Ferrari’sini satmak isteyenlere

Geçen hafta Amara Dolce Vita’dan İzmir’e doğru sahil şeridinden yola çıkmıştık. Bu hafta aynı yoldan devam ediyoruz. Bu sahil yolunu çok seviyorum, araba kullanması çok keyifli.

Bir yanda Akdeniz’in muhteşem manzarası, önünde yılan gibi kıvrılarak ilerleyen asfalt yol, diğer yanda testereyle kesilmiş izlenimi veren dağ, taş, tepe...

İlk kez Antalya-Muğla arası sahil yolundan 1978 yılında, traktörle, bir otostop macerası esnasında geçmiştim. O zaman bu yol inanılmaz tehlikeli idi. Traktörün iki tekerleği, yolun darlığından neredeyse boşlukta gidiyordu. Yüreğimiz de ağzımızda...

2006’da yol genişlemiş, asfalt nefis ama sağ cenahtan kafamıza aniden bir kaya düşmesi an meselesi.

Medeni memleketlerde gördüğümüz uygulama, yol boyunca dağa, düşen kayaları önlemek için çelik ağların döşenmesi. Bir an önce bu yol boyunca da aynı şey yapılsa çok iyi olur, çünkü tehlike geliyorum diyor haberiniz olsun. (Mesleki deformasyona bakar mısınız yine. Kafa başka türlü çalışmıyor.)

ÇIRALI GÖRMEDEN ÖLÜNMEYECEK YERLERDEN

Bu düşünceler içinde Çıralı’ya doğru döndüm. Dar yoldan aşağı indim. Yirmi dakika sonra üniversiteden öğrencim Sinan Öcal’ın Villa Monte adını verdiği butik otelin önündeydim. Çıralı’yı anlatmama gerek yok. Nefis bir sahil, nefis bir deniz ve el değmemiş bir doğa örtüsü. Tabii ki öğrencilerin ve hippi yaşam tarzının tatil mekanı Kadir’in Yeri.

Sinan ve eşinin öyküsü, "Ferrari’sini Satan Bilge"nin öyküsü ile hemen hemen aynı. Anadolu Üniversitesi İletişim Reklam mezunu, eşi Bilkent işletme... İkisinin de çok güzel işleri vardı. Çıralı’ya tatile geldiler, beğendiler. Kaldıkları butik oteli satın aldılar, cennetten bir köşe yaptılar.

Villa Monte, İşviçre Alpleri’ndeki küçük butik otellere benzemiş. Sadece yedi odası var, hepsi farklı döşenmiş. Odalarda sessizliği bozacak hiçbirşey yok. Televizyon dahil. Kafa dinlemek, Çıralı’nın süper denizi ve sahilinden yararlanmak için birebir. Kahvaltı ve yemekler tam ev işi. Aslında Villa Monte’nin her santimetrekaresi tam ev işi. Tuvaleti öyle güzel, öyle güzel kokuyor ki, her yerde ayrı bir "anne" özeni var.

Ferrari’sini satıp da daha huzurlu bir hayat yaşamak isteyenlere Villa Monte’ye bir uğramalarını öneririm. Sinan’la ve eşiyle bir konuşun, nasıl böyle hayati bir kararı vermişler, neler yaşamışlar bir anlayın, ondan sonra Ferrari’nizi mi satacaksınız yoksa iki yeni Ferrari mi alacaksınız ona göre karar verin.

Sinan ve eşi çok mutlu. Otellerini genişletmek üzere plan üzerine plan yapıyorlar. Onları öylesine mutlu görmek beni o kadar mutlu etti ki. Öğrencilerimi nerede ve nasıl olursa olsun başarıya ulaşmış ve mutlu görmek beni öylesine mutlu ediyor ki! Emin olun hocalığın en güzel yönü bu.

18 yaşında, çiçeği burnundayken yaşamına balıklama dalıp, ona gelecekte yön verecek bilgileri, becerileri öğrettiğiniz genç, bir bakıyorsunuz on yıl sonra karşınıza yolunu çizmiş bir "bilge" olarak çıkıyor.

İnsanı bundan daha mutlu ne edebilir?

Aqua Park’ta güneşlenmenin keyfi

İkinci durağımız Kaş. "Nerede kalalım, nerede kalalım" derken bir iki telefon, adres belli oluyor. Çukurbağ Yarımadası, Aqua Park Hotel. Tam Kaş’ın burnunun dibinde.

Aqua Park’ın güneşlenme manzarasına bittim. Güneşlenme yerine kadar epeyce bir merdiven iniyorsunuz ama yorgunluğunuza değiyor. Hiç sıkılmadan saatlerce güneşlenilebilecek bir yer. Odalar temiz. Yemekler lezzetli, hatta otelin Kaş tarzıyla ters orantılı olarak, çok lezzetli.

Daha çok çevrede yabancı turist gördüm. Türkler de var, ama ağırlık yabancılarda. Üstelik taa burundaki otel tıka basa da doluydu. Hepsi de Meis adası manzaralı havuza girmeyi ve güneşlenmeyi tercih ediyorlardı.

Niye insan uzaklardan, denizsiz yerlerden gelip havuzla yetinir ki! Tamam o gün hava biraz rüzgarlı, deniz biraz dalgalı idi. Kaş’da da kayalardan denize inmesi biraz sorunlu, ama Kaş’a geliyorsan tüm bunları görmezden gelip dalacaksın denize. (Burada "Kaş yaparken göz çıkarmak" gibi ucuz bir benzetme yapmayı düşünmüyorum)

Bir gerçeği söylememde fayda var. Çok fazla denize girmeyi seven biri değilim. Daha doğrusu bazen ıslanmak zor geliyor, üşeniyorum. "Havuz değil de deniz" saptamasını da benim dışımdaki normal insanlar için yapıyorum. Bakınız Çisil. Ancak onun da çok normal olduğunu söylemek zor. Bu geziden sonra denizde kalmaktan yüzgeçleri çıktığı ve normal havayla yaşayamadığı için onu akvaryumda besliyoruz. Normale dönmezse de en yakın Su Ürünleri Fakültesine "kobay" olarak bağış yapacağız.

Kaş’a gidince yapılması gereken şeylerden biri de çevreyi, plajları gezmek. Kaş meraklıları Liman ağzını ve oradaki Bilal’in Yeri’ni öve öve bitiremiyorlar. Bu gidişte olmadı, belki eylülde gider, size gerekli tüyoları veririm.

Kaş iklimi, atmosferi, tarihi, otantikliği ile belirli bir yaşam tarzının tatil mekanı. Bir de ünlü Bahçe Restoranı var. Hemen Kaş’ın içinde, çarşının sonunda. Ağaçlar içinde çok güzel, tertemiz, yazlık bir lokanta. Daha Bahçe’den içeri girer girmez, insan özenle yemek pişirilen bir yere geldiğini anlıyor.

BAHÇE’NİN ZEYTİNYAĞLILARINA HAYRAN KALDIM

Mezeler, zeytinyağlılar açık büfe tarzında, hemen girişte sağda bir tezgaha dizilmiş durumda. Tabağınızı alıp rafa gidiyorsunuz, "Şundan istiyorum şundan istiyorum" diyorsunuz, tezgahın arakasındaki görevli de özenle istediklerinizi tabağınıza dolduruyor.

Sıcaklar ise sonradan masanıza geliyor. Peynirli, mantarlı avcı böreği, Arnavut ciğeri, zeytinyağlı fasulye, zeytinyağlı sarma, yoğutlu havuç, domates soslu kızartma, deniz börülcesi (Çisil İzmirlisi tarafından test edildi, onaylandı) tarama... Ne isterseniz, öyle böyle değil, inanılmaz lezzetli.

İddia ediyorum Bahçe’deki zeytinyağlı ve meze lezzetine İstanbul’da çok az yerde rastlayabilirsiniz. Her şey o kadar lezzetliydi ki, meze ve zeytinyağlı yemekten balık yemeye midemizde yer kalmadı.

Çalışanlara lezzetin sırrını sordum. Bahçe, bir karı-kocanın çalıştırdığı 13 yıllık aile işletmesiymiş. Restoranın sahibi hanımefendi bizim gittiğimiz haftasonu eşini kaybetmiş. Yemeklerin sırrı hanımefendinin tariflerindeymiş. Yanında çalışan iki bayana da sırlarını öğretmiş, onlarla birlikte lezzet çıtasını düşürmeden yollarına devam ediyorlarmış.

Bahçe ailesine başsağlığı, hanımefendiye ise uzun ömür diliyorum. Umarım Bahçe’deki lezzet pınarı hiç kurumaz.

CUMA TAKINTISI

Benim gibi Alias ve polisiye düşkünlerine bir kitap önereceğim bu hafta. Alias Çaylak Ajan. Yazarı Lynn Mason ve Laura Peyton Roberts. Artemis yayınlarından çıktı. Sidney’in nasıl kolejdeyken ajanlık teklifi aldığını, nasıl örgüte girdiğini ve Paris’teki ilk işinde nasıl performans gösterdiğini anlatıyor. Çok akıcı, elinize bir alıyorsunuz, hemen bitiyor. Alias düşkünleri bu hafta sonu mutlaka taksın.

CUMA İTİRAFI

astvegas; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 31; İl: İstanbul

İşyerim pembe dizilerden beter. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Bunu en üst kademedekinden en alttakine kadar herkes yapıyor. İşin kötüsü ortamdaki bol dedikodu ve entrika yüzünden oradan ayrılamıyorum. İnsan sonunu merak ediyor yahu.

Yorum: Dizi yapımcıları bu itirafı gözardı etmese iyi olur. Adam olacak dizi, entrikasından belli olur!

CUMA ALINTISI

Bir doktorun yardımı olmadan ölüyorsan bu doğal ölümdür. (Mark Twain)
Yazarın Tüm Yazıları