Galatasaray-Trabzonspor maçının ardından Hürriyet’in spor sayfalarında Fatma nine ile ilgili bir
haber yer aldı: “Fatma ninenin suçu ne? Galatasaray yüzünü güldürmedi.”
Bu haberin yayınlandığı 8 Kasım günü sabah saatlerinden itibaren Galatasaray taraftarlarından tepki gelmeye başladı. Hafta boyunca Galatasaray taraftarlarından 50’yi aşkın elektronik posta aldım. Çoğunda, haber başlığı, “Fatmagül’ün suçu ne?” dizisi üzerinden eleştiriliyordu. Tepki gösterenler arasında yer alan ultrAslan Genel Müdürü Oğuz Altay da Hürriyet Spor Servisi’ni, terbiye sınırlarını aşmak ve “Galatasaray’a tarafsız davranmamak” ile suçluyor; “Basın özgürlüğünün suiistimal edildiğini” savunuyordu.
Bu başlığın yarattığı fırtınayı, Spor Servisi’nden arkadaşlarla konuştum. Şaşırmışlardı, böyle bir tepkiyi beklemediklerini, “Galatasaray ile ilgili bir gelişmeyi ilginç kılmak için o başlığı kullandıklarını ve asla Galatasaray camiasını rencide edecek bir davranış içinde olmayacaklarını” dile getirdiler.
Aslında Türkiye’de spor basınının, medyanın diğer alanlarına göre farklı, enteresan, gülümseten yaratıcı başlıklar atma geleneği, futbol camiasının yakından bildiği bir durum. Hatta Can Kozanoğlu’nun, “Bu maçı alıcaz” başta olmak üzere birçok incelemeye konu olmuştu futbol haberlerindeki bu başlıklar.
Ayrıca “taraftarlık” apayrı bir olgu. Bir pazartesi günü Trabzon’a gittiğimde insanların asık suratla dolaştıklarını görmüş, hayret etmiştim. O hafta Trabzonspor’un yenilmiş olduğunu, bütün kentin o nedenle üzgün olduğunu öğrenmiştim sonra. İnsanlar, takımlarıyla o denli özdeşleşiyorlar ki, galibiyet onlar için dünyanın en büyük ödülüne dönüşebiliyor. Tabii mağlubiyeti de büyük bir felaket olarak algılıyorlar. Futbol haberlerinin muhatapları böylesine hassas insanlar...
Bir de günlük dil, kaçınılmaz olarak popüler kültürden etkileniyor; kimi zaman bir reklam filmindeki replik, kimi zaman da bir televizyon dizisindeki tanım, hemen günlük dile girip yaygınlaşabiliyor. “...suçu ne?” kalıbını yaygınlaştıran, kimileri için eğlencelik bir unsur haline getiren de “Fatmagül’ün suçu ne?” dizisi oldu. Oysa oradaki “...suçu ne?” sorusunun nedeni bir kadına tecavüz edilmesi...
İşte “Fatma ninenin suçu ne?” başlığını da bu çerçevede değerlendirmek, özenli davranmak gerek. Kuşkusuz Hürriyet Spor Servisi’nin, Galatasaray camiasına yönelik bir kastı olamaz. Ancak futbol medyasının geleneksel “ilginç” başlık atma kaygısı, bu kez üzücü bir tablonun ortaya çıkmasına neden olmuş. Çünkü “...suçu ne?” kalıbı maalesef, tecavüzü çağrıştırıyor.
Ancak buradan hareketle Hürriyet Spor Servisi’ni damgalamak, taraftarlık ile suçlamak da yanlış. Biliyorum ki, taraftarların spor medyasını baskı altında tutmaması ve misyon yüklemeye çalışmaması, en az gazetecilerin taraftar olmaması ve haberlere taraftarlığı karıştırmaması kadar önemlidir.
Vatikan’a ziyaretin tarihçesi
“Davutoğlu, Papa’nın mezarını ziyaret etti” başlıklı haber, 10 Kasım’da çıktı gazetemizde. Haberde, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, “50 yıl aradan sonra ilk kez Vatikan’a giden Türk Dışişleri Bakanı” olduğu yazılmıştı.
Yıllardır Türkiye’nin Avrupa ile temaslarına canlı tanıklık yapmış gazeteci arkadaşımız Muammer Elveren, Paris’ten aradı:
“Davutoğlu’nun Vatikan ziyareti 50 yıl aradan sonra ilk ziyaret olamaz. Vahit Halefoğlu, 5 Temmuz 1984’te Vatikan’ı ziyaret etmişti. Ben o sırada Hürriyet’te değildim ama haber gazetemizde de çıkmıştı.”
Hemen Hürriyet arşivine girip baktım. Doğruydu, 6 Temmuz 1984 tarihli gazetenin ilk sayfasında çıkmıştı haber: “Halefoğlu, Papa’dan teröre karşı yardım istedi.” Mehmet Demirel imzalı bu haberi, Davutoğlu’nun Vatikan ziyaretini izleyen arkadaşımız Uğur Ergan’a ilettim. O da şaşırdı, çünkü “50 yıl aradan sonra ilk ziyaret” bilgisini veren bizzat bakanın kendisiydi:
“Davutoğlu, Roma Büyükelçiliği’nde düzenlediği basın toplantısında Vatikan’a yaklaşık 50 yıldan bu yana giden ilk Türk Dışişleri Bakanı olduğunu bizzat kendisi söyledi. Ben de bunun üzerine bu bilgiyi yazdım.”
Uğur Ergan, bununla kalmadı; Halefoğlu’nun 1984’teki Vatikan ziyaretine ilişkin haberin yer aldığı Hürriyet’i Dışişleri Bakanlığı yetkililerine gösterdi. Sonrasını yine kendisinden aktarayım:
“Yetkililer, ‘Biz de bilmiyorduk, yanlışlık Vatikan Büyükelçiliği’nin verdiği bilgiden kaynaklandı’ dediler. Ancak benim açımdan eksiklik, haberde bakanın söylediği bu bilgiyi tırnak içinde onun ağzından vermemekti. Bu olmadığı için sanki benim kendi bilgim gibi yansımış.”
Ben de katılıyorum Uğur Ergan’ın görüşüne. 50 yıl bilgisi, bakana atfen yazılsaydı, şimdi bir düzeltmeye gerek kalmayacaktı. Ya da bilgiyi kontrol etmek gerekecekti, ama anlaşılıyor ki o koşullarda fırsat olmamış...
Bir teşekkür
Mahkeme kararıyla gönderilen bir tekzipte neredeyse bütün Hürriyet yönetici ve çalışanlarına hakaret edildiğini yazmıştım geçen hafta. Ancak tek harflik bir hata yapmışım, “manevi değerlerden yoksun kişiler” derken, “yoksun” yerine “yoksul” yazmışım. Evet tek harflik bir hata, önemsiz gibi görülebilir belki. Ama yanlışları yazarken gazetemdeki arkadaşlarıma kullandığım ölçeği kendime karşı da kullanmam gerektiğini düşünüyorum.
Guardian’ın Okur Temsilcisi Ian Mayes, geçtiğimiz günlerde İstanbul’daki bir toplantıda, “Ben de zaman zaman yanlışlar yapıyorum. Yanlışlar yaparak, bunları arkadaşlarla konuşarak ilerliyorum” demişti. Aynen Mayes’in söylediği gibi ben de yanlışlar yaparak ilerliyorum. Her defasında da yanlışı itiraf etmenin, açık açık konuşmanın bu mesleğe katkıda bulunacağına olan inancımı yeniliyorum.
Bu vesileyle Hıncal Uluç’a da teşekkür etmek istiyorum. Uluç, “Mahkeme eliyle hakaret” başlıklı o yazıda duyurduğum hakaret dolu tekzibe atıfta bulundu. Sabah’ta, “Ne var ki son yıllarda, tekzip diye alenen hakaret içeren metinler, mahkemeler tarafından aynen onaylanıp yollanır oldu. Mesleğimize sahip çıkmamız gerek” diye yazdı.
Uluç’un verdiği diğer örneklerde de olduğu gibi tekziplerde gazetecilere yöneltilen hakaretler önemli bir sorun.
Düz savcı olur mu?
“Cİhaner, Adana’ya düz savcı” başlıklı haberde Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in, Adana’ya Cumhuriyet Savcısı olarak atandığı duyuruluyordu. Bu haberde “düz savcı” tanımının kullanılmasına Adana Cumhuriyet Savcısı Levent Budak’tan itiraz geldi:
“Mesleğinin isminde ‘Cumhuriyet’ kelimesi bulunan bir savcı olarak, bu incitici kelime özellikle kullanılarak Cumhuriyet savcılarının aşağılanması mı amaçlanmaktadır? Gazetenizde bundan sonra bu konuya daha duyarlı yaklaşacağınız ümidiyle.”
Budak’ın bu yaklaşımını haberi yazan arkadaşımız Oya Armutçu’ya ilettim. Armutçu, “Düz savcı ifadesinin sadece başsavcı ile savcı arasındaki farkı belirtmek için yıllardır kullanıldığını” söyledi. Armutçu, “Yargı çevrelerinde de kullanılan bu tanımın o gün sadece Hürriyet’te değil, hemen bütün gazetelerde aynı şekilde yer aldığını” vurguladı.
Ben de 6 Kasım tarihli gazetelere baktım ve gerçekten hemen hepsinde “düz savcı” ifadesi kullanılmıştı. Bu olaydan hareketle “düz savcı” denmesinin doğru olup olmadığı elbette tartışılabilir ama burada incitme, aşağılama gibi bir amacın olmadığı da açık...