'Türkiye'ye borcumu ödeme zamanı geldi'

Güncelleme Tarihi:

Türkiyeye borcumu ödeme zamanı geldi
Oluşturulma Tarihi: Kasım 22, 2011 16:18

Kısa süre önce, maddi karşılık almadan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ekonomi ve finans özel danışmanı olan Prof. Dr. Vefa Tarhan, Türkiye’ye borcunu geri ödeme zamanının geldiğini söyledi. Tarhan, Türkiye’nin mevcut büyüme performansının sürdürülebilir olmadığına da dikkat çekti.

Haberin Devamı

 

Bundan yaklaşık 30 yıl önce doktora eğitimi için burslu olarak ABD’ye giden ve orada kalan Tarhan, bulunduğu noktaya gelmesinde Türkiye’nin kendisine sağladığı kaynaklarının büyük katkısı bulunduğunu, bu nedenle de bilgi ve tecrübeleriyle borcunu geri ödeme zamanın geldiğini belirtti.  

 

İlkokuldayken babasını kaybeden Tarhan için bu olay hayatının da dönüm noktası olmuş. O dönemde Merzifon’da yaşayan Tarhan, babasının cenazesine gelen bir akrabasının yönlendirmesiyle Darüşafaka Lisesi’nin sınavlarına girmiş ve kazanmış.

 

Eğitimini, Lise’nin sağladığı kaynaklarla sürdüren Tarhan, daha sonra Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirip burslu doktora eğitimi için ABD’ye yelken açmış. Tarhan’a göre, bu fırsatları değerlendirememesi durumunda Merzifon'da hayatını sade bir manav olarak sürdürme olasılığı da oldukça yüksekmiş.

 

Haberin Devamı

ABD’de üç üniversitede finans dalında en iyi profesör seçilen Tarhan şu anda Northwestern University Kellog School of Management ve Loyola University of Chicago’da finans alanında dersler veriyor. 

 

Türkiye'ye hizmet etmek motivasyonuyla bu yola çıktığını söyleyen Tarhan, ülkenin karşı karşıya olduğu en ciddi riski ise sürdürülebilir olmayan büyüme olarak görüyor.

 

Standart akademisyenlerle, kendi arasındaki farkın, araştırmanın ötesinde bunların uygulamaya konması tarafında olduğuna dikkat çeken Tarhan, “Bir ülkenin ekonomik problemleri nelerdir ve nasıl çözülebilir konusu bana çok ilginç geliyor. Yani kısacası bu noktada teorinin ötesine geçmeyi seviyorum” diyor.

 

Kılıçdaroğlu’nun özel danışmanı olduğundan beri mesaisinin yoğun şekilde arttığını belirten Tarhan, o günden beri geceleri 03.00’ten önce yatağa gittiğini de hatırlamıyor.

 

 

Haberin Devamı

İşte Vefa Tarhan ile gerçekleştirdiğimiz o söyleşi:

 

- Öncelikle CHP'nin teklifini nasıl kabul ettiniz? Bunun için en önemli etken ne oldu?

 

Boğaziçi Üniversitesi’nin bir sitesi var. Zaman zaman orada ekonomik yazılar yazardım. Arkadaşlarımın hoşuna gitmiş ve bir tanesinin eşi benden Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'na bahsetmiş. Kendisiyle ancak seçim sonrası görüşme fırsatını buldum. Sanıyorum, sunduğum raporları beğendi. Sadece kendisine rapor sunmak koşuluyla görevi kabul ettim. Sık sık raporlar gönderiyorum. Yılda beş ya da altı kez Türkiye'ye geliyorum.

 

- Görevinizin tam tanımı nedir?

 

Parti'nin değil de Sayın Kılıçdaroğlu'nun ekonomi ve özellikle de finansal politikalar konusundaki özel danışmanıyım.

 

Haberin Devamı

‘ÇÖZÜM ÖNERİLERİ İLE GELDİM’

 

- CHP'nin ekonomi tarafında klasik devletçi çizgiyi takip ettiği ve ekonomi politikaları üretme konusunda pro-aktif bir yaklaşım göstermediği yönünde bazı eleştiriler yöneltiliyor. Buna katılıyor musunuz ve sizin olası bir dönüşümde nasıl bir katkınız olacak?

 

Bu eleştiriler konusunda bir şey söyleyemiyorum ancak Kılıçdaroğlu'nun ekonomi politikalarına önem verdiğini bilmeme rağmen daha fazla önem vermesi gerektiğini düşünüyorum. ABD'de, Bill Clinton'un bu konuda yaşadığı örnek oldukça çarpıcıdır mesela. Birinci Körfez Savaşı sonrası George Bush'un halktan aldığı destek yüzde 80'ler seviyesindeyken, rakibi Clinton, danışmanlarının tavsiyelerine karşı, 'It is the economy stupid' (Aptallar, önemli olan şey ekonomidir) diyerek ve sürekli ekonomiyi ön plana çıkararak kısa süre içinde seçimi kazanmayı başarmıştır.

 

Haberin Devamı

Ve bunu, 1990-91 dönemindeki ekonomik durgunluğun, örneğin bir 2007 kadar çok vahim olmamasına rağmen başarmıştır. Şu anda, Türkiye’de ekonomi çok çok daha önemli durumda. 2012’nin her boyutta ekonomi için çok zor bir yıl olacağı konusunda şüphem yok. Bu nedenle, CHP'nin ekonomiyi daha çok vurgulaması gerekiyor.

 

Ama partinin ekonomik konularda geleneksel olarak çok pro-aktif olmayan bir yaklaşımı var. Bir tankeri, bir anda çeviremezsiniz. Ancak, bu işler sadece eleştirmekle olmuyor. Partinin ekonomik konularda kredibilitesinin oluşması için masaya çözüm önerileri de getirmesi gerekiyor. Türkiye'nin problemleri konusunda Sayın Kılıçdaroğlu ile hemfikir olduğumuz çözüm önerileri var.

 

Haberin Devamı

03.00’TEN ÖNCE YATAĞA GİDEMİYORUM

 

- ABD'de üniversitedeki göreviniz devam edecek mi? Yoksa danışmanlık için tam zamanlı mesai harcıyor musunuz?

 

Görevim devam edecek. Ancak, bakıldığında aslında tam zamanlı bir mesai de harcıyorum.Bu görevi kabul ettikten sonra saat 03:00'ten önce yatağa gittiğimi hatırlamıyorum. Hatta bir keresinde, saate baktığımda sabah 9.20'ydi. Ama hala, merak ettiğim konularda akademik araştırmalar yapmaya devam ediyorum. Bu kadar yoğun çalışmanın tabi olumsuz tarafları da oluyor. Örneğin, sakatlandım ve sabah koşularını bırakmak zorunda kaldım. Ayrıca özel şirketlere ve yatırım bankalarına danışmanlık hizmetleri veremediğim için de maddi bir kaybım oldu.

/images/100/0x0/55eb0390f018fbb8f8a55f0d
 

ÜCRET ALMIYOR

 

- CHP'den aldığınız ücret bunu telafi etmiyor mu?

 

CHP'den bu görev için ücret almıyorum. Ulaşım, konaklama ve diğer masraflarımı dahi kendim ödüyorum. Ama diyorum ki, ülkenin bana sağlamış olduğu kaynakları yarattığı şansları geri ödemenin zamanı geldi. Ama bunun çok da öne çıkmasını istemiyorum. Bence benim yaptığım o kadar özel bir şey degil. İnsanlar belli bir seviyeye geldikten sonra verebilecekleri şeyler varsa bunu vermeli. Eğer bir insan, vatanın kaynaklarıyla bulunduğu noktaya gelmişse bunun karşılığını zamanı geldiğinde ödemeli. Şanslı olmasaydım, bu kaynaklar bana harcanmamış olsaydı, ben şimdi belki de Merzifon'da manavlık yapıyordum.

 

- Türkiye ekonomisine dönersek, ülke için kısa, orta ve uzun vadede en büyük riskleri nerede görüyorsunuz? Kafanızda oluşmuş çözüm önerileri neler?

 

Bu noktada öncelikle Türkiye'nin problemlerinden bahsetmemiz gerekiyor. Türkiye'nin geçmişte bir takım başarıları olmuştur. Ancak bu başarılarda şans faktörünü de önemli bir rol oynamış olduğunu kabul etmek gerek. Türkiye’nin her ülke gibi 2007 öncesi 15 yılda çok önemli küresel dönemden payını almış olduğu inkar edilemez.  Dolayısıyla, bunlar görüldüğü kadarıyla büyük başarı değildir. 2007'ye kadarki 10-15 yıllık süreçte dünya bir Lale Devri yaşamıştır. Teknolojik devrim ile enflasyon ve volatilite düşük, üretim ve büyüme yüksek olmuştur. Yani, dalgalar yükseldiği için bütün gemiler yükselmiştir. Türkiye de bu şans faktöründen kendi payına düşeni almıştır.

 

Ayrıca, 2000 krizi sonrası yapılan ekonomik reformlar var. Bazen cehalet de iyi oluyor ve bankaların çıkardığı kompleks ürünlerinin bilinmemesi nedeniyle bankalarımız, ABD'de başlayan finansal krizden de çok etkilenmedi. Sonuç olarak bu dönemde oluşan türev ürünlerini kimsenin tam olarak bilmediği ortaya çıktı. Son olarak da büyüme konusu var. Kurumsal finansman konusunda çalışmalarım nedeniyle bir sürü olaya hem şirketler hem de ekonomi tarafından bakma becerisi yakaladım.

 

Evet büyüme iyi bir şey ancak bunun tıpkı şirketlerde olduğu gibi finanse edilmesi gerekiyor. Nasıl bir şirket satışlarını artırdığında (büyüdüğünde), o şirketin müşterilerine verdiği ticari kredilerdeki, envanterindeki, duran varlıklarındaki artışlar için gereken parayı bulması gerekiyorsa, ekonomiler de büyümelerini finanse etmek zorunda. Mesela bir şirket üretime dayalı büyüyorsa ve finansman problemi yoksa istediği kadar büyüyebilir. Ekonomiler için de aynı şey gereklidir. Ama ekonomilerin büyümesi cari fazla yerine açık yaratıyorsa ve bu açığı sağlıklı finansman kaynaklarıyla finanse edemiyorlarsa, o zaman büyüme politikalarını gözden gecirip, yüksek hızla büyümek yerine, sürdürülebilir bir büyüme politikası uygulamalı.

 

KONTROLSÜZ BÜYÜME ÇÖKÜŞ GETİRİR

 

Bir uç örnek olarak da, 1990'lı yılların sonunda internet şirketlerin yarattığı furyayı düşünün. Borsada bu şirketlerin hisseleri sürekli artıyordu. Yatırımcılar, bu şirketlere dünyanın finansmanını sağlıyordu ve firmalar bu finansmanla büyüyordu. Bu şirketler, bir Microsoft gibi ayağı yere basan, ürettiğini satan ve envanteri olan kurumlar da değildi. Microsoft, bu büyümeyi iç kaynaklarıyla sağlıyordu. Bu şirketlerin sonra yüzde 98'i battı. Bu da o finansmanın devamı gelmediği için oldu. 'Köpük' denen olay da budur.

 

Türkiye'ye gelecek olursak. Evet, iyi, güzel, hızlı büyüyor da bu sağlıklı bir büyüme mi? Cari açık sorunumuz ortada. Yıl sonunda liranın değer kaybı hesaba katıldığında GSYİH'ye oranı şu anda bulunduğu seviyenin de üstüne çıkacak. Şimdi, ithalat ihracat ilişkisi kötüleşmese bile aritmetik olarak basitçe düşünelim. İthalatınız 100 lira, ihracatınız 80 lira olsun. Aradaki 20 lira açığı, dünya TL kabul etmediği için bulmanız gerekiyor. Büyüdüğünüz zaman, ithalatınız 200 lira, ihracatınız 160 lira olacak ve açığınız 40 lira olacak.

 

- Hocam, peki bu finansmanı sağlıklı olarak nasıl sağlayabiliriz?

 

Bu parayı bulmak için sağlıklı finansman kaynakları tasarruf ve doğrudan yatırım olmak üzere iki tanedir. Ve ne yazık ki, yetkililerin söylediğinin aksine bu kaynaklar Türkiye'de yeteri kadar mevcut değil.

 

Çin, cari açığı olmamasına rağmen milli gelirinin yüzde 35'ini tasarruf ederken, kronik cari açığı olan Türkiye’nin tasarruf oranı yüzde 12'de bulunuyor. İhraç ettiğinizden daha çok ithal etmeniz için para bulmanız lazım ve bu para şu anda büyük ölçüde sağlıklı kaynaklardan gelmiyor.

 

‘İSTATİSTİKİ JİMNASTİK’ YAPILIYOR

 

İkincisi ise doğrudan yatırım tarafı. Bazı yöneticiler bu konuda oldukça yanıltıcı bilgi veriyor. Doğrudan yatırım miktarının son sekiz yılda yüzde 100 arttığı belirtiliyor. Ancak bu oransal tanımlama yeterli değil. Çünkü işin bir de miktarsal tarafı var. Yani ben 100 lira kazanırken, 200 lira kazanmaya başlıyorum ve gelirimde yüzde 100'lük bir artış sağlıyorum. Ancak siz, 1 milyon dolar kazanırken, bunu yüze 20 artırdığınızda 200 bin dolar daha fazla kazanıyorsunuz. Ben oransal olarak sizi geçmiş görünüyorum. Ancak, benim gelirim 100 lira artarken, sizinki 200 bin dolar artıyor. Bu nedenle oran karşılaştırması doğru değil. Burada istatistiki jimnastik yapılıyor.

 

‘DOĞRUDAN YATIRIMDA PASTADAN PAY ALAMIYORUZ’

 

Dünyada doğrudan yatırım için para yok değil. 2007 senesinde mesela 2 trilyon dolar doğrudan yatırım yapıldı ve bunun yüzde 50’lere yaklasan kismi gelişmekte olan ülkelere gidiyordu. Şimdi bize gelen doğrudan yatırım %100 arttı deniyor. Ama 2000 yılından beri Türkiye sadece iki yıl bu paranın yüzde 1'ini alabilmiştir. Yani 2 trilyonluk pastadan, bırakın dilimi, dilim keserken oluşan kırıntıların dahi tümü gelmiyor.

 

Bir de doğrudan yatırımların sadece girişine değil de net miktarına bakmak gerekiyor. Çıkan miktarı da hesaba katmak gerekiyor. Üzerinde çalışma yapmama rağmen telaffuz edilen aynı rakamı bulamadım. Çünkü bu hesap sadece giren paraya göre yapılıyor.

 

İhracat için de aynı şey geçerli. Rekor kırılıyor deniliyor, peki ithalata ne oluyor. İthalattaki rekor çok daha fazla.

 

‘YABANCI ŞİRKETLER NEDEN GELMİYOR’

 

Cari açıkta da sürekli artış var, bu alanda altı ay içinde bir önceki senenin rekoru kırıldı. Yani istatistiki jimnastikler yapmak yerine, doğrudan yatırım neden gelmiyor onu sorgulamak ve doğrudan yatırımları teşvik edecek tedbirleri almak lazım.

 

Ekonomi yönetim Türkiye'nin dünyanın en güvenilir, en istikrarlı ve en potansiyelli ülkesi olduğunu söylüyor. Peki öyleyse, ben de onlara soruyorum eğer o durumdaysak neden yabancı şirketler gelip Türkiye'de anlamlı miktarda yatırım yapmıyor?

/images/100/0x0/55eb0390f018fbb8f8a55f0f

‘TARIM VE EĞİTİM ÖNCELİKLİ OLMALI’

 

- Peki bu yatırımları çekmek için yapılanlar nerede eksik kalıyor? Sizin alternatif çözüm önerileriniz var mı?

 

En özet şekilde, iktisattaki mukayeseli avantaj ilkesi gereğince belki de Türkiye'nin öncelikle ihraç etmesi gereken ürünler üzerine yoğunlaşmalı. Mesela bizim işgücünde avantajımız yok çünkü pahalı. Çin bile artık bazı ürünler üretmiyor. Çünkü Vietnam daha ucuz şekilde üretiyor. Mesela Türkiye, yazılım, tasarım, lojistik gibi değer artırıcı alanlara yönelebilir. Sorum şu, acaba şimdiye kadarki hükümetler acaba hiç oturup, Türkiye'nin hangi alanda mukayeseli avantajı olabileceği konusunda düşünmüşler midir? Bunun yapıldığını düşünmüyorum. Tıbbi turizm gibi başarı sağlanan sektörlerin de biraz şans unsuruyla geliştiğini düşünüyorum. Elbette bu alanda özellikle eğitim alanında büyük yatırım gerekiyor.

 

Örneğin eğitim. Sıkça tekrarlanan, 'genç ve eğitimili bir nüfusa sahibiz' diye bir söylem var. Bunun doğrusu bence 'genç ve diplomalı' şeklinde olmalı. Eğitime o kadar yatırım yapılıyor. Aileler, boğazlarından kesip çocuklarını okutuyorlar. Peki sonuç ne. Eğer, eğitimi bir ürün olarak görüyorsanız, bu kaliteli olarak üretilen bir ürün olarak ortaya çıkmıyor. ABD'de, dershane endüstrisi diye bir şey yok. Neden olsun ki, okulun görevi nedir peki?

 

 

Ayrıca, ihmal edilen diğer bir alan da tarım. Dünya nüfusu azalmayacak, gıda fiyatları artmaya devam edecek. Bu alanda da büyük miktarda yatırım yapılması gerekiyor. Eğer tek başına iktidarsan bu cesur yatırımları içeren adımları atabilmelisin. Bunları yapmadığınız takdirde, tek başına olmanın ne avantajı var. Bu avantajın kullanılması gerekiyor.

 

 

- Eğitim konusunda ne tip çözümler öneriyorsunuz?

 

Mesela kısa vadede Hindistan örneğine bakılabilir. Hindistan, yurtdışındaki binlerce Hintli akademisyene, bulundukları ülkedeki şartların sağlanması koşuluyla, ülkelerine dönüp en az iki yıl kalması çağrısı yapıyor. Gelen Hintlilerin bazıları süre bitiminde ülkelerinde kalmaya devam ediyor. Böylece, bir bilgi transferi gerçekleşiyor ve Hintli öğrenciler araştırma nasıl yapılır onu öğreniyor. Bu nedenle, önemli ilaç şirketleri burada sadece üretim değil, araştırma geliştirme de yapıyor. Türkiye de kısa vadede bunu yapabilir. Ancak uzun vadede, elbette daha köklü adımlar atılması gerekiyor.

 

SICAK PARA ŞU ANDA KAÇAMIYOR, AMA YENİSİ DE GELMİYOR

 

- Cari açığın bu şekilde devam etmesi durumunda ithal ikame sistemine dönüş gündeme gelebilir mi? Türkiye bunu nasıl yapar?

 

Bunun gündeme gelmemesi neredeyse imkansız. Ama vergiler zaten yüksek. Daha ne kadar vergi koyabilirsiniz ki.

 

Türkiye nereden para buluyor. Türkiye'ye geçmişte sıcak para gelmiş. Bunlar ürkek para, bugün burada, yarın kaçacak para. Deniyor ki, tüm gürültü ve patırtıya rağmen Türkiye'den Ağustos ayında 2 milyar dolar kaçtı. Buradaki konu kaçmıyor değil de büyük bir ihtimalle kaçamıyor olması. Hisse senetlerinin yüzde 63'ü bu paranın sahiplerinin elinde. Eğer satarlarsa, hisselerin değeri düşecek. Ellerindeki TL'yi, dolara çevirdiklerinde de yüksek kur tarafında da zarara uğrayacaklar.

 

Cari açık, politikalar değişmezse gelecek sene mutlaka daha da yüksek olacak, diyelim 100 milyar dolara çıkacak. Peki bu kaçamayan yabancılar, Türkiye'ye acaba yeni para getirecek mi? Dünyada o kadar belirsizlik var ve yatırımcılar o kadar korkuyor ki ABD'de, üç aylık hazine bonosunun getirisiyüzde 1'in yüzde 1'i seviyesinde. Yatırımcılar, enflasyondan arındırıldığında eksi getiriye razı. Belirsizlik kökenli korkuların böylesine hakim olduğu böyle bir dünyada, Türkiye yeni para getirecekler mi? Hayır. Peki o zaman, cari açığı neyle kapatacaksın? Dolayısıyla, bu sürdürülemeyecek bir büyüme politikası.

 

‘BÜYÜMEK İÇİN BÜYÜMEK FAYDALI DEĞİL’

 

Büyümek için büyümenin bir faydası yok. Önemli olan, şirketlerdeki gibi kar ederek büyümektir. Türkiye büyümesin demiyorum. Yerinde saymak için yüzde 5'lik bir büyümeye ihtiyacı var. Ancak kontrolsüz olduğunda, sürdürülemeyecek bir cari açık tehlikesi meydana getiriyor.

 

Ayrıca Türkiye dolaylı vergiler nedeniyle. Tüketime dayalı ekonomisi sayesinde kolay vergi topluyor. Devamlı zam yapıyorsunuz. Kağıt üzerinde mali disiplinimiz var görünüyor. Doğru var ve bütçe açığımız çok düşük. Ama bu durum kalıcı mı? İç tüketime dayalı bir ekonomimiz var. Eğer, herhangi bir nedenle tüketim azalırsa mali disiplin tersine dönebilir.

 

 

- Avrupa'da yaşanan ve tüm dünyaya yayılması beklenen ekonomik durgunluk riski var. Bu, 2023 için hedeflenen 500 milyar dolarlık ihracat hedefinden sapmaya neden olur mu? Bu size göre ne ölçüde olur?

 

Saptırabilir elbette. Ama, eğer ithalatınız 1 trilyon dolar olacaksa saptırmazsa da ne fark eder ki. Yani yine yukarıda bahsettiğim konuya geliyoruz.

 

 

- İstihdamın son geldiği seviye için oldukça başarılı olduğu değerlendirmesi yapılıyor. Bu konudaki değerlendirmeniz nedir? İstihdamdaki güçlü seyir kalıcı büyüme sinyali veriyor mu?

 

İstihdam da düzelme var. Türkiye'de sanırım yılda 750 bin kişi işgücüne katılıyor. Onlara iş bulunuyor. Ama, yine de bu kadar hızlı büyümeye rağmen işsizlik Türkiye'nin kronik sorunlarından biri olmaya devam ediyor. Hala, bu büyüme performansına rağmen işsizlikte gelinen seviye, 2002'deki oranın üzerinde seyrediyor.

 

 

- Küresel piyasalar için önümüzdeki dönemdeki öngörüleriniz nelerdir? Yatırımcılar hangi enstrümanlara daha yakın durmalı?

 

Hazine tahvillerine kısa vadeli yatırım yapmak fena politika değil. Üç ayda vadesi doluyor, en kötü ihtimalle bekler paranızı alırsınız. Ancak, biraz da risk alabilirim diyenler için bence döviz fiyatlarındaki artış dinmiş değil.

 

https://twitter.com/#!/emekkaplangil

 

ekaplangil@hurriyet.com.tr

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!