Güncelleme Tarihi:
Boyner, TÜSİAD'ın, kamuoyunda hukuk devleti bilincinin güçlenmesine katkı sağlamak ve lisans veya lisansüstü düzeyde hukuk eğitimi almış 40 yaş altı genç hukukçuları özgün çalışmalar yapmaya teşvik etmek amacıyla 2008 yılında tesis edilen “En iyi Genç Hukukçu” ödül töreninde yaptığı konuşmada, bu ödüle geçen yıl 7 başvurunun, bu sene ise 16 başvurunun geldiğini bildirdi.
Türkiye'de bu tür ödüllerin teşvik edici bir rol oynadığını ifade eden Boyner, “Hukuk Devleti kavramı her şeyden önce hukuka saygı ve hukukun üstünlüğü olarak algılanması gerekiyor. Bu ise hukuku yapanların ve onu uygulayanların öncelikle yine hukukla bağlı olmalarını vatandaşların ayrım gözetmeksizin kanunlar önünde eşit olmasını ve yönetenlerin her zaman ve her konuda hesap verebilir olmalarını gerektiriyor” diye konuştu.
Bu bağlamda tüm dokunulmazlık ve ayrıcalıkların kaldırılmasının, hukuk devletinin ve kanun önünde eşitliğin vazgeçilmez bir unsuru olarak ortaya çıktığını dile getiren Boyner, istikrarlı kalkınma ve sürdürülebilir büyümenin refah düzeyinin yükseltilmesinin koşulu olduğunu, istikrarlı kalkınmanın çağdaş demokratik kurum ve kuralların yerleştiği çoğulculukla katılımcılığın kurumsallaştığı birey haklarının garanti altına alındığı hukuk devleti ile mümkün olacağını söyledi.
Demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri tam olarak yerleşmeden ulaşılan refah düzeyinin kalıcı olmasının olanak dışı olduğunu belirten Boyner, şöyle devam etti:
“Biliyoruz ki yargı reformu hem yapısal hem de zihinsel dönüşümleri kapsamak zorunda... Epeydir biliyorduk ki yargı mensuplarımızın ağır iş yükleri, adalete ayrılan paylar ve bu payların kullanımı sorundu. Adalet yavaş ve geç tecelli edebiliyor. Bazen de doğru dağıtılamıyor. Son 3-4 yıldır toplum olarak bambaşka hukuk sorunlarını izliyoruz. Örneğin gözaltında tutukluluk süresi, adaletin doğru dağıtılması için aksaklıklar taşıyabiliyor. Suçlanmadan veya suç tespit edilmeden aylarca hatta yılı aşan sürelerde vatandaşlar hapislerde tutulabiliyor ve hayatlarından hiçbirşey çalınmamış gibi salıverildiklerini görüyoruz. Küçük çocuklar taş attıkları için terörist muamelesi görebiliyorlar ve terörist gibi hüküm giyebiliyorlar. Bazı hukukçuların elinde hukukun siyaset aracı olarak kullanıldığını görüyoruz. Hukuk adeta siyasi tarafların hesaplaşma alanı haline getiriliyor.
Avrupa Birliği'ne uyum sürecinde adalet, en geri olduğumuz, mutlaka ve hemen ciddi reformlara tabi tutulması gereken yer. Adalete güvenmeden yaşayabilir miyiz? Adalet duygusunu yitirmiş bir toplum olarak ilerleyebilir miyiz? 'Türk adaletine güveniyorum güvenim sonsuzdur' klişesine toplum vicdanında inandırıcılık kazandırmak zorundayız. Bağımsız ve tarafsız yargı ve özgür savunma makamının hayata geçmesinin yanı sıra adaletin gecikmemesi, çağdaş fiziki şartların sağlanması, nitelikli yargı personelinin varlığı çağdaş bir adalet sistemine sahip olmak için çok önemli.”
Boyner, bugün Türkiye'de yargı erkinin işlevinin ve sınırlarının halen yoğun olarak tartışılıyor olmasının, kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkelerine ilişkin anlayışın henüz parlamenter demokrasinin gerektirdiği düzeye ulaşmadığının bir göstergesi olarak yorumlanabileceğini de sözlerine ekledi.