Hicret yalnız İslâm Tarihi’nde değil, dünya tarihinde de çok derin iz ve tesirler bırakan bir hadisedir. Hicret’e hiçbir zaman, bir bölge veya ülkeyi terkederek başka bir vatana iltica etmek gözü ile bakılmamalıdır.
Lügatların, “Terketme, evinden barkından ayrılma, göçetme, Hz. Muhammed (s.a.)’in Mekke’den Medine’ye göçmesi hadisesi, Müslümanların kullandığı takvimin başlangıcı” (1)diye tarif ettikleri Hicret, hem İslâm Devleti’nin teşekkülüne, hem de yeni bir takvimin başlangıcına alem olmuştur.
Kur‘an-ı Kerim’de “Cihad” tan sonra en önemli vakıa olarak “Hicret” ten bahsedilmiştir. İslâm’da Hicret’in bu kadar önemli olmasının sebebi, bir müslüman için O’nun “İman”dan kaynaklanmasıdır.(2) Kur’an-ı Kerim, “Ey iman eden kullarım! Benim arzım geniştir. O halde yalnız bana ibadet edin” (3) ayeti ile Mekke müşriklerinin dayanılmaz boyutlara ulasan baskı ve zulümlerine karsı müslümanları fikren Hicret’e hazırlamıştır.Bir bakıma Hicret ilk İslâm Devleti’nin teşekkülünün temeli olduğu kadar, yazılı Anayasa’sının tedvininin de başlangıcı olmuştur.
Hicret, her yönü ile İslâm için bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Hicret’le müslümanlar Medine’de iman, ibadet, ahlak ve sosyal dayanışma açısından nefes alma imkanına kavuşmuşlardır. Yine Hicret’le müslümanlar tek yumruk haline gelmiş, müşterek düşmana karsı birlikte hareket etme şuuruna ermişlerdir. Müslümanlar Hz. Peygamber (s.a.s.)’in otoritesi altında fedaratif bir devlet kurarak müslümanların da devleti, vatanı ve ordusunun olduğunu bütün dünyaya göstermişlerdir. Hudeybiye Barışı (H. 6/M. 627)’ndan sonra kurulan ilk Müslüman Devlet ile çete olmadıklarını, siyasi ve hukuki yapıya sahip bir devletlerinin bulunduğunu ispat etmişlerdir.İslâm ve dünya tarihinde çok büyük bir hadise olan Hicret, aynı zamanda İslâm’ın kurtuluşu ve yüce İslâm Çağı’nın başlangıcı olmuştur. İslâm’ın istiklale kavuşması ve yayılma imkanı bulması Hicret’le başlamıştır. Bu süreç günümüzde de aynı heyecan ve duyarlılıkla müşadade edilmektedir.