Enerjinin iki yüzü

Din, dil, ırk, ve cinsiyetiniz her ne olursa olsun doğanın bir parçası olduğunuzu unutmayın. Doğayı yok etmek, kendimizi yok etmek demektir.

Enerji dediğimiz zaman aslında hepimiz tek bir şeyi anlıyoruz. Anlamı adıyla bütünleşen nadir kelimelerden biri, enerji.

Yapabilmek için ihtiyacımız olan gücü veren enerji.

Evet, tek olanın birden fazla yüzü olabilir mi, diyeceksiniz. Ben de size insanın bulunduğu yerde her şeyin olabileceğini söyleyeceğim.

Çünkü insan, dünyada ne varsa, her şeyden bir parçaya sahip. Ve bütün bu parçaları canının istediği gibi birleştirip yorumluyor. Böylece tek bir şeyden çeşit çeşit yüzler çıkartabiliyor.

Şimdi gelelim esas konumuz olan enerjiye. Enerjiyi de canı nasıl isterse öyle kullanıyor. Tıpkı ‘‘Nevruz’’ günü olduğu gibi.

Baharla birlikte uyanan dünyanın coşkusuna eşlik eden Sezen Aksu ve onunla coşan Diyarbakır halkının açığa çıkardığı enerji ile Mersin halkının savaş sahnelerini hatırlatan gösterisi sırasında açığa çıkan enerji aynı. Ama enerjinin farklı yüzleri. Biri yıkıcı, diğeri yapıcı. Ve cuma günkü yazısında Ertuğrul Özkök kimsenin farkına varmadığı bu gerçeği şöyle dile getiriyor;

‘‘Nevruz'dan Türkiye'ye iki fotoğraf yansıyor.

Biri Diyarbakır'daki müthiş konser ve coşku.

Öteki Mersin'deki Filistin sahnesi.

Diyarbakır'daki konser yapılmasaydı belki o enerji Diyarbakır'da da başka kanala akacaktı.’’

Çok doğru. Üstelik yüksek potansiyelli bir enerji olduğu zaman mutlaka bu enerjiyi bir kanala akıtmanız gerekir. Ve eskiler bunu biliyor ve bahar şenliklerini boşuna yapmıyorlar.

Doğa güçlerini tanıyan Şamanlar, doğanın uyandığı 21 Mart günü yeryüzünde büyük bir enerjinin açığa çıktığını biliyorlar. Ve insanın da doğanın bir parçası olduğunu bildikleri için bu yüksek potansiyelli enerjiyi yapıcı kanala yönlendirmek için bayram yapıyorlar.

Dans ederek, şarkılar söyleyerek büyük bir neşeyle enerjiyi pozitif yönde kullanıyorlar.

Nevruz, Şaman törenlerinin Anadolu'da gelenek olarak sürdürülen bir uygulaması.

Zaman içinde neler oldu da, bayram yeri savaş alanına dönüştü anlayamıyorum. Doğanın uyanış şarkısıyla dans etmek yerine dövüşmeyi tercih etmek hem dünya için, hem de insanın kendisi için son derece zararlı ve yok edici bir şey.

Peki kim yok olmayı seçer?

Yaşamak için, yaşatmak için öldürmek, doğanın kendi içinde olan bir prensip ama ölmek için öldürmek, yok. Böyle bir prensip duyan varsa, bana da açıklasın.

Bu durumda uyanan, canlanan doğayla birlikte canlanmak yerine yok etmeyi tercih edenleri dünyanın düşmanları olarak ilan ediyorum.

Din, dil, ırk, ve cinsiyetiniz her ne olursa olsun doğanın bir parçası olduğunuzu unutmayın. Doğayı yok etmek, kendimizi yok etmek demektir.

Doğanın içindeki muazzam ahenk ve uyumu hatırlayın. Baharla birlikte uyanan doğanın ahenkli müziğini dinleyin ve eşlik edin. Yoksa, doğa küser ve ölür, tıpkı Homeros'un yazdığı Sirenler'in yok oluşu gibi. ‘‘Odysseus yıllar süren tehlikelerle dolu deniz yolculuğunda kendisini kandırmak isteyen Sirenler'in şarkılarını dinlemediği için Sirenler denizin dibinde yok olurlar ve onları bir daha gören olmaz. Behrend bu olayı ‘‘şarkı söyleyenin dinleyeni yoksa ölür’’ şeklinde yorumluyor, diyor Buğday Dergisi son sayısında. Ve ben de bu yoruma aynen katılıyor, enerjinin yapıcı yüzünü kullanın diyorum, Yasemin'ce...
Yazarın Tüm Yazıları