Fransa ve 2007 sendromu

STRASBOURG
"İKİ kıyı arasında yakınlaşmayı vurgulamak için anonsları iki dilden yapacağız" diyordu sunucu. Fransa-Almanya sınırını birleştiren parkın bu tarafında, Fransa’da Starsbourg Filarmoni Orkestrası’nın halk konserini izlemek için Kehl’den gelen Almanların sayısı hiç de az değildi.

Geçen hafta Lüksemburg-Brüksel ve Strasbourg üçgeninde yoğunlaşan Avrupa Birliği gündeminin yorgunluğunun ardından çimenlere serilerek izlediğim bu güzel konserin sonu, hiç de başı gibi enternasyonalist gelmedi.

Fransız milli marşından ezgiler taşıyan bir parça, Fransız bayrağının renklerini yansıtan ışık oyunları ve sonunda gökyüzünü aydınlatan havai fişeklerle gelen finalde güçlü bir milliyetçilik öne çıktı.

Fransa değil genişlemeyi, kurucusu olduğu Avrupa Birliği’ni yeni bir yüzyıla taşıma projesini bile destekleyecek siyasi bir iklimde değil.

* * *

ANAYASA
’nın reddedilmesiyle kendini belli eden içe dönme eğilimi giderek artıyor.

Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 20 ülkede yapılan bir kamuoyu araştırmasında serbest piyasa ekonomisine, küreselleşmeye en fazla karşı çıkanların Fransızlar olması bir tesadüf değil.

Aşırı milliyetçi Ulusal Cephe (Front National) Başkanı Jean-Marie Le Pen’in, kamuoyu yoklamalarındaki desteğinin yüzde 26 çıkması da öyle.

Yabancılara ve küreselleşmeye karşı çıkışları ve güvenlik konusunda radikal önerileri bilinen Le Pen’in kamuoyu desteği ilk kez bu seviyeye çıkmış.

İşte Fransa, böyle bir içe kapanıklık ortamında 2007’de başkanlık seçimlerine gidiyor.

Seçim rüzgarlarıyla dolan yelkenlerinde, başka denizlerin rüzgarlarına yer yok.

İçe kapanma eğilimi o kadar güçlü ki, Sosyalist Parti Lideri Segolene Royal’in en güçlü aday haline gelmesinin nedeni "tipik bir sosyalist olmaması" diye yorumlanıyor. Sağcı görüşleri savunduka desteği artıyor.

* * *

DOĞU
bloku ülkelerinin Avrupa Birliği ile müzakereye başladıkları gün yaşanan atmosferi anımsayınca, bizimki ile arasında dağlar kadar fark olduğunu görüyor insan. O zaman bayram havası yaşanıyordu, bizimkinde itişme kakışma. Bu süreçte Fransa’nın etkisini kim yadsıyabilir ki. Avrupa kulislerinde "Fransa" deniyor "Türkiye’nin üyeliğinin önündeki en kararlı engel. En azından başkanlık seçimlerine kaar öyle görünüyor."

Son zirve toplantısında, Avrupa Birliği’nin özümseme kapasitesini üyelik kriteri haline getirmek isterken Fransa’nın aklında Türkiye vardı. 3 Ekim öncesi bu formülü arşivlerden çıkartan Fransa değil miydi?

Önümüzdeki dönemde, Kıbrıs Rum Dışişleri Bakanı Yakovu’nun dile getirdiği ama pek itibar görmeyen, Komisyon değil adayları üye ülkeler denetlesin önerisinin uygulanabilmesi için yeni formül arayışlarını başlatanların da aynı çevreler olduğu söyleniyor.

* * *

ALAİN Duhamel
, Le Point dergisinin son sayısında Fransız demokrasisinin kötülediğini yazıyor. "Reform ile devrim, değişim ile macera arasında seçim yapmak zorunda kaldığımız 1788’i yaşıyoruz" diyor. Bu durumtdan çıkış yolu "daha kontrollü, dengeli yani demokratik bir başkanlık rejimi."

2007 sendromu sadece Fransa’ya ait değil. Türkiye de 2007 gerginliğini yaşıyor. Rejim sorunlarını tartışmaya açan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin siyasi iklimi Türkiye’yi de etkisi altına almış durumda.

Aralık ayının sadece Türkiye’nin Avrupa süreci için değil ama iki ülke ilişkilerinin geleceği açısından da kritik bir eşik olacağı kesin. 2007 sendromlarıyla bu eşiğin aşılması zor görünüyor.
Yazarın Tüm Yazıları