Güncelleme Tarihi:
Ancak Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, kürsüdeki konuşması sırasında Memur-Sen Başkanı Ali Yalçın'ın sözünü keserek, "Sen çalışanların sorunlarını anlatacağına, hükümet temsilcisi gibi icraatlarını anlatıyorsun. Benim eleştirilerime sen niye yanıt veriyorsun, sen hükümet temsilcisi misin" diyerek tepki gösterdi.
Türkiye Kamu-Sen Konfederasyonu Genel Başkanı İsmail Koncuk, İş Güvenliği Sağlığı etkinliğinin açılışında yaptığı konuşmada AKP iktidarını eleştirerek, "Yönetici atamalarında artık liyakat ve kabiliyet aranmıyor. Yandaşlar, bilgisi birikimi olmayan insanlar, yönetici yapılırken; iş yerlerinde iş sağlığı ve güvenliği nasıl sağlanabilir? Bunun sağlanabilmesi için önce işini bilen insanların atanması gerekir" dedi. Kendisinden sonra kürsüye çıkan Memur-Sen Konfederasyonu Genel Başkanı Ali Yalçın'ın mevcut atama sistemini savunmasına sinirlenen İsmail Koncuk olayı Hürriyet'e şöyle anlattı:
"Sözde sendika konfederasyonu genel başkanı kürsüye çıkıyor ve çalışanların problemlerini söyleyeceğine, hükümet sözcüsü gibi konuşuyor. Orada hükümeti temsilen Çalışma Bakanı var. Herkesten sonra zaten o konuşacak. Ama Memur-Sen Başkanı, çalışanın sorunlarını anlatmak yerine benim hükümete yönelttiğim eleştirilere yanıt vermeye başlayınca ayağa kalktım. Sen hükümet temsilcisi misin? Benim eleştirilerime niye sen yanıt veriyorsun, diye itiraz ettim. Sayın Bakan'a da dönüp, 'Siz buradasınız. O bana yanıt veriyor, acaba sizin yerinizi mi almaya çalışıyor' dedim. Bakan Bey de 'Siz benim konuşmamı dinleyin' dedi ama ben o konfederasyonu protesto ederek toplantıdan çıktım."
İsmail Koncuk, Memur-Sen'i yıllardır sarı sendikacılık yapmakla suçlayarak, "Her yerde böyle yapıyorlar. İşi gücü hükümeti alkışlamak; hükümetin yanlışlarını topluma doğruymuş gibi anlatmak. Bir sendikanın kendisini hükümet yerine koyması sendikacılık adına kara bir lekedir. Bunlar yıllardır böyle yapıyorlar" diye konuştu.
İŞ CİNAYETLERİNDE YILDA 1500 EMEKÇİ ÖLÜYOR
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu Eşbaşkanı Lami Özgen ise konuşmasında Türkiye'de iş cinayetlerinde yılda ortalama 1500 emekçinin hayatını kaybettiğini, binlercesinin ise iş göremez hale geldiğini söyledi. "Yalvaç’ta tarım işçisi kadınlar; Soma’da, Ermenek’te maden emekçileri; Davutpaşa ve Ostim’de imalathane işçileri, Mecidiyeköy’de, Esenyurt’ta inşaat işçileri iş cinayetlerinde, işçi katliamlarında canlarını veriyor. On binlerce emekçinin alın terine gözyaşı ve kan karışıyor" diyen Özgen sözlerini şöyle sürdürdü:
"TÜRKİYE AÇIK FARKLA AVRUPA BİRİNCİSİ"
"İş cinayetlerine ilişkin resmi rakamların, 10 milyonu aşan kayıtdışı istihdamı büyük oranda yansıtmadığı göz önünde bulundurulduğunda çok daha vahim bir tablo ortaya çıkıyor. Bizim rakam yarıştırma gibi bir niyetimiz yok. Ancak bu veriler slogan değil; Bakanlığınıza bağlı kurumların ve Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) verileridir. Türkiye’nin iş kazaları ve meslek hastalıkları ölüm oranlarında çok büyük farkla Avrupa birincisi olduğunu gösteren bu veriler sır değil. İsteyen herkesle de paylaşmaya hazırız. Bakanlığınız tarafından basılan 6331 sayılı yasa kitapçığının 35. Sayfasında, 2010 yılına kadar olan veriler zaten mevcut. 2011-2014 dönemi için Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine, bakmanız yeterli.
Resmi istatistiklerin en vahimi ise kamu emekçilerini de çok yakından ilgilendiren meslek hastalıkları konusunda yaşanıyor Türkiye’de tanım kapsamının sınırlı tutulması nedeniyle istatistiklerde meslek hastalıkları sayısı neredeyse yok denecek kadar az gösteriliyor. Yüz binlerle ifade edilmesi gereken meslek hastalıkları tanı sayısı birkaç yüze kadar indiriliyor. Türkiye’de yaklaşık binde 8 olması beklenen meslek hastalıkları sayısı resmi istatistiklerde yüz binde 8, meslek hastalığı sebebi ile ölüm sayısı ise 10-15 hatta bazı yıllarda 0 olarak kayıtlara geçiyor.
Bunlar temeli olmayan, sloganvari bazı ifadeler” diyenler bu veriler karşısında son 12 yıl içinde ölümlü iş kazalarında ölüm oranının en düşük olduğu 2006 yılını temel alıp diğer yılları görmezden geliyor. Meslek hastalıklarını olması gerekenden yüz kat daha düşük gösterme 'ustalığı' sergiliyor. Üstelik bundan tam 118 sene önce ABD’ de yapılan bir araştırmayı temel alarak 'iş kazlarının yüzde 80’i işçinin hatasından kaynaklanıyor' diyebiliyor. Kimi zaman 'bakımı yapılmayan cephe asansörü', kimi zaman 'ölçülmeyen karbon monoksit oranı', kimi zaman 'kapatılmayan inşaat boşluğu', bazen 'balık istifi tarım işçisi taşıyan traktör' bazen de 'çadırdaki elektrik kaçağı' olarak karşımıza çıkan iş cinayetlerinin asıl nedenin yıllardır uygulanan neoliberal politikalar olduğunu gözlerden saklamaya çalışmaktan artık vazgeçin.
Siyasi iktidar iş cinayetlerinin büyük bölümünün kayıt dışı ve taşeron istihdamın yoğun olduğu yerlerde gerçekleştiğini biliyor ama bunları ortadan kaldırmak yerine geçici önlemlere sığınıyor. İşçilerin canı ve emeği kar hırsına kurban edilirken siyasi iktidar işçi ölümlerini sıradanlaştırıyor. “Fıtrat, kader' olarak kabul etmemizi istiyor.
AĞIR ELEŞTİRİLER YÖNELTTİ
Kamuoyunda büyük yankı uyandıran hemen hemen tüm iş cinayetlerinin davalarında tutuklu sanıklar birer birer tahliye ediliyor. Tüm iş cinayeti davalarında asıl sorumluları, patronları kollayan bir cezasızlık pratiği işletiliyor. Kazaların devletle, sistemle, denetçi ile ilişkisinin kurulmaması için özel bir çaba sarf edildiği görülüyor.
Soma davasında bilirkişi raporunda Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nün (MİGEM) ve Türkiye Kömür İşletmelerinin sorumluluğunun, iş müfettişlerinin denetimlerinin yetersizliğinin altını çiziliyor. Ama bakıyorsunuz sanık kısmında ne TKİ ne de MİGEM var. Çalışma Bakanlığı ise 'öldürülen her kişiden nasıl ki İçişleri Bakanlığını sorumlu çıkarmayacaksak, yaşanan kazada da bakanlığımız sorumlu çıkarılamaz' gibi garip bir savunma yapıp, müfettişlerinin soruşturulmasına izin vermiyor. Önlenebilir iş cinayetiyle, sokakta yaşanan cinayeti kıyaslayarak bütün kamuoyuyla dalga geçiyor.
Bu da yetmiyor. Ülkenin Çalışma Bakanı patronları şikayetten vazgeçmeleri için ölen işçilerin ailelerine yüklü miktarda ‘kan parası’ ödemesini onaylıyor."
Ülkenin başbakanı çıkıp, Yargıtay’ın 2011 yılında verdiği kararına rağmen kadroya alınmayan taşeron kara yolu işçilerini kadroya aldıklarını müjdeliyor. İktidara geldiği 2002 yılında 350 bin olan bugün resmi rakamlara göre 2 milyonu aşan taşeron istihdam hakkında 'biz bunları avucumuz içinde bulduk' diyebiliyor.
Ülkenin tarafsız Cumhurbaşkanı ise daha üç gün önce Batman’daki toplu açılış törenindeki konuşması sırasında TPAO'nun kadro isteyen taşeron işçilerine 'nankörlük yapmayın. Bir yerde çalışıyorsunuz nankörlük yapmayın' diyor."