Güncelleme Tarihi:
Elif Ovalı Antakyalı, asırlardır aynı topraklarda tarımla uğraşan bir aileden geliyor. Ailesinin 1760’lı yıllardan beri Antakya’da tarımla ilgilendiğine dair belgeleri var. Doğal olarak Elif Ovalı’nın çocukluğu da toprakla haşır neşir olarak geçti. Ancak babasından ‘aile geleneğidir, tarımla ilgilenmelisiniz’ baskısını yaşamadığı için Ovalı, kendi yolunu çizdi; muhasebe eğitimi aldı. 21 yaşında evlendi. Çocuklarını büyütürken içindeki sese kulak verdi ve ikinci kez üniversite hayatına döndü. İşletme bölümünü bitirdikten sonra, master yap. 3 çocuklu bir anneyken öğretim görevlisi olarak çalışma hayatına başladı. Tabi ki genlerinden gelen toprak sevgisinden asla vazgeçmedi. Akademisyenliğini sürdürürken, çiftçiliği de bırakmadı. Yunan filozof Epiktetos’un “Kendisinin efendisi olmayan hiç kimse özgür değildir” sözü Ovalı’nın yola çıkış hikayesinin ilk cümlesi oldu. İşletme ve pazarlama dersi verirken, bir yandan da tarımdaki yeniliklere ve pazarlama teknikleri üzerinde yeni projeler üzerinde çalıştı.
TARIMA YENİ BAKIŞ AÇISI
Çevrelerindeki birçok aile tarım arazilerini satarak başka işlere yönelirken, Ovalı ailesinin bereketli arazilerindeki tarım faaliyetlerine sahip çıkmaya karar verdi. Kardeşi Adnan Murat Teoman’la birlikte kafa kafaya verip, tarım faaliyetlerine yeni bir bakış açısı geliştirdi. “Bereketli Hilal” olarak da bilinen buğdayın ilk yetiştirildiği bölgede yıllardır tarım yapan aileden gelmek ona güç verdi ve kardeşiyle kendi ürünlerini markalaştırarak bir işletme kurdular. Teofarm Antakya markası da böylece doğuyor.
İYİ İNSAN İYİ İŞ YAPAR
Elif Ovalı, Türkiye’nin topraklarına ve tarımına sahip çıkarak kalkınacağına inanarak çıktığı yolda, “iyi insan iyi iş yapar” mottosuyla farklılık yakalamak için kolları sıvamış bir girişimci. Yaptığı işte farklılık yaratan Ovalı, şöyle diyor: “Üretici olmak müthiş bir şey. Yeni ürün çıkarmak, insanlara faydalı olduğunu görmek. Bir taraftan insanın yaratıcı yönünü ortaya çıkartıyor diğer taraftan yaşadığını hissediyorsun, hayatla bağlantı kurmak gibi bir şey. Biz aslında yeni teknolojilerle üretim yapmıyoruz, gelenekselliği korumak adına geçmiş kültürlerin izlerini sürerek bugüne taşıyoruz.”
Aslında “Atalık tohumlarla tarım yapacağım” dediğinde çevresindeki birçok çiftçi arkadaşı, ona “Romantik çiftçi”, “çok az ürün alırsın, kim alır, kim anlar” dedi. Ancak o ve kardeşi bu yorumları dikkate almadan üretime odaklandı. Atalık tohumlara sahip çıkarak yol aldılar ve tek parça arazide atalık buğday ekimi yapan Türkiye’nin en büyük karakılçık buğday üreticisi oldular.
SALGIN ÖĞRETİCİ OLSUN
COVID-19 salgını yaşadığımız şu günlerde tarım faaliyetlerinin bir kez daha ne kadar önemli olduğunu vurgulayan Elif Ovalı, şöyle konuştu: “Salgın öğretici olmalı. Maalesef çok zor bir süreçten geçiyoruz. Olanlar, yaşananlar bilim kurgu film sahneleri gibi. Ama bir taraftan da biz bu olanların ayak seslerini duyduk. Her gün dünyanın dört bir tarafından farklı kültürler içinde yaşadığımız düzeni sorguladık. Tüketim odaklı bir yaşam şekli, üretmeden sadece dünyadaki kıt imkanların hoyratça harcandığı dünya düzeni hep dilimizdeydi. Biz bu salgından ders alırsak geleceği daha iyi şekilde inşa edip bir üst modele geçebiliriz. Üretimde yerel değerlerin kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Bölgenin yetişmiş insanının yaşadığı bölgeye katkı sağlaması ve devletin de yerel üreticileri desteklemeli. Bu amaçla ulusal perakende marketlere yerel üreticilerden ürün alma zorunluluğu getirdiler ama tam anlamıyla başarıya ulaşmadı. Öncelikle yerel üreticileri koruyan, yerel ürünlerin tabii olduğu özel kodeksler, tebliğler olması gerekiyor. Geleneksel ürünler olarak adlandırdığımız binlerce yıldır aynı yöntemle üretilen ürünlerin tabi olduğu kanunlarla endüstriyel ürünlerin tabi olduğu şartlar aynı. Tüm bu standartlar büyük şirketler tarafından oluşturuluyor. Küçük üreticilerin de bu kanunlar yapılırken temsilcilerinin olması gerekiyor. Standartlar ortaya çıktığında zaten ürünün artizan özelliği de kalmıyor, mevsimselliği de bölgeselliği de. Yine tamamen verimliliğe odaklı bir ürüne dönüşüyor.... Söz konusu ürün bu durumda atalık, lezzetli, doğanın dizayn ettiği bir buğday değil en çok verim veren tamamen el değmeden üretilen, insan emeği ve faktörünün en az kullanıldığı endüstriye ürüne dönüyor. Bence kıymet bilme, kıymet görmek gibi kavramları konuşmalıyız. Bugün gerçek çiftçi biterse, gerçek gıda da bitecek. Asırlardır tarım kültüründen gelen topluluklar giderek bildiklerini de unutuyorlar. Tarım alanında çalışmak tarım işçisi olarak algılanıyor. Biz yerelde de daha fazla beyaz yakalıyı tarıma kazandırmalı ve markalar yaratmalıyız.”
EĞİTİM SEFERBERLİĞİ BAŞLATTI
Antakya'da üretimi geliştirmek için Teofarm öğrencilere, kadınlara yönelik bir eğitim seferberliği de başlattı. Teofarm Derslik’te köydeki kadınlara yönelik el sanatları dersinden, halkoyunları kursuna, sağlıklı beslenmeden makyaj nasıl yapılıra kadar birçok ders veriliyor. Gönüllülük esasına göre gelen konunun uzmanları kırsalda insanların özlemini duyduğu ama çeşitli sebeplerle uzak kaldığı konularda eğitim veriyorlar.
KARAKILÇIK BUĞDAYI DA VAR DOĞAL SABUNLAR DA
Teofarm, geleneksel bir Antakyalı ailenin kendisi için yaptığı üretimleri geniş bir aile için üretiyormuş gibi kuruldu. 58 çeşit ürün üreten bir yelpazeleri oldu. Bu ürünler içinde reçeller (Kıtır kabak, kebbet, turunç, ceviz, incir, patlıcan karadut, böğürtlen, portakal, limon, çilek...) bölgenin yerli zeytinleri (halhali, karaman, saurani...), nar ekşisi, zahterler, enginar, turşular, baharatlar, salçalar, doğal defne sabunları ve özellikle atalık karakılçık buğdayı ve bunları işleyerek elde ettikleri karakılçık pilavlık, köftelik bulgurları, taş değirmende öğütülen karakılçık tam buğday unu var. Teofarm şu anda karakılçık buğdayını yılda 200 ton üretiyor. Teofarm ürünleri Migros ve Makrocenter’lar aracılığıyla da tüm Türkiye’ye dağılıyor. Migros’un Anadolu Lezzetleri projesinin de bir parçası Teofarm.
Elif Ovalı aynı zamanda ‘Anadolu’nun Gönül Şefleri’ kitabının da yayın koordinatörü, ‘Doğu’nun Kraliçesi’nin Tacı Antakya Köprüsü’ kitabının da yazarı.