Güncelleme Tarihi:
Mehmet Yaşin yazıyor AVARENİN ÖNERİSİ Ten ve İz David Le Breton Sel Yayıncılık
Daha önce Yürümeye Övgü, Acının Antropolojisi gibi denemeleri Türkçeye çevrilen Fransız antropolog ve sosyolog David Le Breton, yeni kitabında insanın bedeniyle ilişkisini inceliyor. “İnsanın Kendini Yaralaması Üzerine” alt başlığını taşıyan kitabı dilimize İsmail Yerguz aktardı. Breton kitapta psikolojik sorunu bulunmayan sıradan kişilerin bedenlerine zarar verme eğilimlerinin kökenlerini araştırıp, zihnimizin derinliklerindeki hislere, dürtülere ışık tutuyor.
SEYAHATTE NE OKUYALIM
PINAR MUMCU BU KİTABI ÖNERİYOR
Patti Smith Çoluk Çocuk Domingo Yayınevi
Beyoğlu Ghetto’nun işletmecisi Pınar Mumcu, balık ve her çeşit deniz ürününe meraklı. Bu nedenle Barselona’yı çok seviyor. İnsanlarını sıcak kanlı ve rahat buluyor. Tarihi dokusu kadar, içindeki ve çevresindeki plajların da kente özellik kattığını söylüyor. En sevdiği mahalleler Gracia ve El Born. Kaş ve Kekova’yı yıl boyunca gidilebilecek yerler olarak görüyor. İlk fırsatta Karadeniz’i gezmek istiyor. Uzungöl ve Sümela Manastırı’nı merak ediyor. Antakya’daki dünyanın ilk kilisesi Saint Pierre ve Adıyaman’daki Nemrut diğer görmek istediği yerler. Avrupa’da ise listesinin başında Portekiz var. Dili, fadosu, şarap ve yemekleri onu bu ülkeye çekiyor.
SEYAHATTE NE DİNLEYELİM
ELİF TANVERDİ BU ALBÜMÜ ÖNERİYOR
Radiohead Hail To The Thief Parlaphone Records
Mimar ve çevirmen Elif Tanverdi, son yıllarda çıktığı deniz, kum ve güneş tatilleri içinde en çok Malezya’nın Perhentian Adası’ndan memnun kaldı. El değmemiş bir doğa, mercan kayalıkları, balta girmemiş orman ve binlerce deniz canlısıyla çevrili adada bungalowlarda konakladı. Dalış, yürüyüş turlarına çıktı. Kış aylarında Finlandiya’nın Lapland bölgesine gidiyor. Kayak, snowboard, husky safari ve skimobillerle gezinti yapıyor, kuzey ışıklarını izliyor. Türkiye’de Mardin, Antep ve Antakya’ya gidip bu şehirlerin kendine has mimarisini görmek ve yemeklerini tatmak istiyor.
İşte tatile çıkmak için yaz başından beri beklediğim an gelip çattı. Geçen yıl eylül başında güneydeki ıslak koyları dolaşmıştım. Bol bol kitap okumuş, eylülün insaflı yazının tadını çıkartmıştım. Bu gezide gördüklerimi, yediklerimi ve okuduklarımı sizinle paylaşacağım.
Eylül aylarını severim, benim ayımdır, çünkü bu ayda doğdum. Onun için eylülleri hep keyif içinde yaşamaya gayret ederim. Yine öyle yaptım ve geçen yıl eylül başında yollara düştüm. Niyetim, bayram sonrasında nisbeten sessizleşen güney sahillerinde gönlümce dolaşmaktı. Bu bir tatil gezisi olacağı için, fotoğraf çekme, not alma, dağda bayırda koşturma telaşı olmayacaktı.
Gittim, gezdim, yedim ve okudum. Yaptığım bu eylemlerin hepsi de o kadar keyif verdi ki, bunları sizinle paylaşmadan edemedim.
Yol üstünde yeme-içme işine Akhisar’da başladım. Akhisar Köftesi’yle hasret giderdim. Her seferinde olduğu gibi köftenin tadı yine damağımda kaldı.
İlk durağım Kuşadası oldu. Her zaman yaptığım gibi, güneşi Kısmet Oteli’nin nefis manzaralı barında batırdım. Oturduğum yerden çevreyi şöyle kolaçan edince, beton binaların bu güzelim beldeyi ne kadar çirkinleştirdiğine bir kere daha üzüldüm.
Akşam yemeğini yiyeceğim Tarihi Çınar Altı, “yol üstü” lezzet duraklarımın en favorilerinden birisiydi. Bu lokantada, denizi kuşbakışı seyrederek yemek yemenin keyfini çok az yerde yaşıyordum. Her zamanki gibi çeşitli yöre otlarıyla yapılmış mezeleri, sızma zeytinyağının içinde adeta yüzen ahtapot bacaklarını, kalamar dolmasını, en sonunda da taze deniz levreğini tadını çıkarta çıkarta yedim.
GÖKOVA CENNETİ
Ertesi gün soluğu Marmaris-Datça arasında, Gökova Körfezi’ne bakan Bördübed mevkiinde küçük bir tatil köyünde aldım. Ormanın içinde küçük bir derenin kıyısında kurulmuş olan bu tesis, tam cinime göre bir yerdi. Kuş sesinden, birbirini kovalayan ördeklerin bağırtılarından, nefesleri bir türlü kesilmeyen ağustos böceklerinin cızırtısından başka ses duyulmuyordu. Burada kaldığım sürede bol bol kitap okumayı aklıma koymuştum. Yanıma (biraz da abartarak) yeteri kadar kitap almıştım. Vakit geçirmeden soluğu tesisin plajında aldım. Bir çam ağacının altına uzanıp, satırların arasına daldım.
GÜNEŞ BATIMI
Kitaplarda anlatılanlar o kadar ilgi çekiciydi ki, beş gün boyunca kitaplardan kafamı pek kaldırmadım. Sıcaktan bunaldıkça, denize atlayıp uzun uzun yüzdüm. Böylesine monoton bir yaşamı ne kadar özlediğimi fark ettim. Son gün tepelere çıkıp, Gökova’da güneşin batışını seyrettim. Datça Yarımadası’nın dağlarında o saatlerde tüm detaylar kayboluyordu. Birbirlerinden ton farklarıyla ayrılıyorlardı. Koyu duman, kararmış gümüş, siyahı bolca gri... Bir de eteklerine duman oturuyordu. Bulunduğum tepenin eteklerini döven dalgalar, kıyıda bembeyaz köpüğe dönüşüyordu.
Güneş Datça’nın ucunda kaybolmaya yüz tutunca, otomobilin disk çalarına Bizet’nin “İnci Avcıları”nı koydum. Nadir’in aryasını dinlerken, güneşin denizin üstündeki turuncu yansımasına bakıp düş yolculuklarına çıktım.
Tabii ki bu güzel anı mataramdaki malt viski ile tatlandırmayı ihmal etmedim.