Allen’ın Londra’da çektiği ilk film olma özelliği taşıyan bu filmin başrolü Londra’ya verilmiş desek yanlış olmaz. Ahlaki değerler üzerinden şekillenen hikayenin şaşırtıcı bir gerilim hikayesine dönüşmesi ise filmin artılarından. Scarlett Johansson’ın ikonik karakterini de göz önünde bulundurmak gerek. Javier Bardem, Penelope Cruz, Scarlet Johansson, Rebecca Hall ve Barcelona başrolde desek bizim için yeterli olur aslında. Yolları kesişen üç insanın kaotik sonuçlar doğuran aşk ilişkilerine davetlisiniz. 1973 yılında ülser ameliyatı için yattığınız masadan tam 200 yıl sonra, 2173 yılında uyanmış olsaydınız ne yapardınız? Hatırladığınız her şey yok olmuş ve dışarısı bambaşka bir dünya. Bazen çok da farklı değil sanki… On ikiden vuran mizahıyla bu Allen filminin aynı zamanda nefis bir sistem eleştirisi olduğunu da söyleyelim. Rusya tarihine şöyle dolu dolu bir Allen mizahıyla bakmak isteyenleri şöyle alalım. Genç bir Rus asker, parçası olduğu halde çok anlamsız bulduğu savaşı nihayete erdirmek için eşiyle birlikte Napolyon’u öldürme planları yapar. Ölüme, aşka ve Tanrı’ya dair felsefesiyle dikkat çekici... Yönetmenin kendi hayatından da izler taşıyan bu filmi, birçoğu için kelimenin tam anlamıyla bir Woody Allen klasiği. Nevrotik karakterler, akıp giden diyaloglar ve Diane Keaton ile muhteşem uyumu Annie Hall’u özel kılıyor. Allen’ın New York tutkusunu bilmeyen yoksa bu tadı en çok alacağınız filmlerden biriyle karşı karşıyayız. Şehrin arka sokaklarında yaşanan karmaşık ilişkilere, suçluluk duygularına yakın bir perspektiften bakan filmin siyah beyaz sinematografisi de onu daha yoğun hissetmenizi sağlayacak. Gerçekle fantezinin iç içe geçtiği bu Woody Allen filminde, içinde sıkışıp kaldığı hayattan hayal gücüyle kendisini çekip çıkaran bir karakteri izliyoruz. Neden olmasın ki? Diane Keaton, Mia Farrow, Jeff Daniels ve Seth Green’den oluşan dev kadrosuyla radyonun altın çağına büyüleyici bir yolculuğa ne dersiniz? Televizyonun henüz evimize girmediği dönemlerin birbirinden keyifli müzikleri de bu yolculukta bize eşlik ediyor. Sanat ve edebiyat tutkunlarının çok seveceği bu film; bir dönemin şairleri, ressamları ve yazarlarıyla karşılacağımız Paris sokaklarında ardı arkası kesilmesin isteyeceğimiz büyüleyici bir yürüyüşe çıkarıyor. Filmin Allen’a En İyi Senaryo dalında Oscar’ı kazandırdığının da altını çizelim. Hayatı ve evliliği alt üst olan bir kadın, içinde bulunduğu New York sosyetesinden dışlanır ve soluğu kardeşinin evinde alır. Derinlikli yüzleşmelere yol açan bu kaçış, Cate Blanchett’in nefis performansıyla da göz dolduruyor.