Güncelleme Tarihi:
Yıldızı, ‘Bir İstanbul Masalı’ dizisiyle parladı. ‘Şöhret’ dizisiyle kariyerini sağlamlaştırdı. ‘Kaybedenler Kulübü’ ve ‘Köksüz’ filmleriyle yeteneğini beyazperdede sergiledi. Bir süredir ortalarda yoktu. Şimdi bir gazetecinin sınırötesi operasyonla kurtarılmasının hikâyesini anlatan ‘Dağ 2’ filmiyle sevenlerinin karşısında. Ahu Türkpençe’yle buluşup canlandırdığı gazeteci karakterini ve hayatında olup bitenleri konuştuk.
Dağ’ filmi deyince akla hemen aksiyon sahneleri geliyor. Bunu bir yana koyarsak, filmin temel derdi ne?
- Seyircinin salona “Savaş filmi seyredeceğim” önyargısıyla değil, kalplerini açarak gelmelerini dilerim. Çünkü bu film, herkesi kalbinden yakalayıp ortak bir noktada toplamaya çalışıyor. Bence anlatmak istediği şu: Hayatta ne kadar vahşet olursa olsun, bir yanda da birçok güzellik var. Bu sefer ilk filmde gördüğümüz karakterler daha profesyonel, Muharebe Arama Kurtarma Ekibi’ne dahil oluyorlar. Onlara Kuzey Irak’ta bir terör örgütünün kaçırdığı Türk gazeteci Ceyda Balaban’ı kurtarma görevi veriliyor. Ceyda karakterini okuduğum an canlandırmak istedim. Çünkü insan sevgisiyle dolu. Savaş karşıtı. Bu yüzden de savaş muhabirliği yapıyor. “Karşındakinin dili, dini, ırkı ne olursa olsun, sen kim oluyorsun da onu öldürme hakkını kendinde buluyorsun” diye düşünüyor.
Verdiğimiz her şehit; benim kardeşim, abim...
Bu anlattıklarınız ne derece sizin dünya görüşünüzle örtüşüyor?
- Senaryoyu okur okumaz kabul etme sebebim, benim de böyle düşünüyor olmamdı. Aynı cümleleri ben de kurabilirim; savaşmaktan başka bir yol bulunabilmeli... Kendinde bir güç görüyorsan, o gücü karşındakini yaşatmak için kullanmalısın.
Her gün şehit haberlerine uyanıyoruz, filmde de işleniyor bu. Ne düşündürdü bu hikâyenin içinde olmak?
- Çekimlerden sonra ‘vatan toprağı’ ifadesi aklımdan hiç çıkmadı. Askerlerimiz vatan uğruna canlarını ortaya koyuyor, peki vatan olarak tanımladıkları ne? Elbette üzerinde yaşadığımız toprağı değil, burada yaşayan tüm anneleri, babaları, kardeşleri, eşleri... Bu ülkede yaşayan herkes onların ailesi ve bu aile onların vatanı... “Vatana canım feda” dedikleri hepimiziz. Öyle zor ve kutsal ki yaptıkları... Çekimlerden sonra tüm şehit haberleri canımı daha da çok acıtmaya başladı çünkü vatan derken aslında neyi kastettiklerini artık kalbimin derinliklerinde hissediyorum. Biliyorum ki verdiğimiz her şehit, benim kardeşim, abim... Haklarını asla ödeyemeyiz.
Canlandırdığınız karakter bir gazeteci. Günümüz Türkiye’sinde gazetecilik yapmak ister miydiniz?
- Sadece günümüze bakarak söylemeyeyim, genel olarak bence gazetecilik zor.
Bu hafta Cumhuriyet gazetesinde bazı isimler gözaltına alındı. Yaşananlar sizi korkutuyor mu?
- Genelde inandığım şeyi söylüyorum ama bazen korktuğum oluyor. Özellikle de yanlış anlaşılmaktan çekindiğim ya da derdimi karşımdakinin anlayabileceğini düşünmediğim zamanlarda susuyorum. Böyle düşününce gazetecilerin ne kadar özel insanlar olduklarını tekrar fark ediyorum. Çünkü elbette gazeteciler de insan ve tabii ki onlar da korkuyordur ama bu, mesleklerini yapmalarına engel olmuyor. Kimi zaman o korkuya rağmen gerçekleri yazıyorlar. Bu çok zor, bir o kadar da değerli.
Söz konusu Nejat, o yüzden o sevişme sahnelerinin konuşulması doğal
Üç yıldır ekranda yoksunuz. Sektörle ilgili bir kırgınlık mı hissediyorsunuz?
- Senaryoyu gerçekten sevdiysem o işin içinde oluyorum. Sonra reyting almasa da “En azından ben mutluydum” diye düşünüyorum. Şu an ekrandan uzak olmamın sebebi; bu aralar içime sinen bir iş olmaması.
Bir dönemin önde gelen kadın oyuncularındandınız ama siz şöhretle aranıza mesafe koydunuz. Şu an ülkenin en popüler oyuncularından biri olabilirdiniz...
- Öyle yaşayan ve mutlu olanlar var. Kimseyi yargılamam. Ben böyle mutluyum. Hangi işte olursan ol, yeter ki emek harca... O zaman yaptığın iş kendini gösteriyor. Elbette, yeni isimler çıkacak. Kendimi onlarla yarışta gibi görmüyorum. Herkes biricik ve özel. Herkesin işi, kendi kısmeti...
Yıllarca birçok başarılı projede yer aldınız ama Google’da adınızı aratınca karşıma ilk çıkan ‘Kaybedenler Kulübü’ndeki Nejat İşler’le sevişme sahneniz oluyor.Bu ne hissettiriyor?
- Söz konusu Nejat olduğu için bu doğal... Sadece iyi bir oyuncu olduğu için değil, aynı zamanda da çok özel bir insan olduğu için onu çok seviyorlar. Çektiği her sahneyi merak ediyorlar. Buna bozulmuyorum. O sahneyi çekerken ekip bizi el üstünde tuttu. Bu, çok özeldi. Normalde filmler vizyona girerken bu tip sahneler el altından basına verilir ama bizde böyle bir şey de yaşanmadı. Bundan da çok memnunum.
Peki hâlâ adınızın ‘Bir İstanbul Masalı’yla anılmasına bozuluyor musunuz?
- Gurur duyuyorum! Ondan bahsederken hâlâ gözlerim parlıyor. Röportajlarınızda sadece canlandırdığınız karakterleri anlatmışsınız hep...- Kendimi özellikle anlatmıyorum. Çünkü sizlere bir karakter sunuyorum. Beni ne kadar az bilirseniz, sunduğum karakter o kadar inandırıcı olur.Biraz sıkıcı bir kadın mısınız?- Değilim tabii. Kitap okumayı, sinemayı seviyorum ama beni tanımak için benimle arkadaş olman gerek. Bu şekilde ağzımdan laf alamazsın.
Babam fanatik Samsunluydu, o yüzden orada doğmuşum
Samsunluyum ama İstanbul’da büyüdüm. Üç kardeşiz. Rahmetli babam mühendisti. Çok tatlı bir adamdı ve memleketi Samsun’un fanatik hayranıydı. Annem bana hamileyken İstanbul’dalarmış. Millet yurtdışına gider ama babam -kütüğüm Samsun’da olsun diye- annemi de alıp Samsun’a gitmiş. Orada doğmuşum. Sonra dönmüşler.
Matematik zekâsı oyunculukta pratiklik sağlıyor
Okuldayken inek öğrencilerdendim. Lisedeyken fizik derslerini çok seviyordum. Bu yüzden Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Fizik okudum. İyi ki de öyle olmuş. Ama o dönemde aklım tiyatroya kaydı. Konservatuvara geçiş yaptım. Oradan mezun olduktan sonra fiziği de bitirdim. Matematik zekâsının oyunculukta çok işe yaradığını keşfettim. Ekstra bir pratiklik sağlıyor.
Meğer Mike Leigh hayranıymışım
En son ne izledi: Festivalde ‘Albüm’ü izledim.
En son ne dinledi: Dünyaca ünlü bir besteci ve aranjör olan Serkan Yılmaz’ı -bir arkadaşım sayesinde- yeni öğrendim ne yazık ki...
En son ne okudu: Mark Haddon’dan ‘Süper İyi Günler’.
En sevdiği yönetmen: Bir gün festivalde ‘Happy Go Luck’ diye bir film seyrettim. Yönetmeni Mike Leigh... “Ne kadar güzel bir film” dedim. Sonra evde televizyonumun altındaki DVD’lere gözüm takıldı. Bir baktım bende filmleri var. Meğer ben adamın hayranıymışım...
Bir sonraki söyleşiye
kadar arkadaş olmalıyız!** Bu, Ahu Türkpençe’yle ilk karşılaşmamız... Meğer umduğumdan çok daha sakin biriymiş. Oldukça naif bir duruşu var. Ne kadar ‘yoldan çıkarmaya’ çalışsam da o duruşu asla bozmuyor. Kocaman bir tebessüm ve daha ‘Bir İstanbul Masalı’ zamanlarında aklıma kazınmış olan o romantik ses tonuyla anlatmaya başlıyor...
** Onunla sadece projesini konuşacaksanız sorun yok, saatlerce anlatabilir. Ama hayatını anlatmaktan pek hoşlanmıyor. Kendisini özellikle açmadığını, nasıl biri olduğunu anlayabilmem için arkadaş olmamız gerektiğini söylüyor. Kabul! Onunla yaptığım bir sonraki söyleşiden sonra size arkadaşım Ahu’yu anlatacağım...