Güncelleme Tarihi:
Ürgüp'teki peri bacalarının dünyada o özelliklere sahip tek oluşum olduğu yönündeki yaygın kanı yanlışmış. Alpler’in dolomitlerini hazırlayan jeolojik şartlar bu bölgede rengi ve biçimi bile aynı aşınmalar meydana getirmiş. Tek fark, Alpler’dekiler ormanlık alan içinde ve bir de onlara peri bacası dememiş halk, piramit demiş...
Her ne kadar bu gölge oyununu dünya çapında bilinir kılan Osmanlılar olsa da, oyunun kökeni Mısır'a dayanıyor. Yavuz Sultan Selim 1517'de Mısır'ı Osmanlı topraklarına kattıktan sonra, Mısır'dan getirttiği sanatçılarla bu oyun da Türk kültürüne girmiş oluyor ve 17’nci yüzyıl itibarıyla da iyice yaygınlaşıyor.
Geçmişte, bu futbol teriminin "topa kafayla vurmak" anlamına geldiğini sanacak kadar futboldan anlamadığımı öncelikle belirterek, kelimenin kökenini merak ettiğimi açıklamış olayım... Efendim, bu kelime İtalyanca'dan dilimize girmiş: Tepetaklak olmak/etmek anlamındaki "rovesciare" kelimesini alıp uyarlamışız. Bu terimin diğer dillerdeki ifadeleri de ilginçmiş, arada bunları da öğrenmiş olduk. Almanca'da her zamanki gibi açık açık durumu anlatan kelimelerden oluşmuş terim: "Fallrückzieher" yani yere düşerek geri tersten vuruş. İngilizce'de hem "bicycle kick" hem de "scissors in the air" denmiş ki bu ifade İspanya'da, Şili'de ve daha birçok ülkede aynı şekilde ama tabii kendi dillerinde aynen kullanılmış. Norveçliler ise Brassespark demişler yani Brezilya vuruşu…
Tarihte ilk olarak, 11’inci yüzyılda yaşamış Türk devlet adamı Melik Dânişmend Gazi'nin hayatını anlatan "Danişmendname"de karşımıza çıkan tüfek sözcüğü, Farsça'daki "patlama sesi" anlamına gelen "tufang" kelimesinden geliyor, bizde biraz değişip "tüfek" olmuş.
Apple'ın kurucusu Steve Jobs'ın 1980'lerde yani 20'li yaşlarındayken, 40'lı yaşlarını sürmekte olan ünlü şarkıcı Joan Baez ile sevgili olduğunu biliyor muydunuz?
Öncelikle, üzerinde zaten insanların yaşadığı bir yer, nasıl "keşfedilmiş" sayılıyor, onu mantıkla anlamak mümkün değil. Dahası yapılan araştırmalar, İzlanda sagalarındaki anlatıların doğruluğunu destekler nitelikte: 1000 senesi civarında Grönland ve İzlanda'dan insanlar (ki bunlar Viking ve İrlanda kökenliler) Kuzey Amerika'nın doğu sahillerine ulaşmışlar, St. Lawrence Körfezi, Prens Edward Adası, New Brunswick ve daha güneydeki topraklara varmışlar. Birden fazla bölgede kamp kurmuşlar, bazen bir kış, bazen birkaç yıl kalmışlar. Ama tarihe göre Amerika kıtasını onlar keşfetmiş sayılmıyor. Gel de anla...
Meğer İskoçya'da 18’inci yüzyılın ortasına kadar bir Viking (yani İskandinav) diyalekti olan Norn konuşulmuş. Mesela Shetland gibi ilçeler/şehirler, 1400'lerin sonuna kadar Viking yönetiminde kalmış. Hatta yapılan genetik araştırmalar, İskoçya'da günümüzde yaşayan ve Viking/İskandinav izleri taşıyan kadınların oranının İzlandakilerle aynı olduğunu ortaya koymuş. Velhasıl İskoç İskoç diyoruz, aslında kökenleri bildiğin Viking… Bu durum benim için, neden İskoçların konuştuğu İngilizce'yi anlamakta zorlanıyor olduğumun da açıklaması niteliğinde.
Aynedârlık Osmanlı'da bir meslek, bir zanaat… Aynedârlar berberlik için ellerinde aynalarıyla sokaklarda gezerlermiş. Osmanlı devletinin zanaat kayıt defterleri üzerinde yapılan bir araştırmada bunun gibi, günümüzde hiç olmayan, hatta adını bile duymadığımız onlarca meslekten bahsediliyor.
İstanbul'da 1812'de yaşanan veba salgınında resmi kayıtlara göre günde ortalama 850-900 kişi ölmüş. Hatta Ramazan ayında sayı 1200'e, müteakip bayramda ise 3000 kişilere kadar çıkmış. Padişahlar kadın cenazelerinde namaza durmazlarmış gelenek gereği, ama ulema "Hastalığın giderilmesine sebeptir" diyerek ricada bulununca Sultan Mahmut kadın cenazelerine de katılmış.
İngiliz edebiyatının ünlü ismi Lord Byron 36 yıllık kısa yaşamına, edebiyat dünyasına ismini altın harflerle yazdırmak dışında, aralarında üvey kız kardeşi olmak üzere birçok kadınla ve hatta erkekle yaşadığı aşkları da sığdırmış. 1816'da İngiltere'den ayrılmış, bir daha da dönmemiş. Yunanlıların Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılmalarıyla sonuçlanan Yunan Bağımsızlık Savaşı'nda savaşmış (hatta bu nedenle Yunanlılar kendisini ulusal kahraman olarak ilan etmiş), bu savaş sırasında hastalanıp ölmüş.
Akuaponik yetiştiricilik toprak yerine bir su ürünleri sistemindeki balıkların ürettiği ve besin bakımından zengin atık suyun içinde bitki yetiştirme işine verilen ad. Eski bir küvetin içinde sivrisinek, kötücül bakteri vs. olmadan su teresi, su mercimeği falan yetiştirebilecek durumdayız yani.
Florya'nın adıyla ilgili dört rivayet var. Birinci rivayet Reşad Ekrem Koçu'dan: İskender Çelebi Arnavutluk'un Florina Kasabası'ndandı ve bu bölgede bir bahçe yaptırdı ve bahçeye "Florina" adını verdi. Bu ad zamanla "Florya"ya dönüştü. İkinci rivayete göre, 17’nci yüzyıldan sonra bölge "Flûrya" olarak adlandırılıyordu ve bu adı Florina'dan gelen göçmenler getirmişti. Üçüncü rivayet ise, Florya'nın Bizans kökenli "Florion" kelimesinden geldiği yönünde. Son ve dördüncü rivayet de şu: Semt, ismini Fülürye denilen bir kuşun adının Rus şivesi ile Florya’ya dönüşmesinden almıştır. Aynı iddaya göre buraya yerleşen Rus göçmenleri, bu semte plaj modasının taşımasında da önemli bir etken olmuştur. Topraklarımızda denize girme alışkanlığının Rus Devrimi sonrası ülkesinden kaçan ve bizim topraklarımıza yerleşen Ruslarla başladığı bilgisi doğru olduğu için, ben sonuncu ve dördüncü rivayetten yana kullanıyorum oyumu...
Tarihte ilk güneş gözlüğünü, Arktik bölgelerde yaşayan İnuitler (bir başka deyişle Eskimolar) kullanmışlar; ta ilk çağlardan itibaren. 12’nci yüzyılda Çin'de hâkimler gözlük takarlarmış ama o da bir gelenek üzerine, karar verirken gözlerindeki ifade belli olmasın diye. 19’uncu yüzyılda frengi hastalarına günümüz güneş gözlüklerine benzer tedavi amaçlı güneşten koruma gözlükleri verirmiş doktorlar. Ama günümüz anlamındaki güneş gözlükleri ancak 1920'lerde kullanıma girmiş ve ilk kullananlar da sinema yıldızlarıymış. Tanınmamak için mi yoksa film çekimlerinde kullanılan ışıklar nedeniyle kızarmış gözlerini saklamak için mi yoksa sadece güneşten rahatsız oldukları için mi, orası bilinmiyor…
Rüzgar balonlarının rüzgarın yönünü gösterdiğini az çok hepimiz biliriz de, meğer üzerlerindeki her bir renk dilimi de 3 knot'luk rüzgar gücüne tekabül etmekteymiş, ben bunu yeni öğrendim.
Madem bugün ayın 13’ü “13’üncü Cuma” miti nereden çıkmış ona bakalım. Ayın 13’üne denk gelen cumalardan korkmak, cumaya rastlayan ayın 13'lerinde kötü bir şey olacağına yönelik inanç gerçekten de bir fobiymiş ve adı bile varmış: paraskevidekatriaphobia... Açılımı Yunanca'dan "paraskevi" cuma anlamında, "dekatreis" on üç anlamında, phobia da bildiğimiz fobi... Bununla birlikte, yapılan araştırmalar, ayın 13'üne denk gelen cuma günlerinde kaza, yangın vs. gibi olaylarda bir artış görülmediğini ortaya koymuş. Bu arada, bir sonraki 13’üncü cuma 13 Ekim 2017'de... Eğer takip etmek isteyen olursa diye…