TÜSİAD'tan yapılan açıklamaya göre, “Sarkaç doğuya kayıyor: Türkiye sürüklüyor mu, sürükleniyor mu?” kapak sloganıyla çıkan Görüş Dergisinin yeni sayısında, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile gerçekleştirilen söyleşiye yer verildi.
Türkiye'nin dış politikasının arkasındaki felsefeyi ve uygulama yaklaşımını ele alan Davutoğlu, eksen kayması tartışmalarına da değindi.Öncelikle eksen kelimesine bakmak gerektiğinin altını çizen Davutoğlu, çok kutuplu olunabileceğini fakat çok eksenli olunamayacağını vurguladı.
Soğuk savaş sırasında bir eksenden söz edilebileceğini ifade eden Davutoğlu, ancak şu anda dünya siyasetinin son derece dinamik ve sürekli hareket halinde olduğunu, bu kadar dinamik bir zeminde pozisyon sahibi olmak için bir duruşun olması gerektiğinin altını çizdi. Davutoğlu, konuya ilişkin şu görüşleri dile getirdi:
“Eskiden duruşu yukarıdaki aktörler, süper güçler belirliyordu. Siz de o duruşa intibak ediyordunuz. İki kutuplu düzende bu anlaşılabilir bir şeydi. Büyük güçler vardı, küresel güçler vardı. Değişik kategoriler pozisyon belirliyor, siz de onlara intibak gösteriyordunuz. Ama şimdi her şey değişti. Orada sizin sözünüz olmalı ki pozisyonunuz olsun. Hareketli bir ortamda olan biteni anlayabilmek için bir yerde durmanız gerekir. Bu da sizin ekseninizdir. Ben, o ekseni bulduktan sonra oturur vizyonumu müttefiklerimle istişare ederim ve ortak bir pozisyon belirlerim.
Eksen kaymasından kast edilen, 'pozisyonu onlar belirlesin Türkiye de uyum sağlasın' ise, bu Türkiye'ye ve Türkiye'nin kapasitesine yakışan bir davranış olmaz. O pozisyon da bizim pozisyonumuz olmaz. Çünkü şimdi Türkiye'nin bütün pozisyon belirlemesi gereken konular herkesten çok Türkiye'yi ilgilendiriyor. Eskiden tarih Doğu Avrupa'da akıyordu, Türkiye'nin pozisyon belirlemesini gerektiren şeyler kendisini çok doğrudan ilgilendirmeyebiliyordu.”
Şimdi her şeyin değiştiğini ifade eden Davutoğlu, “Eğer biz eksen değiştirilmesi korkusuyla Irak'taki siyasi uzlaşı sürecine 2005'te katılmasaydık, ki o zaman koalisyon güçlerinin tümü buna karşıydı, bugün Sünni Araplarla en yakın diyaloğa girebilen ülke niteliğini taşımazdık” dedi.
Türkiye'yi anlamlı kılanın sahip olunan tarihi birikimle yaratılan müdahil olabilme kabiliyeti olduğunu anlatan Davutoğlu, “Biz müdahil olabilme kabiliyetimizi kullandığımız zaman bir pozisyon oluşturuyoruz. Eksen kayması tartışması da bu noktada başlıyor. 'Siz etken olmayın, müdahil olmayın, siz karışmayın, siz söylenileni yapın' deniyor” ifadesini kullandı.
Türkiye'ye yapılabilecek en büyük hakaretin “Türkiye'yi kim, niye kaybetti” sorusu olduğunun altını çizen Davutoğlu, şunları kaydetti:
“Bunu soranlar Türkiye'yi dışarıda edilgen bir aktör olarak görenlerdir. Biz diye kendini tanımlıyor, Türkiye'yi o 'biz'in dışında ve edilgen bir aktör olarak görüyor. Eğer biz hep beraber bir eksen oluşturuyorsak tüm sorunları birlikte tartışmamız gerekir. Ben bu tartışmayı bir psikolojik baskı unsuru olarak görüyorum.”
İSRAİL-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ...
Ahmet Davutoğlu, söyleşide İsrail-Türkiye ilişkilerinin geleceğine ilişkin soruları da yanıtladı.“Bir ülke, bu İsrail olsun ya da bir başkası, açık denizde bir gemiye müdahale ediyor, dokuz kişi ölüyor, onlarca insan yaralanıyor ve gemilere el konuyor. Bunun bir karşılığı olması lazım” görüşünü dile getiren Davutoğlu, uluslararası sularda belli koşullar dışında hiçbir ülkenin, hiçbir gemiye müdahale hakkının olmadığını anımsattı.
Bu şartlarda İsrail'in bir suç işlediğini belirten Davutoğlu, bu suçun adının konması, öznesinin belirlenmesi, suçlunun tanımlanması ve bu suçlunun müeyyideye muhatap olması gerektiğini vurguladı.“Bunu ya İsrail kendi başına yapar ya da uluslararası bir komisyonu kabul eder” diyen Davutoğlu, şöyle devam etti:
“Biz vatandaşlarını uluslararası sularda kaybetmiş bir ülke olarak hakkımızı arıyoruz. Bizim yaptığımız budur. Müdahaleyi İsrail değil de başka bir ülke gerçekleştirmiş olsaydı da aynı argümanı, aynı hukuki yolları kullanırdık. İşin ikinci boyutu da siyasidir. Bu da Ortadoğu'da bir barış süreci inşa etmekle ilgilidir. Onun için İsrail-Suriye arasında arabuluculuk yaptık. Onun için Gazze savaşı sırasında devreye girdik, ateşkes sağlamaya çalıştık. Onun için Lübnan'da, Irak'ta siyasetimizle varız.”
İsrail'in bölgede sürekli politik risk üreten bir ülke görüntüsü verdiğini ifade eden Davutoğlu, “Eğer İsrail hükümeti 2008'de olduğu gibi hem Suriyelilerle, hem de Filistinlilerle müzakereler yapmaya başlarsa, biz buna destek veririz. Ama bölgemizi daha da fazla istikrarsızlaştıracak çabalar içinde olmasını istemeyiz. Bu yüzden de hukuki beklentilerimizin yanı sıra siyasi beklentimiz de var. O da Gazze'ye konan ambargonun kalkmasıdır”görüşünü aktardı.
Ahmet Davutoğlu, “Kıbrıs konusunda bir ilerleme kaydedilmediği takdirde AB'den kopar mıyız?” sorusunu ise şöyle yanıtladı:
“Kopmayız. Eğer Kıbrıs sorununun çözümü yolunda bir ilerleme olmazsa ve Avrupa Birliğinde bazı ülkeler bu sorunu bahane ederek fasılları engellemeye devam ederse belli bir durağanlık dönemine girer. Ama kopma olmaz. Umut ederiz ki bu yıl içinde kapsamlı çözüm gerçekleşir ve bu sorun temelli bir şekilde gündemden düşer. Ama o olmazsa, umut ederim Kıbrıslı Türklere verilen sözler yerine getirilir ve Türkiye'nin limanlarını açması adil bir şekilde dengelenir, böylece Türkiye'nin önü açılır.”
“HER ŞEYİ ANCAK DEMOKRASİNİN YAYGINLAŞMASI İLE ÇÖZERİZ”
Ahmet Davutoğlu, “Dış politikada öngördüklerinizin gerçekleşmesi için Kürt sorununun çözümü gerekli değil mi?” şeklindeki soruyu da yanıtladı.
İçeride sükunetin olmasının, Türkiye'nin kendi iç meselelerini demokratik yöntemlerle çözüme kavuşturmasının dış politikada büyük bir manevra alanı sağlayacağına işaret eden Davutoğlu, onun için hükümetin demokratik açılım projesini başlattığını anımsattı.
Yapılanlara rağmen terör örgütü saldırılarını sürdürdüğünü belirten Davutoğlu, şöyle devam etti:
“Buna karşı da devlet tabii ki gerekli tedbirleri almakla yükümlü. Kürt meselesi sadece Türkiye'de değil Irak'ta ve bölgede de önemlidir. Onun için vatandaşlarımızın Türkiye'ye olan aidiyet duygularını pekiştirmek, onların ülkeye olan vefa düzeyini yükseltmek, onların mutlaka siyasal sistem içinde tutulmasını sağlamak suretiyle iç barışı tahkim etmek zorundayız. Aksi taktirde şu ve bu gerekçeyle Kürt kardeşlerimiz aidiyet duygularını kaybederlerse ya da ekonomik bakımdan bölgesel geri kalmışlık düzeyi geliştirilmezse ya da siyasal sürecin dışında kalırlarsa, bu sefer istemediğimiz sonuçlar doğabilir. Her şeyi ancak demokrasinin yaygınlaşması ile çözeriz. Çünkü demokratik toplumlarda aidiyet duygusu zaten vatandaşlık bağı ile sağlanıyor ve tahkim ediliyor.”
“KÜREDE DEĞER YARATMA DOĞUYA KAYIYOR”
Kapak konusuna bir makale ile katkıda bulunan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner ise yeni küresel dengeler kapsamında Türkiye'nin dış politika eğilimlerini değerlendirdi.
Türkiye'nin dış politika gelişmelerinin gerçekten önemle izlenmeyi ve tartışılmayı hak edecek nitelikte olduğunu ifade eden Boyner, 2009 yılı başında Davos'ta yaşanan Erdoğan-Peres tartışması, Ermenistan açılımı, komşu ülkeler politikası, ABD ile ilk defa büyükelçi çekme aşamasına ulaşan 24 Nisan krizi ve son olarak Türkiye ile Brezilya'nın BM'nin İran ambargo kararına karşı tutumunun, geleneksel parametreler çerçevesinde ele alınmayacak bir çeşitlilik içerdiğini hatırlattı.
Konuya iki ölçekten bakmanın yararlı olabileceğini belirten Boyner, öncelikli olarak dış politika olgusunu ve dış politikaları genel olarak belirleyen doğal etmenlerin küresel ölçekte ele alınması gerektiğini vurguladı.
Bir iş dünyası temsil örgütü olarak, temel bir çıkarsamayı kolayca yapabildiklerini dile getiren Boyner, şunları kaydetti:
“Kürede değer yaratma eğilimi bariz bir şekilde Doğuya kayıyor. Dünyanın değer yaratan alanları artık nispi olarak Türkiye'nin batısından doğusuna doğru ilerlemiş durumda. Üstelik bu gelişmede hiç şaşırtıcı bir unsur yok. Soğuk savaş dönemi sonrasında ticari bir oyuncu haline gelen Rusya, enerji piyasasında söz sahibi olan Karadeniz ve Hazar Denizi ülkeleri, her yıl Anglosakson dünyasının 5-6 katı büyüyen bir Güney Doğu Asya her koşulda Doğu-Batı üretim ve tüketim dengesini şüphesiz kaydıracaktı.
2008 yılı itibariyle ortaya çıkan küresel kriz, bu Batı-Doğu salınımını daha da hızlandırdı ve saydamlaştırdı. Doğu'da büyüme önemli bir kayıp söz konusu olmadan devam etti; üstelik bölgenin önemli bir bölümünde piyasa ekonomisi kuralları, bağımsız
merkez bankası, müdahaleli olmasına rağmen dalgalı kur ve disiplinli kamu maliyesi anlayışı da geçerliydi veya kontrollü bir geçiş için emniyetli bir aşamadaydılar.”
KÜRESEL REFAH DENGESİNE UYUM GÖSTEREN BİR DIŞ POLİTİKA...”
Türkiye'nin bulunduğu bölgede “Soğuk savaş dönemi” dış politikasının belirlediği kısıtlamalar ortadan kalktıkça, iktisadi açıdan hak ettiği rolü oynamaya başladığını ve bölgede önemli bir iktisadi güç haline dönüştüğünü ifade eden Boyner, “Bu ölçekte anlaşılır bir gelişmeden bahsetmek mümkün: Türkiye için, ekseni kayan dış politikadan ziyade küresel refah dengesine uyum gösteren bir dış politikadan bahsetmek gerekiyor. Üstelik bu dış politika gelişmesine bir tercih demek bile zor. İhmal edilebilir farklılıklar ile her hükümetin bu dönemde benzer dış politika tercihleri yapacaklarını düşünmek gerekir. Kaldı ki, iç politika ve refah izdüşümü olmayan bir dış politikanın hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur” görüşünü dile getirdi.
Diğer ölçeğin ise bu dış politika gelişmesinin reel-politik karşılığı olduğunu belirten Boyner, iktidar partisinin tartışmalı “Hamas teması” ile başlayan ve birbirini besleyen bir seri dış politika tercihi olduğunu kaydetti.
Bu tercihlerin bir tür içsel tutarlılığının olmasının bu tercih setinin bir bütün olarak Türkiye'nin orta-uzun dönem refahını artırabileceği anlamına gelmeyebileceğine dikkati çeken Boyner, şunları kaydetti:
“Yani ekonomik birimler olarak, tüketici, işveren, işçi olarak, Türkiye'yi sürdürülebilir yatırım ve ticaret kanallarından uzaklaştıran dış politika tercihlerini benimseyemeyiz. İran'ın ürettiği nükleer gücün barışı mı/savaşı mı getireceği konusu şüphesiz önemlidir, ancak Türkiye açısından risk ne kadar bölgesel ne kadar küreseldir? Bunları bilmek pek mümkün değil, uzmanlık alanımız hiç değil. İsrail ile ilişkilerde yaşanan kopma, dolaylı olarak Ermenistan probleminin çözümsüz kılabilir mi? ABD ile ilişkiler gerilirse, NATO'da Yunanistan - Türkiye dengesi değişir mi? Bu konuların hiç birisinin yanıtını tam olarak bilmiyoruz.
Ancak iyi bildiğimiz birkaç konu var: Birincisi, Batı-Doğu salınımı sürecinde, Türkiye'yi bölgesel güç olma düzeyine taşıyan temel öğe, bölge ülkelerine göre neredeyse bir asırlık farkla kurma yoluna girdiği, demokrasi, laiklik ve piyasa ekonomisine dayalı sistemdir.”
ENERJİ POLİTİKALARI DA ELE ALINDI
Görüş dergisinin ağustos sayısında Türkiye'nin enerji politikası da ayrıntılı olarak ele alındı.
Enerji Bakanı Taner Yıldız Görüş Dergisi için Türkiye'nin tercihlerini ele alan bir makale hazırladı. Türkiye'nin dayanışma, güven, diyalog ve işbirliğini itibarlı bir dış enerji politikasının öğeleri olarak gördüğünü belirten Yıldız, enerji işbirliğinin teşvik edilmesi için aktif dış politika sergilendiğini ifade etti.
ABD Dışişleri Bakanlığı Avrasya Enerji Özel Temsilcisi Richard L. Morningstar ile gerçekleştirilen söyleşide ise AB'nin enerji güvenliği, ABD'nin Avrasya enerji denklemine yaklaşımı, Nabucco projesinin fizibilitesi gibi konulardan yola çıkılarak Türkiye'nin enerji konusunda oynamak istediği stratejik rol ele alındı.
Dergide ayrıca Kürt sorunu, CHP'de yaşanan değişim, G-20 oluşumu ve internet yasakları gibi konuları tartışan makalelere yer verildi.
Derginin yeni sayısında TÜSİAD tarafından hazırlanan Üst Yönetici (CEO) Anketi'nin sonuçları da kamuoyunun bilgisine sunuldu.2010 yılı birinci çeyrek büyüme rakamlarının açıklanmasının ardından TÜSİAD üyesi üst yöneticilerin genel iktisadi ve siyasi konjonktüre ilişkin değerlendirmelerini yansıtan ankette, Türkiye ekonomisi ve küresel ekonomiye yönelik beklentiler değerlendirildi.
Anket kapsamında üst yöneticilerin büyük bir bölümü, Türkiye ekonomisindeki toparlanmanın 12 ay sonra daha belirgin hissedileceği yönünde görüş belirtti. Ankette ayrıca katılımcıların istihdam yaratma eğilimi, yatırım yapma eğilimi, yatırımın önündeki engeller, Avro bölgesi (Eurozone) krizi ve G-20 konularındaki değerlendirmelerine yer verildi.