Güncelleme Tarihi:
Erol Bilecik, TÜSİAD Genel Merkezi’nde Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci'nin katılımıyla düzenlenen istişare toplantısında yaptığı konuşmada, geçen hafta alınan erken seçim kararının Türkiye açısından en iyi sonuçlara vesile olması dileğinde bulundu.
Küresel ekonominin krizi atlatması ve tekrar büyümeye başlamasıyla, yurt dışında uzun zamandır olağanüstü ölçüde genişlemeci olan politikaların normalleşmeye başladığını anlatan Bilecik, borçlanma maliyetleri giderek artarken, sermayenin yavaş yavaş gelişmiş ekonomilere dönmeye başlamasıyla, kurlarda da yukarı yönlü bir seyrin hakim olduğunu ifade etti.
Diğer ülkelere göre daha yüksek enflasyon ve cari açık oranlarına sahip olduğu için Türkiye’nin maalesef piyasa dalgalanmalarından en çok etkilenen ülkeler arasında yer aldığını belirten Bilecik, şunları kaydetti:
“Bu nedenle, seçim sürecine girilmiş olsa dahi, makroekonomik istikrara her zamankinden çok dikkat edilmesi gereken bir dönemdeyiz. Gönül isterdi ki enflasyon oranımızı diğer gelişmekte olan ülkeler gibi yüzde 5'in altına çekebilmiş, yapısal reformları büyük ölçüde başarmış olsaydık. Maalesef son yıllarda siyasi gündem, çoğu zaman ekonomik gündemin önünde gitti."
Bilecik, "Ekonomi, yarını görmek ister. Ekonomi, rahat nefes almak için yatırım ister. Yatırımı yapanlar da istikrar ve önünü görebilmek ister. Şimdi önümüzde erkene alınmış bir seçim var. Seçim tarihinin haziran olarak belirlenmesinden dolayı, iş dünyası 6 ay kazanmış oldu. Seçimlerin ardından bir an önce ülke gündemi tekrar ekonomi olmalıdır.” değerlendirmesinde bulundu.
"GÜMRÜK BİRLİĞİ'NİN GÜNCELLENMESİ AB SÜRECİMİZE YENİ BİR CANLILIK KAZANDIRIR"
Erol Bilecik, geçen hafta Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan İlerleme Raporlarının 20’ncisinin yayımlandığını hatırlatarak, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyelik hedefinin, sürecin tıkandığı son birkaç yıl hariç tutulduğunda 15-20 yıllık reform perspektifinin itici gücü olduğunu vurguladı.
Bunun ekonomik, demokratik ve sosyal kazanımlar anlamında rahatlıkla ifade edilebileceğini dile getiren Bilecik, “Türkiye, AB sürecinde ilerledikçe ABD’den Çin’e, Körfez’e kadar dünyanın diğer bölgeleri için de siyasal açıdan etkili, ekonomik açıdan cazip bir ülke haline geldi. Süreçteki duraklama, maalesef dünya ile ilişkilerimize de olumlu yansımadı. Son olarak, Türkiye-AB arasındaki Varna Zirvesi’nde ilişkileri geriletecek bir karar çıkmamıştır. Zirve bu yönden olumludur ancak, Avrupa Komisyonu’nun yeni açıkladığı Türkiye raporunun içeriği, özellikle demokratik standartlar açısından oldukça kritiktir.” ifadelerini kullandı.
Bilecik, şöyle devam etti:
“Geçmişte, komisyonun Türkiye hakkındaki yıllık raporları, Türkiye’nin AB kriterleri açısından ilerlemesini ele alırken, son birkaç yıldaki raporların siyasal gelişmelere paralel olarak mevcut kriterlerdeki duraklama ve gerilemelere odaklandıklarını görüyoruz. Bu açıdan, 2018 raporunu bir dip noktası olarak görebiliriz. Aynı gün açıklanan Genişleme Strateji Belgesi ile birlikte düşünüldüğünde, anahtar kelimeler ‘temel haklarda gerileme’ ve ‘Türkiye’nin belirgin bir şekilde AB’den uzaklaştığı’ vurgusudur. Raporun ortaya koyduğu Türkiye tablosu ve gidişat, öngörülebilir bir gelecekte AB üyesi olacak bir Türkiye sunmamaktadır.
Rapor, özellikle OHAL uygulamalarının temel hak ve özgürlükler açısından yarattığı sorunları ayrıntılı biçimde ön plana çıkarmıştır. TÜSİAD olarak, ülke güvenliğine zarar gelmeyecek bir şekilde, bu konuyu defalarca ifade ettik. Bu noktada, pozitif bir gündem maddesi olarak şu konuyu özellikle vurgulamak istiyorum; Gümrük Birliği'nin tarım, kamu alımları ve hizmetler alanlarına genişletilmesi, anlaşmazlıkların çözüm mekanizmasının oluşturulması ve mevcut karar asimetrilerinin düzeltilmesi yönünde güncellenmesi, hem ekonomik hem de siyasal açıdan AB sürecimize yeni bir canlılık kazandırır. Brüksel'de üyesi olduğumuz Avrupa iş dünyasının temsil örgütü, ortak ve güçlü sesi olan BusinessEurope da bu öneriyi kuvvetle destekliyor.”
- "KORUMACILIK, TÜM ÜLKELERDE İŞ DÜNYASINI OLUMSUZ ETKİLİYOR"
TÜSİAD Başkanı Bilecik, küresel düzeyde korumacılığın revaçta olduğu bir dönemden geçilse de, Türkiye’nin rekabet gücünü ilave gümrük vergileri ve ticareti zorlaştırıcı tedbirler aracılığıyla değil, katma değeri yüksek ürünler üreterek, marka bilinirliğini ve pazar çeşitliliğini artırarak sağlaması gerektiğine işaret etti.
Bilecik, teknolojinin her zamankinden hızlı geliştiği dijital dönüşüm çağında, üretim şekilleri, tüketim ve ödeme biçimleri, ulaştırma ve lojistik gibi birçok alanda devrim niteliğinde değişiklikler yaşandığına dikkati çekti.
Bu çağda önemli bir rol oynamak için küresel trendlerin proaktif bir yaklaşımla takip edilmesi ve hızlı aksiyon alınması gerektiğini belirten Bilecik, "Korumacılık, Türkiye de dahil tüm ülkelerde iş dünyasını olumsuz etkiliyor. Günümüzün iktisadi gerçekleri ile bağdaştırılması da zaten mümkün değil. Küresel değer ve üretim zincirlerinin tüm dünyaya yayıldığı, bir nihai üründe onlarca ülkenin izinin bulunduğu bir ekonomik yapıda, sadece tarifelerle oynayarak bir ülkenin rekabet gücünü artırma imkanımız artık yok. Hatta bunun aksi yönde sonuçlar üretmesi, rekabet gücüne orta ve uzun vadede zarar vermesi de çok kuvvetli bir ihtimal.” yorumunu yaptı.