Oluşturulma Tarihi: Haziran 19, 2004 00:00
BU, bankacılık hakkında yazdığım dördüncü ve son yazı. Pek tabii şimdilik. Gerektikçe bu konuya döneceğim. Bir toparlama yapalım.1. Kapitalist sistemin verimliliği, ‘iş bölümü’ne (division of labor) bağlıdır. Bu, sadece mikro ekonomide, yani firmanın içinde değil, makroda, yani ekonominin tamamında da geçerli bir kuraldır. 2. Özel sektörün veriminin arttırılması için ‘mevduat toplama imtiyazı’ ile ‘
kredi kullanma hakkı’nın aynı kişi veya kurumların elinde toplanmasına izin vermeyen yeni bir yasal düzenlemeye gerek vardır.3. Bankacılık, emanetçiliktir. Sanayicilik veya genel anlamda banka dışı işlerde çalışmak ise, risk almaktır. Her girişimcinin, projelerini irdeleyebilecek bankacılara ihtiyacı vardır. Bu sebeple müteşebbis, krediyi başkasından istemelidir. Ancak o takdirde ev ödevini iyi yapar. 4. Banka, sermaye piyasası kuruluşu değildir. Firmalara sermaye koymaz; ödünç para verir. Firmalar, sermaye arıyorlarsa, sermaye borsasına gitmelidir. Halktan doğrudan ödünç para almak istiyorlarsa, tahvil çıkarmalıdır. Mevduat, sermaye değildir. Sermayeye dönüştürülemez.* * *İş hayatımızda bir hayli yaygın olan ‘muzır’ bir uygulamayı, sizlere biraz anlatmak istiyorum. Zannedilir ki; işadamları iş yapıp kár ederek zenginleşmek peşindedir. Bazı işadamlarında başlangıçta böyle bir arzu vardır. Ama zaman geçtikçe, işadamları iş yapmanın zenginleşmek için yeterli olmadığını, servet sahibi olmak için başka bir şey yapmaları gerektiğine kanaat getirir. Bu başka bir şey ‘spekülasyon’dur. Spekülasyon, arazi, arsa, bina, makine, malzeme ve benzerlerine yatırım yapıp, bunların fiyatlarının artmasını beklemektir. Alaturka zenginleşmenin formülü şudur: Alabildiğin kadar çok borç para al; aldığın borçlarla varlık edin. (Bir kısmını da zulaya atmayı ihmal etme.) Nasıl olsa, edindiğin varlıkların gelecekteki değeri, borçlarının faizli bakiyesinden fazla olacaktır. Bu formülde anahtar para bulmaktır. Para/kredi bulmak için, projeye ihtiyaç vardır. Alınan ödünçler ne kadar çabuk biterse, o kadar çabuk yeni proje üretmek gerekir ki, nakitsiz kalınmasın. Eğer bir banka edinilmişse, bu formata ‘kendir pişir, kendin ye’ denir. Bankası olan diğer holdingci arkadaşlarla ‘bektubek’, olmazsa kendi kendine ‘ofşorlama’ yoluyla, halkın mevduatını cebine yönlendir. At senin, meydan senin. Büyü, büyeyebildiğin kadar. Atalarımız ne demiş: ‘Sky, is the limit!’* * *İkinci Dünya Savaşı’nı aratmayacak kadar sıkıntılı iki yıldan sonra, 24 Ocak 1980’de Demirel bilmem kaçıncı defa başbakanken, müsteşarı Turgut Özal tarafından ‘İstikrar Tedbirleri’ paketi yürürlüğe kondu. Aynı yılın temmuz ayında, dáhi banker Kastelli’nin ülkeye saçtığı ışıkla, kendimize güvenli bir yol seçip ‘serbest faiz’ dönemini başlattık. Faizler başını alıp gidince, Özal ‘mevduat bir trilyon liraya (
dolar 75 lira) ulaşınca, faizler kendiliğinden düşecektir’ kehanetinde bulundu. Tabii, tutmadı. Çünkü, yüksek faiz, borç alırken geri ödeme niyeti olanlarla, spekülatif
rüya görmeyenleri caydıracak bir etkendir. Her iki şartın da dışında kalan o kadar çok işadamı türedi ki; faizler hiç düşmedi. Bu yüzden en baba holdinglerimiz bile o yıllarda batma kertesine geldi. Bazısı battı da. Ülkeye 40 milyar dolar zarar veren batan şirketler ve batan bankalar sorununun kök sebebi olan holding bankacılığına son vermenin zamanı çoktan geldi diyorum.Son Söz: Sistemik sorunlar, sistem değişikliğiyle çözülür.
button