Su şişesi hep elinizde, sık sık yudum yudum içiyorsunuz. Hastalıktan yadigâr mı?
- Evet. Geniz eti kanseri (Nazofarenks CA) hastasıyım.
“Hastasıyım” mı, “Hastasıydım” mı?
- Hastasıyım. Bizde metastaz yapma ihtimali olduğu için üç-dört ayda bir kontrollerim var. O yüzden “Bu hastalığı yüzde 100 atlattım” diyemiyorum. Hayatımı hep yeni bir risk olabilecekmiş gibi yönlendireceğim.
Sizinkisi az rastlanan bir kanser türü…
- Evet, ama son zamanlarda sayıları artmış. Nedeni bilinmiyor; kimisi iklim diyor, kimisi genetik.
- 2014’ün sonlarıydı… Bir gün spor yaparken elimi boynuma attım, bir şişkinlik... Daha önce eşim tiroidlerini aldırdığı için “Acaba tiroidlerde mi bir şey var” diye ürktüm. Spor salonundaki arkadaşlar “Yağ bezesidir” dediler ama ben eşimin yaşadıklarından dolayı önemsedim ve kulak-burun-boğaz hekimine gittim. Parça alıp patolojiye gönderdiler ama kesinlikle ‘kanser’ kelimesi geçmedi.
İçinizde kanser olabileceğinize dair bir şüphe var mıydı?
- Önemli bir şey olduğunu anladım çünkü doktor bütün hastalarını bırakıp benimle ilgilenmeye başladı. Ama ben yine de kendime kötü bir şey konduramıyordum. Sonra bir de üniversite hastanesine gittim, oradaki hocaların yaklaşımı neticesinde daha onlar söylemeden kanser olduğumu anladım. İlk doktorumun “Bunun çaresi var” lafını içimden sürekli tekrar ederek bir umut kırıntısı arıyordum. İnatçı biriyimdir, sonuna kadar direnirim, pes etmem. Biraz da buna güveniyordum.
Sonra?
- Teşhis konduktan sonra “Çalışma hayatınızı unutun. Tedavi süresinde şırıngayla mideden besleneceksiniz; 25-30 kilo vereceksiniz. Altı-yedi ay kimseyle konuşamayacaksınız” dediler. “Hayat buraya kadarmış, öleceğim” dedim. 33 seans ışın tedavisi verdiler. O da şöyle: Masaya yatırıyorlar, yüzünüze özel bir maske yapıştırıyorlar, kımıldama imkânınız yok. Tükürük bezlerim iptal, yutkunamıyorum; su içme imkânım yok. Yüzünüze biri elini bastırsa nefes almakta zorlanırsınız ama ben 33 gün boyunca 10’ar dakika bu şekilde nefes almak için mücadele ettim.
Çok zormuş...
- Boynum her gün daha fazla yanmaya başladı, o yanıklar tabaka tabaka arttı. Neticede ışın dedikleri bir yakma işlemi. Oradan çıkınca buz gibi soğuk su istiyordum, aşırı soğuk su bile yanık acımı gidermiyordu. Yutkunamadığım için çalkalayıp tükürüyordum. Işın tedavisi sürerken boynumda çok çok çok derin, lastik gibi bir yara oluştu. Her gittiğim gün, “Bu son, bugünü atlatayım, yarın kesinlikle gelmeyeceğim” demeye başladım. O benim tedavim ama bana işkence gibi geliyordu.
Nasıl devam edebildiniz?
- Bir gün sıramı beklerken 9-10 yaşlarında bir kız çocuğu gördüm, o da ışın tedavisi için sırasını bekliyordu. Onu görünce kendimden utandım. Ben gelmemek için bahane ararken, o çocuk yanında annesiyle orada duruyordu. Onu gördükten sonra tedaviye daha çok sarıldım. Benim de ailem yanımdaydı, çok şanslıydım. Bütün kanser hastalarına diyeceğim en önemli şey: “Ailenizi yanınızda tutun.”
Üzülmesinler diye ailesini konunun dışında tutanlar var.
- Kanseri yenmek için en önemli şey, umut. Umudu da en çok aileniz veriyor. Umudumu kestiğim zaman, ailem bana karşı çıktı; doktorla birlikte onlar da bana tavır aldı. Depresyona girdim, dört ay boyunca tek kelime konuşamadım. Ama onlar bir an olsun beni yalnız bırakmadı. Konuşmadığım dönem tamamen kopmuştum, öleceğimi düşünmüştüm.
“Neden ben” dediniz mi hiç?
- Dedim tabii. Genetik bir durum sözkonusu değil, ailede kanser olan yok. Bir ara hayatım çok stresliydi, “Acaba o dönemden dolayı mı kanser oldum” diye düşündüm ama sonra şuna karar verdim: Bunu düşünmek hastalığı geriye götürmüyor. Ben hastalığı yenmeye bakayım dedim.
Boynunuzdaki yanık nasıl geçti?
- Bir krem verdiler, her banyoda sürdük. Bir gün yere pat diye bir şey düştü. Pat diye! “Organ mı düştü, ne düştü” dedik. Elin yarısı kadar yaralardı… Zamanla hepsi düştü, vücut kendini yeniledi.
Tedavi biteli iki sene olacak…
- Artık istediğim her şeyi yiyebiliyorum. Hepimiz için çok sıradan bir şey değil mi, su içmek? Su içmek inanılmaz güzelmiş.
Yaşadıklarınız size nasıl yansıdı?
- Beni daha güçlü kıldı. Her şeye olumlu bakmaya başladım. Eskiden çok önemsediğim şeyleri artık önemsemiyorum. Aileme eskisinden daha çok düşkün oldum; eşimin değerini daha iyi anladım. Çevredeki insanlara karşı duyarlılığım arttı. Mutlu olmayı öğrendim. Doğaya bakarken yaşama sanki bir daha gelmeyecekmişim gibi, bir daha bakmayacakmışım gibi bakıyorum.