Güncelleme Tarihi:
Uzayda, insanoğlunun yarattığı bir çöplük yatıyormuş. NASA verilerine göre, dünya yörüngesinde irili ufaklı tam 500 bin parça çöp varmış ve bunlar dünyanın çevresinde saatte 28.000 kilometre hızla dönüyorlarmış. Her biri tek tek takip ediliyormuş çünkü uydulara, uzaya gönderilen roketlere vs. ciddi zarar verme ihtimalleri varmış. Bir de takip edilemeyecek kadar küçük olanlar varmış ama onların da zarar verme ihtimalleri bulunuyormuş. Bravo insanoğluna diyorum, kirletmek için dünya yetmedi, sıra uzayda!
İkinci Dünya Savaşı… Bu savaşta ölenlerin sayısı yaklaşık 48 milyon (evet, milyon, yanlış yazılmadı). Bu ölümlerin yüzde 80'i sadece dört ülkenin kaybı. Sırasıyla Rusya, Çin, Almanya ve Polonya… Ölenlerin yüzde 50'sinden fazlası siviller ve onların da büyük bir kısmı kadın ve çocuklar.
Psikoloji dünyasında 2011'den bu yana "IKEA etkisi" diye adlandırılan bilişsel bir eğilim varmış... Harvard Üniversitesi'nden Michael I. Norton, Yale Üniversitesi'nden Daniel Mochon ve Duke Üniversitesi'nden Dan Ariely'nin yaptığı ve sonuçlarını yayınladığı araştırmaya göre, tüketiciler, yaratılma ve/veya üretilme aşamasına katkıda bulundukları ürünlere orantısız bir şekilde daha yüksek değer veriyorlarmış. Tam rakam gerekirse, yüzde 63 daha çok para ödemeye hazırlarmış. IKEA bunu bilip de mi yola çıktı, yoksa yola çıktıktan sonra "Vay, böyle de oluyormuş demek" mi dedi, bilemiyorum ama bizim "kendin pişir kendin ye"cilerimizin, müşteriye tarladan domatesi toplattırıp normalin iki katı fiyat kesen yol kenarı satıcılarımızın bu işi çok daha önceden keşfettiği kesin.
Bugünün yeni bilgisinde Amişler (Amish) var. Bugün Kuzey Amerika'da hepi topu 200 bin kişilik bir topluluk olarak yaşayan bu Amişler, oldukça tutucular. Pensilvanya Almancası ya da Hollandacası denen (Deitsch) bir dil konuşuyorlar. Otomobil, telefon, elektrik gibi modern dünya nimetlerinden kesinlikle faydalanmıyorlar. Bir de erkeklerinin kesinlikle bıyık bırakması yasak, bıyıksız sakal bırakmaları gerekiyor. Nedenine gelirsek: 1860-1916 yılları arasında İngiliz ordusundaki askerlerin bıyık bırakması mecburi imiş. Amişler de pasifist ve dolayısıyla savaşa karşı oldukları için, topluluk olarak bu nedenle bıyık bırakmayı yasaklamışlar. Öte yandan da sakal erkekler için zorunlu, nedeni de İncil'de adı geçen erkeklerin hepsinin sakalı olması. Ama onun da kuralı var: eEvlenmeden sakal bırakmak yasak, ancak evlendikten sonra.
Eserlerinde en çok farklı kelime kullanan yazar Shakespeare'miş: 30 bin birbirinden farklı kelime kullanmış. Onun ardından Victor Hugo geliyormuş ve onu da Goethe takip ediyormuş. Kim oturup da saymış bilinmez ama Cemal Süreya ve Ayhan Songar yazdıklarına göre doğrudur herhalde...
Sene 1720... Veba artık kalmamış ama önlemleri devam ediyor... Normalde tüm gemilere 40 gün karantina zorunluluğu var. Marsilya Limanı'na demir atan Grand Saint Antoine isimli ticari gemi pahalı kumaş yüklü. Şehrin önde gelenlerinin bu kumaşları fuara yetiştirmesi gerekiyor. Ufak yolsuzluklarla karantina süresini beklemeden işe girişiliyor. Sonuç: Marsilya'da 20 Haziran 1720'de bir terzinin ölümüyle başlayan veba salgını 29 Eylül 1721'de 50 bin can aldıktan sonra sona eriyor.
Linç kelimesinin tarihçesi Amerikan Devrimi’ne dayanıyor. Kelime mahkeme olmaksızın ceza verilmesi esasına dayalı Lynch Kanunu'ndan geliyor. 1780'lerde Virginia'da yaşamış olan Charles Lynch ve Williams Lynch'in soyadlarından türemiş bir sözcük.
En fazla iki! ABD'de iki dönemden fazla başkanlık yapılamayacağı anayasaya 1947'de ekleniyor. Aslında Franklin D. Roosevelt'e kadar da iki dönemden fazla başkanlık yapılmıyor ama bu bir kanuna dayalı olarak değil, ABD'nin ilk başkanı George Washington'un üçüncü dönem başkanlık yapmayı reddetmesi sonrasında oluşmuş gelenekten kaynaklanıyor. Roosevelt ise tam 4 dönem başkanlık yapıyor, ölümüne kadar başkan kalıyor, zaten o dördüncü dönemde de başkan seçilince, Kongre 1947'de böyle bir ekleme yapıyor anayasaya.
Aslında konunun anahtar ve kilit işleriyle uğraşan çilingirlerle uzaktan yakından alakası yok, her zamanki gibi, bambaşka bir kelime, ağızdan ağıza bozula bozula bu hale gelmiş. İlk kullanımı "şilengar sofrası", Moğollardan gelen bir gelenek... Moğolcada şilengar "şölen donatan" demekmiş, Moğollarda bu şölenler çok ünlü... Sonra Farsça'ya geçiyor "şelangar" oluyor. En son Osmanlı Sarayı'nda "çeşnigir sofrası" oluyor, çeşnigir yemekleri tadan kişi... Ve işte bu sofrada tüm yemeklerden küçük küçük kaplar bulunuyor, çeşnigir hepsinden bir iki kaşık tadıyor ama yanında mutlaka rakı içiliyor, başka içki, içecek kesinlikle olmuyor. Arada bir yerlerde, bu işten çilingirler şanslı çıkıyor ve önce şilengar, sonra çeşnigir derken, sofranın adı "çilingir" sofrasına dönüşüyor.
Böyle bir ülke varmış bir zamanlar... Bugün Yunanistan'ın batısındaki Korfu, Paksu, Lefke, Itake, Kefalonya, Zante ve Çuha adalarından oluşuyormuş... Bu adalar 1797'ye kadar Venedik egemenliği altındaymış. Sonra işte bu devlet kurulmuş ama yönetimi İngiltere, Fransa ve Rusya'ya aitmiş. Sonra da 1864'te bu adalar (Osmanlı'da Yediadalar diye geçermiş) Yunanistan'a bağlanmış.
Böfstrogonof diye yerleşmiş Türkçeye ama asıl doğru çevirisi ‘dana stroganof’ olmalı. Bu parça parça dana etleri ile yapılan yemek için yakıştırılan iki tarihçe var: Birincisine göre, 19’uncu yüzyıl ortalarında, zengin ve hayırsever Rus asilzadesi Kont Stroganov'un talimatıyla ortaya çıkmış. Savaş gazilerine yemek davetleri düzenleyen Kont Stroganov, bir kolunu kaybetmiş gazilerin bıçak kullanmadan yiyebilecekleri bir et yemeği istemiş aşçılarından... ortaya bu yemek çıkmış, sonra da yemeğe kontun adı verilmiş... İkinci versiyon da aynı insana yani Kont Stroganov'a dayanıyor ama bu versiyonda çok zengin olan kontun çocuğu vs. yok ve o zamanki aile geleneklerine göre her gün sokakta fakirlere sofra kuruyor, yemeklerin kolay yenecek, çatal-bıçak gerektirmeyecek yemekler olmasını isteyince, ortaya bu yemek çıkıyor. Artık hangi versiyonu tercih ederseniz...
Ülkemizin özellikle güney şehirlerine özgü bir tatlı karsambaç: Kar toplanır, bir bardağa konur, üzerine şerbet, pekmez dolaştırılır yenir. Yayla kültürü ile bağlantılı bir tatlıymış, özellikle Mersin yaylalarında meşhurmuş. Bunun kızılcık şerbeti ile yapılanına da "bici bici" denirmiş. Bu tatlı türü anlaşılan birçok ülkede var, ABD Louisiana'da şeker kamışı şurubu ile yapılırmış ve adı da "snow ice cream"imiş...
Sıkı durun: Murphy gerçek bir insanmış! 1918-1990 yılları arasında yaşamış ve kendisi bir mühendis. Tüm bu kanunların ortaya çıkmasına yol açan olay ise 1949'da geçiyor: Murphy o dönemlerde ABD Hava Kuvvetleri’nde test mühendisi. Yerçekimi kuvvetinin insan vücudundaki etkilerini ölçen bir test yapılıyor ve deneğin vücuduna 16 tane alıcı yerleştiriliyor. Deney sırasında bazı şeyler kontrolden çıkıyor ve çok istisnai ve tekrarı çok zor şartlar gerçekleşiyor ama deneğe de hiçbir şey olmuyor. Herkes mutlu, mesut, heyecanla alıcıların yaptığı kayıtları incelemeye başlıyorlar... Bir de ne görsünler, 16 alıcının hepsi yanlış yerleştirilmiş ve hiçbir kayıt tutulamamış. Ve orada Murphy, bugün Murphy'nin ilk kanunu olarak bilinen "ters gidebilecek her şey ters gider" cümlesini kuruyor... Bu arada, bu cümle esasen bilim dünyasında Finagle Kanunu olarak biliniyor ve bununla ilgili deneyler, bilimsel kanıtlar vs. de var ama derin mevzu o tarafı...
897 yılında Papa VII. Stephanus, yerine geçtiği müteveffa Papa Formosus'u "yalan yere yemin etme" ve "Papalığa hile hurda ile geçme" ile suçlayarak, yargılamaya karar veriyor. Papa Formosus'un cesedi 9 ay sonra mezarından çıkartılıyor, tarihe "Cadaver Synod" (Ceset Duruşması) olarak geçen bir mahkeme kuruluyor, ceset mahkeme boyunca salonda sanık sandalyesinde oturuyor. Tahmin edileceği üzere suçlu bulunuyor, ceza olarak, cesedin sağ elinin istavroz çıkarmak için kullanılan üç parmağı kesiliyor, daha sonra cesedin Papalık giysileri çıkartılıyor, üzerine sıradan insanların giydiği kıyafetler giydiriliyor. Ardından da sokaklarda sürüklenip, cesedi Tiber Nehri'ne atılıyor.
Noel Baba'nın Orta Asya Türklerinin tarihindeki versiyonu daha doğrusu, “orijinal” versiyonu Kış Han (daha sonraları Ayaz Ata da denmiş) Altay ve yakın bölgedeki Türklerin önemli bir mitolojik figürü. 21 Aralık'ta geyiklerinin sürdüğü kızakla kuzeyden güneye doğru gelirmiş. Görevi nehirleri dondurmak, bu sayede geyiklerin donmuş nehirlerden geçmesini sağlamak, böylelikle göçebe halkın gelen geyikleri avlayarak aç kalmamalarını sağlamakmış. Çocuklara kuru meyve dağıtırmış, göçebelerin kaldığı yurtlar (otağ ya da çadır diyelim açıklama olarak) kar nedeniyle kapalı olduğu için, içerideki ocağın dumanı çıksın diye çadırın tepesinde açık kalan "gündük" ya da "güneşlik" denen yerden atarmış bu kuru meyveleri... 21 Mart'ta da kuzeydeki evine geri dönermiş... M.S. 2. yüzyıl itibariyle Orta Asya Türklerinin göçü başlayınca, Kış Han ya da Ayaz Ata figürü tüm dünyaya dağılmış ve en sonunda da Coca-Cola'nın pazarlama faaliyetleri sonrasında, normalde mavi-beyaz giyinen Ayaz Ata kırmızı-beyaza bürünmüş.