Güncelleme Tarihi:
'70 CENTE MUHTAÇ HALE GELDİK'
Askeri darbe ve muhtıraların müdahalesi ile kesintiye uğrayan sivil siyasetin ekonomisi de bozulur. Hele ki 1973 ve 1979 petrol krizleri nedeniyle gelen şok dalgaları da, bu zorluklara tuz biber eker. Koalisyonlar ve azınlık hükümetleri hep birbirlerine ‘enkaz devretmekle’ kalmaktadır. İstikrarsızlık yıllarıdır; siyasal kutuplaşmanın ‘Milliyetçi Cephe’ hükümetleriyle (AP-MSP-MHP) vücut bulduğu yıllar. Bunların da Başbakanı olan Demirel eski ekonomik başarıyı gösteremez. Tersine yine 12 Eylül darbesinden 8 ay önce tarihe ‘24 Ocak kararları’ olarak geçen bir dizi ‘acı ilaç’ kararları alır. Yüksek kamu zamları ve devalüasyon ile sübvansiyonların kaldırılmasını içeren kararlar kabinede tartışılırken, itiraz eden bakanlara, bu kararlara kendi hatalarının da katkısının olduğunu, toparlama işinin de kendilerine düştüğünü söyler. Kararları kamuoyuna açıklarken söylediği şu söz ekonominin durumunun özetidir; “70 cente muhtaç hale geldik”.
'ACI İLAÇ' KARARLARI
Türkiye’nin görece dışa kapalı, ithal ikameci, fiyat kontrolleri olan ekonomisi 24 Ocak kararları ile liberalleşir. Arka planda ise Turgut Özal vardır. Demirel’e “yardım etmek istiyorum” diyen Özal, şöyle bir karşılık alır, “benim 100 günüm var, bu gaz-akaryakıt kuyruklarını ortadan kaldıracaksın”. Demirel içerikten çok sonuçla ilgilidir. Özal’ın reçetesi olan o kararlar uygulanır; IMF’nin de arzu ettiği budur. Bir tarafı ile kötü yönetimin bedelinin ‘acı ilaç’ olarak halka fatura edildiği, diğer tarafı ile Türkiye’nin küreselleşmeye, dışa açılışa kapı araladığı bir dizi kararlardır, 24 Ocak kararları.
12 Eylül darbesi sonrasında Demirel için yasaklı yıllar, siyasette ise Özallı yıllar. Birinci parti çıkıp Başbakan olarak koltuğa oturduğu yıl 1991’dir. 1993 Nisanında Özal’ın ölümüyle Cumhurbaşkanlığı koltuğuna geçene kadar koalisyonun başbakanıdır.
'BENİM İŞÇİM, BENİM KÖYLÜM'
Demirel 70’lerdeki Milliyetçi Cephe koalisyonlarının başbakanlığı dönemlerinden başlayarak, 1991-1993’teki DYP-SHP koalisyonunda zirveye ulaşan bir ekonomi perspektifine sahip oldu; popülizm. Askeri bürokrasinin her daim sivil siyasete müdahalesi, politikacıları popülizme itti. Bunun şampiyonu ise Demirel’di. “Benim işçim, benim köylüm, benim memurum…” diye başlayan konuşmaları, toplumda “Baba” unvanı ile karşılık buldu.
Demirel, tarımdaki destekleme alımlarındaki taban fiyatı, seçim meydanlarında ‘kim ne veriyorsa 5 fazlasını veriyorum” diye ilan eden, sosyal güvenlik sistemini çökerten politikalara imza attı. Türkiye dünya fiyatlarının üzerinde taban fiyatı veren, bu yüzden ülkeye kaçak buğday giren, destekleme alımı ile yığılan tütünleri ne yapacağını bilmediği için yakan bir ülke olmuştu. 1992’de yasa değişikliği ile hayata geçen ve kadınlarda 38, erkeklerde 42 yaşında erken emeklilik kapısını açan düzenleme ile Türkiye’nin sosyal güvenlik sistemi çöktü. Kamu açıklarının en büyük kalemlerinden biri haline geldi. Başbakanlığı devrettiği Tansu Çiller’in döneminde patlayan 1994 krizi ile kısa bir ara verilse de her alandaki popülist vaat ve uygulamalar, rakipleri tarafından da devam ettirildi. 2001 krizine uzanan yolun taşları 90’lı yıllarda örülmüş oldu.
Demirel’le yakın çalışan bürokratlar, hatalarından ders alıp toparlama konusunda da açık bir politikacı olduğunu anlatıyorlar. Özellikle merkez bankacılar, Demirel’in hiçbir zaman Merkez Bankası başkanlarının işine karışmadığını, tersine karışmaya kalkan bakan ya da diğer bürokratlara izin vermediğini de anlatıyorlar. Eski bir bürokrat, “kimin konuyu iyi bildiğini, doğruyu anlatıp anlatmadığını iyi görürdü” diye özetliyor.