Güncelleme Tarihi:
TÜRK Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) siyasi ve ekonomi tarihimizin en önemli kurumlarından biri. Türkiye’nin yeniden seçime gittiği bir atmosferde 9 aydır başkanlık koltuğunda oturan Cansen Başaran Symes ile iş dünyasının nasıl bir beklenti içinde olduğunu, kaçırdıklarımızı, fırsatları ve geleceği konuştuk.
- Seçim sonuçlarına şimdiden bir yorum yapmayı doğru bulmuyorum. Bu seçimde ne değişeceğini halkın özgür iradesi belirleyecek, bizim uzmanlık alanımız değil. İki seçim arasında çok kısa süre var. Partilerin programlarındaki değişiklikler ne kadar etkili olur bilmiyoruz. Ama bu süreçte şu değişti. Gelişen piyasalardaki dalgalanmalar sertleşti. Ekonomideki güçlü alanlar, kolonlar zayıflıyor. Seçim sonrası siyasi istikrarsızlığın da körüklemesiyle sadece kurlar değil, diğer faktörler de kötüleşti. Siyasi hırsların Türkiye’nin geleceğini tehlikeye atmaması gerekir. İş dünyası olarak bunu çok net görüyoruz. Türkiye siyasi sorumsuzluğa geçmişte tanık oldu. Ancak geçmişte Türkiye ekonomisi kapalı bir ekonomiydi. Şimdi ise dünya ekonomisi ile entegre olan Türkiye için siyasi hırsların bedeli çok daha ağır olur. Zaman zaman geçmişte bunları yaşadık. Geçmişe takılan söylemlerden Türkiye’yi koparmak gerekiyor.
İŞ İNSANLARINI YIPRATMAYIN
Türkiye aynı Türkiye değil. Son 10 yılda bu reformları yapanlara da teşekkürlerimizi sunalım. Ancak artık daha büyük sorumluluk isteyen bir dönemdeyiz. Türkiye’nin çok güçlü bir özel sektörü var. Son dönemde yaşadıklarımıza rağmen hem içeriden hem dışarıdan, ‘hala yıkılmadık’ diyebiliyorsak bunda Türkiye’nin güçlü özel sektörünün ciddi payı var. Özel sektör vatanını çok seven iş insanlarından oluşuyor. İş dünyası tüm dalgalanmalara karşı koyuyor, riski de göğüslüyor. TÜSİAD olarak istismara fırsat verecek beyanlardan da kaçınıyoruz. Türkiye’ye karşı sorumluluğumuzu düşünüp motivasyonumuzu kaybetmeden çalışıyoruz. Bu önemli bir değer Türkiye için. ‘Türkiye’yi ileri götüren iş insanlarını ve kurumlarını daha fazla yıpratmayalım’ diyoruz. Kişileri ve kurumları da ayrıştırmayalım. Türkiye rekabet unsurunda tüm bu unsurları ile bir bütün. Bu bütünlüğü bozmak son derece yanlış olur.
Ekonomide de alarm veren bir tablonun içindeyiz. Seçimlerin ardından da tüm beklentimiz siyasi liderlerin ekonomide alarm veren bu tabloyu iyi okumaları ve tüm programları vakit kaybetmeden bu çerçeve de gerçekleştirmeleri. Biz TÜSİAD olarak üstümüze düşen bütün vazifeyi yapmaya hazırız.
DÜMEN TARTIŞMASI YAPIYORUZ
* Türkiye 30 Mart 2014 yerel seçimlerine hazırlık sürecinden bu yana yani en az 20-22 aydır seçim atmosferinden bir türlü çıkamadı. Bunun ekonomik, sosyolojik ve psikolojik etkileri var elbette. Siz ne düşünüyorsunuz?
- Biz bu konuda TÜSİAD olarak pek çok uyarı yaptık hatırlayacaksınız. Seçimin hemen ardından tüm siyasi parti liderlerini ziyaret ettik. “Vakit kaybedilmesin, bir an önce hükümet kurulsun ve reformlara odaklanılsın, aksi takdirde Türkiye giderek zorlaşan küresel koşullar ile karşı karşıya kalacak” dedik. Gelişmekte olan ülkeler için koşullar giderek ağırlaşıyor, fonlama maliyetleri artıyor. Artık yurtdışından kaynak bulmak eskisi kadar kolay olmayacak. Giderek kabaran sularda yol alıyoruz ama hazırlık yapmak yerine dümeni kim tutacak tartışmaları ile vakit kaybediyoruz. Aynı gemide olduğumuzu unuttuk. Türkiye yatırımcı gözünde giderek daha riskli bir ülke olarak görülmeye başlandı. Risk primi seçimden beri 100 puandan fazla artarak 327’ye ulaştı, son birkaç yılın zirvesine çıktı. Kurdaki artış da malum. Haziran seçimlerinden bu yana yaşanan kayba bakın. Ciddi bir güven erozyonu var ekonomide. Artık kur öngörülebilir olmaktan çıktı. Reel sektör önünü göremiyor. İki seçim arasında doğal olarak ekonomi yönetimi mukavemetini yitirdi. Bunlar ciddi kayıplar.
SON MEDYA SALDIRILARI HASTALIKLI YAPIYA İŞARET
* Zaman zaman konuşmalarınızda ve YİK toplantısında giderek bozulan bir Türkiye resminden bahsettiniz; son dönemde artan siyasi belirsizlikler, koalisyonun kurulamaması, artan toplumsal kutuplaşma, medya kuruluşlarına saldırılar vs...Bu bahsettiğiniz resim daha da bozulmuş olsa gerek. Türkiye bu durumu nasıl toparlayacak?
- 2001 krizi sonrasında Türkiye ciddi bir atılım göstermişti. Ekonomik reformlar, AB müzakere süreçleri, demokratik kazanımlar adına atılan adımlar hakikaten Türkiye’yi tüm dünyada övülen, örnek gösterilen bir konuma getirmişti. Eksikliklerimiz olsa bile en azından doğru yolda ilerlediğimizi biliyor, inanıyorduk. Ancak son dönemlerde tüm uyarılara rağmen bu başarılı Türkiye resmi bozulmaya başladı. Haziran seçimleri öncesinde toplumsal kutuplaşma had safhaya getirilmişti. Son medya saldırıları, medya kurum ve mensuplarına darp da dahil olmak suretiyle yapılan saldırılar hastalıklı bir yapıyı işaret ediyor. Kişiler, kurumlar önce hedef gösteriliyor, sonra bu kurum ve kişilerin saldırıya uğraması adeta bekleniyor, saldırılar gerçekleşiyor ve sonrasında herkes üzüntüsünü belirtiyor ve bu durum giderek kanıksanmaya başlanıyor. Diğer yandan PKK terörizmi ülkenin üzerine çökmüş durumda, her gün şehit haberleri ile sarsılıyoruz, terörü kınıyoruz, lanetliyoruz ancak bu sorunun uzun dönemli çözümünü konuşmaya da devam etmeliyiz. Sadece yeni bir Türkiye hikayesi değil ihtiyacımız olan… Önce bozulan resmi iyi okuyan, kurumları ve kurumsallaşmayı önceleyen, insanı merkeze alan, hukuk güvenliğini ve hukuk devletini sağlayan bir anlayışa ihtiyaç var…
REFORMLAR GERÇEKLEŞSEYDİ BAŞKA BİR TÜRKİYE OLURDU
* Son zamanlarda küresel ekonomide gelişmekte olan ülkelerin yavaşladığı yeni bir döneme girildiğinden bahsediliyor. Rusya ve Brezilya ekonomileri daralıyor, Çin giderek yavaşlıyor. Türkiye’nin burada konumu nedir? Nasıl etkileneceğini düşünüyorsunuz?
- Gelişmekte olan ülkelerin bir kısmı emtiya fiyatları düştüğü için zor durumda. Bir kısmı ise küresel sermayenin yönünü tekrar gelişmiş ülkelere çevirmesi nedeniyle zorluk yaşıyor. Petrol ve aramalı ithalatçısı bir ülke olarak bu kanaldan olumlu etkilenmemiz gerekir ancak finansal kırılganlıklarımız ve önemli yapısal sorunlarımız bizi aşağıya çekiyor. Sonuçta yüzde 3’lük düşük bir büyüme rejiminde sıkışıp kalmış durumdayız. Diğer gelişmekte olan ülkeler gibi biz de yavaşladık diye düşünerek kendimizi rahatlatmamız mümkün ancak mesele sadece bu değil. Örneğin rekabet endekslerinde 45’den 51. sıraya, 6 basamak düştük. Oysa uzun zamandır ertelenen, şimdi yeni bir seçim ile bir daha ertelenen ekonomik reformları başarabilseydik, emtiya fiyatlarındaki düşüşten de faydalanarak diğer ülkelerden pozitif olarak ayrışmamız mümkündü. Küresel talebin zayıf olduğu bu zamanı uzun zamandır ihmal ettiğimiz yapısal ekonomik reformlara, yenilikçiliğe, rekabetçiliğe ayırabilseydik bugün başka bir Türkiye’den bahsediyor olabilirdik. Halbuki biz bu dönemi ağırlıklı olarak siyasi iç çekişmelerle, tam olarak anlaşılmayan sistem tartışmalarıyla ve kutuplaşmalarla harcadık. Bir de bunlar yetmezmiş gibi uzlaşamayan parlamento ve tekrar seçime gitmek zorunda kalmamız. Bu tablodan ne çıktı? Hep birlikte gördük ki doğal olarak ekonomiye olan güven sarsıldı, güven endeksleri kriz dönemlerindeki düşük seviyelere ulaştı. Küresel koşulları değiştirmek elimizde değil ama içeride yapacak çok işimiz var.
"MERKEZ'İN ÜZERİNDE SİYASİ BASKI OLMAMALI"
* Birçok gelişmekte olan ülke son dönemde yaşanan gelişmeler karşısında faiz artırımına gitti. Türkiye Merkez Bankası ise daha farklı bir yol seçti. Banka politikalarının siyasi etki altında kaldığını düşünenler var. Sizin görüşünüz nedir?
- Merkez bankalarının hedefleri hükümetler ile birlikte belirlenir. Merkez Bankası’nın bağımsızlığından anlaşılması gereken Merkez Bankası’nın araç seçimi ve araç kullanımındaki bağımsızlığıdır. Bu konunun üzerinde ısrarla duruyoruz ve Merkez Bankası’nın ve tüm özerk kuruluşların bağımsızlığını önemsiyoruz. Merkez Bankası’nın izlediği politikaların başarısını Merkez Bankası’nın hedefleri doğrultusunda, yani enflasyon hedefini tutturması açısından değerlendirmek gerekir. Yasa ile bu gayet net bir çerçevede belirlenmiş; fiyat istikrarını gözetmek birincil görev. Fiyat istikrarını sağlayamıyorsa elbette Bankayı eleştirebilir, yöntemlerini tartışabiliriz ama araç bağımsızlığını asla. Siyasi iradenin hiç bir surette bir Merkez Bankası’na yöntemleri üzerinden baskı kurmaması gerekir. Ekonomik olarak bakarsak şu anda zaten mesele faiz değil, Amerikan Merkez Bankası Fed’in normalleşmeye gitmesiyle tüm dünyada faizlerde yeniden ayarlamalar yapılacak, Merkez Bankası da gerekeni yapacaktır. Önemli olan MB’sının gereken yerde gereken politika tepkisini güçlü bir şekilde vermesinin önünde bir çekince, bir engel olmamasıdır.
BEDELİNİ HEP BİRLİKTE ÖDERİZ
* TÜSİAD her zaman ekonominin ülkenin en öncelikli konusu olduğunu vurguluyor. Yapısal reformların bir an evvel hayata geçirilmesi için çağrıda bulunuyor. Ama siyasi gündem ve şiddet ortamı ekonomiyi bir süredir geride bırakıyor. Global ekonomik gelişmelerin de ortamı yangın yerine çevirdiği düşünülürse sizce bu durum hâlâ telefi edilebilir mi, yoksa Türkiye gerçekten çok zaman ve irtifa mı kaybetti?
- Genel olarak herşey telafi edilebilir ancak zamanında hareket etmezsek bu telafi sürecinin bedelini hep birlikte ödemek zorunda kalacağız. Evet, ekonomide hala telafi edilebilecek noktadayız, hala direncimiz var. Zaten bütün uyarılarımız ekonomide kalıcı bir hasar oluşmadan gereken adımların atılması için. Ekonomi dirençli, mali disiplin sağlam diyerek, buna güvenerek kazanımların harcanmasına göz yumamayız. Telafisi zor ve ağır bir noktaya gelince değil vakit varken sorumlu davranılmalı, reformlar yapılmalı, gereken önlemler alınmalı. Bu seçimleri gerekli yapısal adımların hızla atılması için bir fırsat olarak kullanmak durumundayız, seçim sonrası mutlaka reform odaklı bir hükümet kurulmalı. Bu ister tek parti, ister koalisyon ile olsun gerekli yapısal ekonomik reformlara öncelik verilmesi şart ama yetmez. TÜSİAD sürdürülebilir, güçlü ekonominin yanında demokrasinin ifade özgürlüğünün ve hukukun üstünlüğünün her zaman Türkiye’nin en önde gelen meselesi olduğunu sürekli vurguluyor. Çünkü bu alanlarda var olanı koruyup üzerine ilerleme sağlamadan ekonomik olarak ileriye gitmek mümkün değil. “İyi yönetilen” bir Türkiye gerçek potansiyelini kullanabilecektir.
TÜSİAD'IN PROGRAMI HAZIR
* Başkanlığınızın birinci yılına doğru yaklaşırken, nasıl bir yıl geçirdiniz, önümüzdeki dönem için neler planlıyorsunuz?
- Çok hazırlığımız var fakat seçim atmosferinde bunları gündeme getirmeyi doğru bulmadık. Bu projelerle ilgili bakanların seçim bölgelerine gittiği herkesin seçimi konuştuğu bir dönemde biz de beklemeyi tercih ettik. Normal programlarımızı sürdürdük ancak ses getirecek projeleri güçlü bir hükümetle ve sahiplenecek bir yapıyla tartışalım dedik. Açıkçası masamızda çok detaylı çalışılmış kapsamlı bir program var. Son YİK toplantısında bu programı kamuoyu ile paylaştık. Hangi başkan olursa olsun TÜSİAD’ın tüm programlarında aynı vizyon vardır: Bütün faaliyetlerimizi Türkiye’nin ekonomik ve sosyal alanlardaki gelişimi üzerine odaklandırırız. Tüm programlarımız, toplumsal barış ve uzlaşmanın sürdüğü bir ortamda, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal kalkınmasında, bölgesel ve sektörel potansiyelini en iyi değerlendiren ulusal ekonomik politikanın oluşturulmasına katkı bulunmayı amaçlıyor.
“Sanayide dönüşüm: Endüstri 4.0”, “dijital ekonomi”, “bölgesel kalkınma”, “tasarruflar”, “eğitim”, “kadınların işgücüne katılımı” ve “toplumsal cinsiyet eşitliği” gibi ana başlıklar ise TÜSİAD’ın ajandasının en önemli maddelerini oluşturuyor. Bölgesel kalkınma konusunu çok önemsiyoruz ve bu konuyu her zamankinden daha fazla merkeze koyduk. Ayrıca Türkiye’nin küresel rekabetteki tanıtımına katkıda bulunacak çalışmalar yapıyoruz. AB üyeliğini çok önemsiyoruz ve dolayısıyla bu süreci desteklemeye dönük birçok çalışmamız var. Bütün TÜSİAD çalışmaları küresel ölçekte rekabet gücümüzün artırılmasına ve Türkiye’nin hak ettiği refah seviyesine ulaşması için. Bu çalışmaların ve elbette bu yönde çalışan tüm diğer paydaşlarımızın çalışmaları ile birlikte yeni kurulacak hükümete sunulması ve işbirliği içinde süratle reform ajandasına odaklanılması ihtiyacı var. TÜSİAD ve üyeleri bu konuda ülkemiz için her zaman olduğu gibi tüm bilgi ve birikimlerini kullanmaya hazır.