Güncelleme Tarihi:
Londra’nın alamet-i farikalarından ünlü Big Ben’i ben saat kulesi diye bilir, ismi oradan gelir sanırdım. Yanlışmış! Meğer Big Ben olan içindeki çanmış ve burası esasen bir çan kulesiymiş. Bir de gülümseten bir detay: 1945’te bir grup kuş gelip yelkovanın üzerine toplu olarak konunca, saat 5 dakika geri gitmiş…
Yunan mitolojisinde Poseidon’u bilirsiniz, denizlerin tanrısıdır kendisi. Oğulları vardır Poseidon’un, onlar arasında bir tanesi çok korkutucudur, adı da Boreas’tır. Yunancada kuzeyden esen sert rüzgara işte bu oğulun adı verilir, oradan da Türkçeye poyraz olarak geçer Boreas.
İçinde yaygın kullandığımız A4 boyut kağıtların da bulunduğu ISO 216 uygulaması ki kökeninde bir Alman sistemi varmış, günümüzde iki ülke hariç tüm dünyada resmi kağıt boyut sistemini oluşturuyor. Birileri bunları düşünmüş, demiş ki hepimiz ayrı boyutta kağıt kullanıyoruz, bu olmaz, sonra kategorize etmiş, standart getirmiş. Bunu bile idrakte zorlanıyorum bazen… Neyse, bu istisnai iki ülkeden biri tabii ki her zamanki gibi ABD, diğeri de Kanada. Türkiye bu kağıt boyutlarını 1967'de resmi boyutlar olarak kabul etmiş.
Yazın çok sıcak, kışın da çok soğuk olunca aklımıza gelen küresel ısınma gerçeğine ufak bir açıklama: 1900-1970 arası Grönland’dan Atlantik Okyanusu’na akan tatlı su 8000 kilometreküpmüş. Tatlı su dediğimiz, buzullardan eriyen su oluyor bu arada. Ama sırf 1970-2000 arası bu miktar 13.000 kilometreküpe çıkmış. Düşünün buzulların erime hızındaki artışı. Peki Gulf Stream nedir? Birçok iklimi ılımanlaştıran, Atlantik’teki sıcak su akıntısı. Eriyen buzullardan gelen tatlı sular, işte bu Gulf Stream’ın hızını yavaşlatıyor (tatlı su daha hafif olduğu için, tuzlu suyu dibe itiyor) ve bu nedenle de, normalde Gulf Stream’ın etkisiyle iklimleri ılımanlaşan coğrafyalarda, daha soğuk dönemler yaşanmaya başlanıyor. Karışık ama gerçek ve endişe verici!
Okyanusların dev kuşu albatrosun kanatları açıkken, bir kanadın ucundan öteki kanadın ucuna 3.2 metre boyu olanları var. Yani çok büyük ve dolayısıyla da çok ağır. O yüzden uçmak istediğinde öyle serçe gibi, iki kanat çırpıp havalanamıyor... Uçaklar gibi boş, geniş bir alana ve bir de tersten esen rüzgara ihtiyaç duyuyor, uçağın pistte motorlara tam güç verip kalkışa geçtiği anki gibi bir görüntüyle ancak havalanabiliyor.
Zürafaların üzerindeki benekler tıpkı insanların parmak izleri gibi, birbirinden farklıymış, her bir zürafanın beneklerinin genel deseni emsalsizmiş. Bir de zürafalar günde sadece 5 ila 30 dakika uykuya ihtiyaç duyarlarmış. Zürafa olsaydık ne kadar çok kitap okuyabilirdik, düşünsenize…
Altı derece ayrılma kuralı olarak Türkçeleştirilmiş olan “six degrees of separation” kuramı 1929'da Macar yazar Frigyes Karinthy tarafından ortaya konmuş. Yeryüzündeki tüm insanların birbirinden sadece ‘doğru’ 6 kişi kadar uzakta olduğunu, bir başka deyişle, her bir insanın bir diğerine 6 kişi ile bağlantılı olduğunu ileri sürüyor. Aslında LinkedIn’de olsun Facebook’ta olsun, günümüz sosyal medya uygulamalarının temelinde bile aslında benzer bir algoritma yatıyor. Ünlü Lost dizisinde bile bu kuram üzerinden gidilmiş mesela. Çok ilginç bir konu... 1993’te çekilen, başrollerini Donald Sutherland, Will Smith, Ian McCallen ve Stockard Channing'in paylaştığı, kuramla aynı ismi taşıyan filmi de tavsiye ederim, bu teoriyi ‘Woody Allen’vari bir sinematografiyle anlatıyor.
Diyelim bir şeyi okumamız lazım ve gözlüksüz okuyamıyoruz normalde ve gözlüğümüz ulaşabileceğimiz bir yerde değil. Böyle bir durumda elimizi ortasında çok minicik bir boşluk kalacak şekilde yumruk yapıyoruz. Bu delikten baktığımızda (gözümüzdeki bozukluk kaç derece olursa olsun) tamamen net bir şekilde görebiliyoruz! Olay aslında son derece basit bir mantığa dayanıyor. Fotoğrafçılıktan anlayanlar için ‘kapalı diyafram’ ve ‘Pinhole’ tabirleri yeterince açık olacaktır. İsteyenler için bir de bunu anlatan ve sebebini güzelce açıklayan bir de video mevcut şu linkte: https://youtu.be/OydqR_7_DjI
“Kendine güvenen meydana çıksın!” manasındaki meydan okuma, kafa tutma ifadesi olan “Hodri meydan” deyişinin kökeninde Rumeli ağzıyla “haydi bre, meydana” şeklindeki güreşe davet etme ifadesi yer alıyor. Bu söz zamanla ağızdan ağza “hodri meydan”a dönüşmüş. “Bre” de Arnavutça’da “kardeş” demekmiş.
“İncil Kemeri” ya da “İncil Kuşağı” diye Türkçeleştirilen, “Bible Belt” ABD’de evanjelist protestanlığın yerel kültürde belirleyici bir rol oynadığı, dindar, muhafazakâr, politik açıdan da Cumhuriyetçileri destekleyen coğrafya için kullanılıyor. Teksas, Kansas, Virginia, Florida gibi eyaletleri kapsıyor.
Cuma Arapça “toplanma” anlamında. Cumartesi yine bariz, “cumanın ertesi” anlamında. Pazar Farsça’dan geliyor ba ‘yemek’ zar ise ‘yer’ anlamında. Demek ki pazarlar Pazar günü kurulurmuş diye bir yorum getiriyorum. Pazartesi Cumartesi ile aynı esastan. Salı İbranice kökenli, üçüncü demekmiş. Çarşamba Farsça kökenli, dördüncü gün anlamındaki “ceharşenbe”den bu şekle dönüşmüş. Perşembe de Farsça kökenli beşinci gün anlamındaki “pençşenbe”den dönüşmüş.
Bir zamanlar topraklarımızda “evcil hayvan vergisi” varmış. Sultan İkinci Abdülhamid tarafından konan bu vergi, 1903 yılında uygulamaya alınmış. O zamanlar verginin adı “Hayvanat-ı Ehliye Rüsumu” imiş. Ama o kadar çok tepki toplamış ve hatta ayaklanmalara yol açmış ki, 1907 senesinde bu vergi kaldırılmış. İşin ilginç yanı, günümüzde de, AB ile uyumlaşma çalışmaları kapsamında evcil hayvan vergisi yine gündemdeymiş.
Dünyada kalan petrol 1.1 katrilyon varil. Şu anki kullanım hızına göre, 13.818 gün yani yaklaşık 38 sene sonra dünyada hiç petrol kalmayacak. Alternatif enerji kaynaklarının önemi belki şimdi daha net anlaşılır.
Sıtmanın kökünü kazıyan “kinin”in tarihçesine bakmak için Güney Amerika’ya And Dağları’na gidiyoruz. Yeni kıtayı istila eden İspanyollar, yerlilerin “kınakına” ağacının kabuğundan elde ettikleri tozu içtiklerinde yüksek ateşi tedavi edebildiklerini görüyor ve 1633 senesi itibariyle Civzit papazları bu kınakına tozunun Avrupa’ya ticaretini başlatıyor. Talep o kadar yüksek oluyor ki 18’inci yüzyıla gelindiğinde Güney Amerika’daki doğal kınakına ormanları tükenme seviyesine geliyor. Yerliler fide ya da tohumların Avrupa’ya gitmesini uzun yıllar engellemeyi başarsa da sonunda bir paket tohumu kaçırıyor Avrupalılar ve Java Adası’nda, Hindistan’da ve Seylan’da yeni kınakına plantasyonları kuruyorlar. 1820’de ise Pelletier ve Caventou isimli iki bilim insanı (ikisi de eczacı) kınakına kabuğundan saf kinin elde etmeyi başararak, sıtma hastalığına kalıcı bir tedavi bulmuş oluyorlar.
Molokanlar olarak da bilinen Malakanlar, Ruslar Kars’ı aldıklarında, buraya yerleştirdikleri, daha doğrusu sürgün ettikleri bir topluluk. Malakanizm olarak adlandırılan bir tarikata mensuplar. Greko-Rus kilisesine bağlı olmakla birlikte, Ortodoksluğun birçok esasını reddeden bir tarikat bu, ruhban sınıfına inanmıyor, ikon, haç gibi insan elinden çıkmış objelerle Tanrı’yı anmayı reddediyor, Ortodoksluktaki 200 günlük süt orucunu tutmuyor. Hatta isimleri de bu süt orucuyla ilgili; “malakan” Rusçada süt içenler anlamına geliyor. Çarlık döneminde Kars’a sürülüyor bu Malakanlar. Kars’a bugün çok ünlü olan peynirciliği ve arıcılığı da Malakanlar getiriyor.