Oluşturulma Tarihi: Nisan 02, 2003 00:00
BUNDAN, çok değil yirmi beş yıl önce, Türkiye'de
döviz ve faiz piyasaları yoktu. Yani halk, döviz alıp satamıyor, parasını TL ve döviz arasında dolaştıramıyor, tasarruflarını en iyi şekilde değerlendirmek için, yerli veya yabancı tahvil,
bono, repo, mevduat veya
hisse senetlerinden istediğine yatırım yapamıyordu. Para ve sermaye piyasalarında pozisyon almak, çok az sayıda Türk vatandaşının yapabildiği bir şeydi. Ama mal piyasaları hep vardı. Spekülasyon mallar üzerinden yapılıyordu. Mesela kışın sert geçeceğini tahmin eden yakacak tacirleri, yazdan itibaren depolarını odun ve kömürle dolduruyordu. Özellikle zahire ve diğer gıda maddeleri en önemli spekülasyon emtiasıydı. Spekülasyon işini profesyonelce (kár amacıyla) yapanlara ‘‘stokçu-istifçi’’ denirdi. İstifçiler kazandığı zaman, görünüşte halk zarar ediyordu. Bu yüzden spekülatör kötü adam anlamına geliyordu. Üstelik, yapılan spekülasyonların bir kısmı şikeydi. Yani, istifçi belli bir riziko altına girmiyor, piyasayı maniple (arkadan idare) ederek kıtlığı kendi yaratıyordu. Bu kabil işler, şüphe yok ki hukuka aykırıydı. Kapitalist sistemin ahlakıyla da bağdaşmıyordu. 1950 yılında Demokrat Parti seçimi kazandı. Tabiri caizse, CHP tarafından uygulanan devletçi ekonomi ufaktan terk edildi. Mal piyasaları daha da canlandı. Ancak kapitalist sistemin esası olan ‘‘denk bütçe’’ye hükümet uymadı. İç talep patladı. Bu kez de ‘‘sabit döviz-sabit faiz’’ saplantısı yüzünden cari işlem açıkları arttı. Mal piyasalarında kıtlık başgöstermeye başladı. Enflasyon başını kaldırdı. Bu sefer, fiyat artışlarını baskı altında tutmak maksadıyla Milli Korunma Kanunu çıktı. Mallar iyice piyasadan çekildi. Mal fiyatlarının devlet tarafından belirlenmesi ilkesi, değişik şekillerde 1980'e kadar devam etti. Mal piyasaları, şike istifçiliğe çok açık hale geldi. Herhangi bir malın bulunmayacağı söylentisi çıktıktan kısa bir süre sonra, halkın asabı bozuk olduğu için o mal gerçekten bulunmaz hale geldi. Çünkü ihtiyacı olan da olmayan da o maldan aldı. Mal bulunmaz olunca da devlet fiyatlara zam yaptı. Malı önce kapan kazandı, yavaş hareket eden kaybetti. Aynen bugün zaman zaman döviz-faiz piyasasında olduğu gibi, sırf çıkarılan söylentiler yüzünden fiyatlar (faizler) arttı, söylentiye inananlar kárlı, söylentiyi çıkaranlar haklı çıktı. Yani, kehanetler halkı tahrik ederek, öngördüğü tahribatı bizzat yapıp, kendi kendini doğruladı. Ama ülke kaybetti. Sonunda, devletin mal piyasalarına müdahale etmemesinde karar kılındı. Fiyat tanzimi piyasalara kaldı. Bu sayede 1980 beri Türkiye'de hiçbir malın yokluğu yaşanmadı. Günümüzün moda söylemi, ‘‘Kamu borçları dönmeyecek ve Türkiye yeni bir krize girecek’’. Türk ekonomisinin çok kırılgan olduğunu bilmeyen var mı? 1999'un sonunda Ecevit'in değişiyle duvara çarpmak üzereyken IMF'yle anlaşıp, mahut ‘‘döviz çıpasıyla enflasyonu önleme’’ macerasına giriştik. Çıpa, 2000'in sonbaharında taramaya başladı. Faizleri arttırırsak, döviz çıpasını tuttururuz diye ekonominin canına okuduk. Sonunda fahiş faizlerle kamu borçları patladı, üstelik devalüasyon da oldu. Şubat 2001'den sonra Derviş'le birlikte ekonomik yapıda ve anlayışta bir değişim yaşandı. Bugün artık, para ve döviz piyasaları çalışıyor. Devlet, vergi toplayabildiği ve dövize karışılmadığı sürece, borçların döndürülmesi (çok tahrik edilmezse) aksamaz. Olsa olsa gelir dağılımı bozulur, enflasyon hedefi şaşar. Son Söz: Kötümserlik yaymak, sorumsuzluktur.
button