonra?
- Teşhis konduktan sonra “Çalışma hayatınızı unutun. Tedavi süresinde şırıngayla mideden besleneceksiniz; 25-30 kilo vereceksiniz. Altı-yedi ay kimseyle konuşamayacaksınız” dediler. “Hayat buraya kadarmış, öleceğim” dedim. 33 seans ışın tedavisi verdiler. O da şöyle: Masaya yatırıyorlar, yüzünüze özel bir maske yapıştırıyorlar, kımıldama imkânınız yok. Tükürük bezlerim iptal, yutkunamıyorum; su içme imkânım yok. Yüzünüze biri elini bastırsa nefes almakta zorlanırsınız ama ben 33 gün boyunca 10’ar dakika bu şekilde nefes almak için mücadele ettim.
Çok zormuş...
- Boynum her gün daha fazla yanmaya başladı, o yanıklar tabaka tabaka arttı. Neticede ışın dedikleri bir yakma işlemi. Oradan çıkınca buz gibi soğuk su istiyordum, aşırı soğuk su bile yanık acımı gidermiyordu. Yutkunamadığım için çalkalayıp tükürüyordum. Işın tedavisi sürerken boynumda çok çok çok derin, lastik gibi bir yara oluştu. Her gittiğim gün, “Bu son, bugünü atlatayım, yarın kesinlikle gelmeyeceğim” demeye başladım. O benim tedavim ama bana işkence gibi geliyordu.
Nasıl devam edebildiniz?
- Bir gün sıramı beklerken 9-10 yaşlarında bir kız çocuğu gördüm, o da ışın tedavisi için sırasını bekliyordu. Onu görünce kendimden utandım. Ben gelmemek için bahane ararken, o çocuk yanında annesiyle orada duruyordu. Onu gördükten sonra tedaviye daha çok sarıldım. Benim de ailem yanımdaydı, çok şanslıydım. Bütün kanser hastalarına diyeceğim en önemli şey: “Ailenizi yanınızda tutun.”
Üzülmesinler diye ailesini konunun dışında tutanlar var.
- Kanseri yenmek için en önemli şey, umut. Umudu da en çok aileniz veriyor. Umudumu kestiğim zaman, ailem bana karşı çıktı; doktorla birlikte onlar da bana tavır aldı. Depresyona girdim, dört ay boyunca tek kelime konuşamadım. Ama onlar bir an olsun beni yalnız bırakmadı. Konuşmadığım dönem tamamen kopmuştum, öleceğimi düşünmüştüm.
“Neden ben” dediniz mi hiç?
- Dedim tabii. Genetik bir durum sözkonusu değil, ailede kanser olan yok. Bir ara hayatım çok stresliydi, “Acaba o dönemden dolayı mı kanser oldum” diye düşündüm ama sonra şuna karar verdim: Bunu düşünmek hastalığı geriye götürmüyor. Ben hastalığı yenmeye bakayım dedim.
Boynunuzdaki yanık nasıl geçti?
- Bir krem verdiler, her banyoda sürdük. Bir gün yere pat diye bir şey düştü. Pat diye! “Organ mı düştü, ne düştü” dedik. Elin yarısı kadar yaralardı… Zamanla hepsi düştü, vücut kendini yeniledi.
Tedavi biteli iki sene olacak…
- Artık istediğim her şeyi yiyebiliyorum. Hepimiz için çok sıradan bir şey değil mi, su içmek? Su içmek inanılmaz güzelmiş.
Yaşadıklarınız size nasıl yansıdı?
- Beni daha güçlü kıldı. Her şeye olumlu bakmaya başladım. Eskiden çok önemsediğim şeyleri artık önemsemiyorum. Aileme eskisinden daha çok düşkün oldum; eşimin değerini daha iyi anladım. Çevredeki insanlara karşı duyarlılığım arttı. Mutlu olmayı öğrendim. Doğaya bakarken yaşama sanki bir daha gelmeyecekmişim gibi, bir daha bakmayacakmışım gibi bakıyorum.
30 yaşındaki Zeynep Ekren, bundan iki yıl önce elle yaptığı muayene sonucu memesindeki kitleyi fark etti. Doktorlar ona kitlenin iyi huylu olduğunu söylüyordu ama içindeki ses kötü huylu olduğu konusunda ısrar ediyordu. O ses hayatını kurtardı…
- 2014’te bir iş seyahatinden İstanbul’a dönmüştüm. Duşa girerken kitleyi fark ettim. Kardeşime gösterdim. Moralimiz çok bozuldu. Gece oturdum, internette araştırmalar yaptım...
En yapmamanız gereken şeyi yaptığınızı düşünüyor musunuz şimdi?
-Ahhh evet! Çok kötü yorumlar okudum, felaket tellallığı yapan bir sürü yazı... Aslında beni motive edebilecek bir şey aradım. Ama içinden bir ses “Kötü huylu olacak” diyordu.
Hikâyenizdeki en şaşırtıcı kısım bu... İki doktorun size kitlenin iyi huylu olduğunu söylemesine rağmen siz kötü huylu olduğunu konusunda eminsiniz. Nasıl oluyor bu?
- Bir-iki yıl oğlumdan ayrı kaldım, bu süreçte de çok üzüntü yaşadım. Sanıyorum kitlenin kötü huylu olduğunu düşünmemin sebebi buydu. Tanıdıklarımın beni yönlendirdiği iki doktor da iyi huylu olduğunu söyledi ama altıncı hissim çok kuvvetlidir, kötü çıkacağını düşümdüm. İçgüdü diyelim. En son göründüğüm doktora annemle beraber gittik. Doktor ekrana baktı, konuşamadı, morali bozuldu.
O halini görünce ne düşündünüz?
- Anladım durumu. Sessizliği annem bozdu; “İyi değil herhalde” dedi.
Böyle bir kontrole anneyle gitmek iyi bir şey mi kötü bir şey mi?
- İyi bir şey. Tek başına olsaydım tutunacak bir dal bulamazdım. Doktor olumlu konuştu, moral verdi. Bana “Kanser oldun” demedi. “Kötü huylu ama şöyle yapılabilir vs.” diye sakince anlattı.
O kelimeyi zikretmemesi sizi olumlu etkiledi mi?
- Muhtemelen... Olayın büyüklüğünü biliyorsunuz, farkındasınız ama daha küçükmüş gibi gösterildiği zaman daha sakin karşılıyorsunuz. Böylece “Niye ben” diye hiç sormadım. Bunun yerine “Ne yapabilirim, bu durumdan nasıl hızlı çıkabilirim”i düşündüm.
Kaçıncı evredeymişsiniz?
- İkinci evrenin başındaymışım. Kemoterapi ve radyoterapi alacaktım. Saçlarım dökülecekti, zor tedaviler geçirecektim. Tedaviye başladığımda ilaçlar çok ağır geldi. İlk kemoterapide bütün kemiklerim kırılıyor gibi oldu, sanki bir daha ayağa kalkıp yürüyemeyecek gibi hissettim.
O zaman oğlunuz 8 yaşındaymış. Ona söylediniz mi?
- Söyledim. Saçlarım çok uzundu, dökülsünler istemediğim için kısacık kestirmiştim. O süreçte tahmin etmiş. Yani hazırlıklıydı. Ben de onu “Şöyle iyileşebiliyorsun, böyle tedaviler var” diyerek motive ettim. Çok olgun davrandı. Dışarı çıktığımda peruk kullanmadım. İnsanların bana bakışını fark etmesine rağmen moralimi bozacak bir şey yapmadı. Altı seans kemoterapi, bir buçuk ay da radyoterapi aldım. Yaşım genç ve hücre bölünmem çok olduğu için çok yüksek dozda ilaç verdiler. Fakat yatmayı tercih etmedim. Sürekli tatil yaptım, sokaklarda gezdim, sosyal hayatımı kısıtlamadım. Bağışıklık sistemi stresten de düşebiliyor, o yüzden mikrop kapar mıyım diye kaygılanmadım.
Biraz grip muamelesi mi yapmışsınız?
- Evet, zaten meme kanseri biraz grip gibi oldu. Bu hastalık birçok kadında var.
- Kızkardeşim var, öğretmenlik yapıyor. Ameliyat dönemlerimde onun da veli toplantısı vardı. Veliler üzgün olduğunu fark etmiş, sormuşlar. O da anlatmış. 10 yıl önce bu hastalığı atlatan bir velisi, “Hastaneden çıkınca bir araya gelelim, ona anlatayım. İçi rahatlasın” demiş.
O hanımdan ne öğrendiniz?
- İnsanın “önce ben” demesi gerektiğini... Ben kendimi ön plana atan biri değilim ve bu nedenle ertelediğim çok şey olmuştu.
Neyi ertelemiştiniz, neyi yaptınız?
- Çok çalışıyordum. Gezmeye vakit ayırmıyordum. Resim kursuna gitmeyi çok istiyordum, gittim. Kendime motosiklet aldım, kullandım.
Bu süreçte en çok neye üzüldünüz, kırıldınız?
- Peruksuz gezerken kızkardeşim insanların bana bakışından dolayı çok yoruluyor, “İnsanlar neden böyle rahatsız edici bakıyor” diye sinirleniyordu. Bir keresinde bir havayolu şirketinin bankodaki görevlisi bana “Kanser misiniz, kemoterapi alıyor musunuz” diye sordu. “Alıyorum” dedim. “O zaman sizi uçağa alamayacağım. Doktordan onay almanız lazım” dedi. “Hamile değilim, astımım yok” dedim ama kabul etmedi. Yanımda oğlum olduğu için gerginlik çıksın istemedim. Doktor “Sizin burada olmanız çok saçma bir durum” yanıtını verdi. Geri döndük, uçağa bindik. Bu yapılan muamelenin adı, insanları başkalaştırmaktır, rencide etmektir. Birilerinin bana “Hastasın, hastasın” deyip hastalığımı hatırlatması çok rahatsız ediciydi.
Şimdi nasıl hissediyorsunuz?
-Şimdi artık güne çok keyifli başlıyorum. Olumsuz bir şey düşünmemeye çalışıyorum. Özellikle hastalığı hiç! Kanser Savaşçıları Derneği’yle tanıştım, dernek vasıtasıyla pek çok insana ulaşıp onlara yardımcı olmaktan dolayı mutluyum. Ve en önemlisi, hastanedeki ekibimin beni değerli hissettirmesi bana çok iyi geldi. Hastalara umutsuzluğa kapılmamasını tavsiye ederim. Uzakta o kara görülüyor, ona ayak basmak mümkün.