Güncelleme Tarihi:
PROJEDEN PROJEYE KOŞTUM
Şimdi baktığında işe ve başarıya adanmış bir hayat geçirdiğini söyleyen Durak, “39 yıl çok çabuk geçti, projeden projeye koştum. Hep çalıştım, çalıştım, çalıştım. Benim şansım Grubun büyük şirketlerinden birine girip, ürün geliştirmeden satın almaya, üretime ve pazarlamaya kadar her alanda deneyim kazanmak oldu” dedi. Söyleşi sırasında Nesilgül Durak da, elbette çok sayıda anısını paylaştı. Ancak son olarak torunu ile ilgili anlattığı anısı Durak Ailesi’nin Koç Holding ile kurduğu güçlü gönül bağının bir göstergesi niteliğinde. 5 yaşında bir torunları olduğunu belirterek söze başlayan Nesligül Durak, “Bebek doğunca adettir biliyorsunuz göbek kordonunu cami bahçesine gömülür. Biz de kızımız doğduğunda böyle yapmıştık. Torunumuz doğduğunda ise, ‘Ne yapalım Turgay’ dedim, ‘Holding’in bahçesine gömelim’ diye cevap verinde öyle de yaptık” dedi.
HERKES TORPİL SANDI
Hikayenin sonunu ise Nesligül Hanım’dan dinlemeye devam ediyoruz: “Şimdi torunumuz 5 yaşına geldi. Vee ne oldu biliyor musunuz, Koç Lisesi’nin ana sınıfı için herkes gibi kura çekilişine katıldık. Çok istiyorduk ama kızım ve eşi pek ihtimal vermiyordu. Ve kuradan çıktı. Kimse inanmadı, kızımız bile inanamadı, ‘Babamın payı mı var’ diye sordu hatta. Herkes kuraya katılıyor. Koç ailesi üyeleri için dahi kurasız kayıt yapılabilmesi için Milli Eğitim Bakanlığı’ndan özel izin alınıyor. Tam adalet üzerine kurulmuş bir sistem var. Holdingin bahçesine gönülen göbek kordonun sırrı bu olsa gerek.”
Yapabilir miyiz derken, sürdürülebilirliğe geldik
KARİYERİNİN ilk basamağı olan Otosan’da çalışmaya başladığında, o dönem Türkiye sanayisi için en önemli kavramın ‘yapabilmek’ olduğunu belirten Durak, “O günden bugüne hem Koç Holding, hem Türkiye çok büyük yol kat etti. O günlerde ‘Nasıl yaparız, yapabilir miyiz acaba’ dediğimiz ağır sanayi kollarında, şimdi dünyaya kafa tutuyoruz. Global markalarımızla uluslararası rekabette öne çıkıyoruz” diye konuştu. 40 yıl içinde ekonominin ‘yapabilmek’ mottosundan, ‘sürdürülebilirlik’ kavramına doğru çok önemli bir gelişim sergilediğini söyleyen Durak, gelinen noktayı, “İlk çalışmaya başladığımda yurtdışı ile telefonda konuşmak için santrala numarayı yazdırırdık, karşı tarafla öğlene hatta bazen akşama ancak konuşurduk. Şimdi ise, saniyeler içinde dünyanın öbür ucuna mal satıyoruz. Her dönemin kendine göre farklı dinamikleri var. Benim ilk yıllarımda önemli olan ‘yapabilmek’ti. Sonra pazarlamak önemli oldu. Sonra yerlileştirme, sonra toplam kalite yönetimi önem kazandı. Ardından yalın imalat, yalın organizasyon geldi. Bir sonraki aşama yeni ürün yapmak, mevcutları geliştirmek yani AR-GE ve inovasyon oldu. Şimdilerde ise, çevre faktörü öne çıktı. Türkiye tüm bu aşamalardan başarıyla geçti, geçiyor” şeklinde özetledi.
Türkiye’nin yüz akı
BUNDAN sonrası için de Türkiye’nin uzun vadeli geleceği ve Koç Holding’in geleceğinden son derece umutlu olduğunu belirten Durak, Koç Topluluğu’nun kendisi için ne ifade ettiğini şu sözlerle anlattı: “Koç Topluluğu benim için kurumsallaşmanın sembolü olan bir sanayi şirketleri topluluğu. Bir yandan finans ve diğer hizmet dallarında da varlığını artırmayı hedefleyen Türkiye’nin yüz akı. İşgücü yaratan, yetiştiren, öğreten ve Türkiye’ye her alanda yenilikleri getiren bir okul. Gerektiği zaman yatırım, gerektiği zaman tasarruf yapmasını, ihracatın peşinden koşmayı bilen; eşit ortaklık kültürünü geliştirmiş olan bir Topluluk.”
Tom ve Jerry’nin maceraları
GEÇTİĞİMİZ haftalarda yerini bıraktığı Koç Holding’in yeni CEO’su Levent Çakıroğlu ile birlikte gazetelerin ekonomi müdürleriyle bir araya gelen Turgay Durak’ın çalışma hayatı boyunca unutamadığı acı-tatlı anıları kamuoyuna yansıdı. Biz de kendisine ‘Çok farklı kademelerde yöneticilik yaptınız, bir lakabınız var mı’ diye sorduk. Robert Kolejde iken bir lakabı olduğunu ama paylaşamayacağını söyleyen Durak, “Şunu söyleyeyim, Ford Otosan’da genel müdür iken, bir yardımcım vardı, Jerry Kania. Kendisiyle çok yakın çalışırdık. O zamanki arkadaşlar bize Walt Disney’in çizgi filminden hareketle ‘Tom ve Jerry’ diye isim takmışlar. Ben bunu çok sonra duydum tabi” diye konuştu.
TURGAY Durak’a CEO’luk görevinde oturduğu 5 yıl boyunca neden hiç röportaj vermediğini de sorduk. İşte cevabı: “Kişiliğimiz, ailemiz değil işimizin ve satmaya çalıştığımız markaların öne çıkması gerektiğini düşündüğüm için hiç röportaj vermedim. Kurumsal basın toplantısı dışında hiç röportaj yapmadım. Medyatik bir yönetici olmayı tercih etmedim. Sana daha önce söz verdiğim için şu an bu söyleşiyi yapıyoruz.”
Tutumluluktan hiç vazgeçmedi
TURGAY Durak, eşi Nesligül Durak ile birlikte poz verirken, Koç Holding Kurucusu Vehbi Koç’tan öğrendiği tutumluluk ilkesini hayatının her alanında uyguladığını şu sözlerle anlattı: “Şu anda ilk evlendiğimizde aldığımız koltuklar üzerinde bu pozu veriyoruz. Tutumluluğu hem iş hayatında hem de özel hayatımda hep uyguladım. Satın almada titizlikle yönettiğim maliyet kontrolünü hiç bırakmadım. CEO olduğumda bile personel servislerinin doluluğuna kadar herşeyi takip ettim.” Bu sırada söze katılan Nesligül Durak da, ailece antiakaya olan meraklarından söz ederek, salonun öbür tarafında bulunan sedef kakmalı oturma grubunun annesinden kalma ve en az 100 yaşında olduğunu söyledi.
FABRİKANIN YERİ ÖNEMLİ
FOTOĞRAF çektirirken elini cebine koymamaya ve kollarını bağlamamaya özen gösteren Turgay Durak bunu şöyle açıkladı: “Benim çalışma hayatımda fabrika ortamının büyük yeri vardır. Mavi yakalılar, mühendisler, tüm beyaz yakalılar fabrikada ‘Hep beraber bu işi yapıyoruz’ algısını bozmamak için aynı üniformayı giyerdik. O zaman bize fabrika içinde ‘caka satar gibi’ elinizi cebinizi koymayın derlerdi. Bir de kollarını bağlamanın işletmenin kısmetini kapatır diye düşünüyorum. O yüzden bu iki şekilde poz vermemeyi adet edindim.”
Eşi Nesligül Durak anlatıyor...
Kapıdan çık, güzel gir
EŞİ Nesligül Durak, zorlu dönemlerde Turgay Durak’ın yaşadığı stresi nasıl yönettikleri konusunda şu anısını paylaştı: “Bir gün işten geldi, kapıdan girer girmez elinde iki çantası birini yere fırlattı ‘öff’ dedi, öbürünü de fırlattı ‘öff’ dedi. ‘Bir dakika’ dedim ben. Hemen, çantalarını eline geri verdim. ‘Sen şimdi dışarı çıkıyorsun, bir daha güzel giriyorsun eve’ dedim. ‘Tamam’ dedi, kapıyı açtım, gülerek karşıladım, o da gülerek yeniden içeri girdi. Evde birlikte olduğumuz zamanı mümkün olduğu kadar iyi geçirmeye çalıştık. Elbette çok sıkıntı paylaştık, çok da güzel günlerimiz oldu. Turgay’ın çok başarılı olabilmesi için ailenin de ona göre çok programlı olması gerekiyordu. Örneğin Turgay biri hariç hiçbir veli toplantısına gitmemiştir. Ben iki kez büyük ameliyat oldum. ‘Sen gelme, sen işe git’ dedim, öyle de yaptı. Bizim ailede babanın işi çok önemliydi. Kızıma babanla konuşurken lafı uzatma özet söyle, kafası o kadar dolu ki az öz konuş diyordum. Evde fırtınalar kopsa Turgay’ın kafasını toplaması zor olurdu. Bizim evde her zaman iş önemliydi. Bu süreçte sosyal etkinliklere çok az da olsa zaman ayırmaya çalıştık. Bu konuda Rahmi Bey’den (Koç) öğrendiğimiz bir prensibi benimsedik. İlk önce kime söz verdiysek o etkinliğe gittik. Sonradan daha cazip bir teklif gelse de bu prensibimize çok sadık kaldık. Tabi her zaman öncelikli programlar işle ilgili olanlardı.”