Güncelleme Tarihi:
Orhan Yılmaz, Bremen’de açtığı Good Food adlı 40 metrekarelik bu dükkanda ticarete başladı.
Üniversite hayatından iş hayatına geçişiniz ne şekilde oldu?
O dönem faydalı bitkiler, meyveler üzerine araştırmalar okuyordum. Organik tarım veya gıda, sadece çok uzman olan bir avuç kişinin bildiği alandı. Arkadaşlarla sadece doğal, katkısız gıda ürünleri satan bir küçük market açma fikrini tartışıyorduk. 1970’li yıllardan bahsediyoruz. O zamanlar yakın çevremizde sadece Hamburg’da organik gıda satan bir toptancı vardı. 1977’de ‘Sonnenblume’ adını verdiğimiz Bremen tren garının arkasındaki mahalle Findorff’ta 40 metrekarelik küçük bir dükkan açtık. Orayı açacağımız gün Türkiye’den babam ziyaretime gelmişti. Dükkanı açtığımız gün satışlar o kadar iyi oldu ki, iki saat içinde raflar boşaldı. Böylece çok büyük bir pazar boşluğunu keşfetmiştik. Babam gözlerine inanamadı. ‘Oğlum ben sana Türkiye’den ürün göndereyim, onları burada sat’ dedi. Antakya’da çiftçilerden aldığı bir TIR gıda maddesini bana gönderdi. Sarmısak, ada çayı, nane, kabuklu susam vs... Onları küçük dükkanımda satmak aylar sürerdi. Babamın gönderdiği ürünleri, ürün aldığım toptancılara satışa sundum. Organik mi, değil mi diye analizlerini yaptırdılar. Ürünlerin doğal olduğu belgelendi. Bu kez daha çok ürün istediler. Birden organik gıda toptancısı olmuştum. 1980’de babamın yanına gittim. Türkiye’de ilk defa organik incir projesini başlattık. Germencik’te ilaçsız, katkı maddesiz incir üretimini hayatı geçirdik. Alman organik gıda marketlerinin incire ve kayısıya talebi çok yoğundu o yıllarda. Almanya’da henüz organik sertifikalandırma sistemi yoktu. Hollanda’da bir kurum bunu yapıyordu. Türkiye’ye gidip üretimimizi görüp, değerlendirerek sertifikalandırmayı yaptılar.
Orhan ve Monique Yılmaz, şirket merkezinde bir grup çalışanıyla.
Bu konuda fazla bilgisi olmayanlar için çok kısa özetleyecek olursanız, organik tarım ve gıda ne demektir?
Organik topraktan, sudan, gübreden başlayarak meyvenin çıkmasına ve tüketici için rafa konulmasına kadar her aşamada, hiç bir suni katkı maddesi kullanılmaması, sağlıklı beslenme, doğaya ve üreticiye hakkını verme ve saygı demektir. Üretimi artırmak için kullanılan kimyevi gübrenin zaman içinde sadece toprağı değil, çiftçiyi de hasta ettiğine, zehirlediğine bizzat şahit oldum. Çünkü insanlar suni yollarla üretimi artıralım derken, uzun vadede toprağı öldürüyor, suları kirletiyor. Hayvan gübresiyle yetişen gıda ürünündeki koku, tat ve besin değerleri, suni gübre ile yetişenlerle karşılaştırmak mümkün değil. Doğal, ekolojik dengeyi destekleyen bir üretim tarzı. İnsanların bilinçli beslemeye yönelmeleriyle organik tarım alanları da arttı. Bu ürünü ucuzlattı. Günümüzde organik gıda ürünü, konvansiyonel üretim arasındaki fiyat farkı en çok yüzde15-20 kadar. Sanayi toplumlarında kanser hastalığının yoğunluğu ile beslenme arasındaki etki-tepki bağı, birçok bilimsel çalışmayla belgelendi.
Türkiye ile iç pazardan dış pazara açılmış oldunuz?
Evet. 1980’de ‘Good Food’ adı altında Hollandalı ortaklarla bir şirket kurdum. Baktım ki ortaklar işe çok fazla karışıyor, tek başıma yol almaya karar verdim. 1983’te EgeSun’ı kurdum. Kendi ürün markamız Morganland’ı yarattık. İlk yerimiz Bremen’de bir depoydu. 1990’da şimdiki yerimiz Oyten’e geçtik. Burası 6 bin metrekare. Ama artık burası da küçük geliyor. Şimdi Bremen’de 40 bin metrekarelik yeni bir yer tuttuk. Eylül ayında, şirketin tüm birimlerinin bir çatı altında olduğu yeni yerimize geçeceğiz.
Ege Sun, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu çeşitli ülkelerde organik üretim yaptırıyor.
Süreç içinde Türkiye’den sonra Sri Lanka, Çin, Güney Afrika ve başka ülkelerde de üretim tesisleri kurdunuz.
İlk yıllarda ürünler tümüyle Türkiye’den geliyordu. 1996’da tatil için gittiğim Sri Lanka‘da ananasın çok özel olduğunu gördüm. Yol üzerinde gördüğüm bir tesise kapıyı çalıp girdim. Çok yakınlık gösterdiler. Orada ananasa şeker katıyorlardı. Şekersiz sadece kendi suyuyla kavanozda kaynatmayla çok mükemmel bir tat yakalanabileceğini anlattım ve hemen orada gösterdim. Sahibi çok şaşırdı. Colombo Üniversitesi’nden bir ziraat mühendisini aldım ve orada kendi üretimimizi kurduk. Ananas ile başladık. Sonra hindistancevizi suyu, sütü, şekeri, kreması ve yağı eklendi. Avrupa’da en büyük hindistancevizi suyu ve sütü toptancısıyız.
Organik gıda ticaretinin üreticiye yansıması nelerdir?
Birincil hedef üreticiden, market rafına kadar her şeyin tek elden olması. Aracı olmaması. Bu şekilde ürün suni fiyat artışına uğramıyor. Hedef tüm üretimde ekolojik tarım ilkelerinin sürekliliğini ve gıda güvenilirliğini en üst seviyede tutmak. Üreticilerimizin, çalışanlarımızın emeklerinin karşılığını alması. Bunlar gerçekleştiği zaman zaten ürünü pazarlama sorunu olmaz. Üreticinin doğrudan muhatabı olmamız nedeniyle, herhangi bir sorunda çok hızlı çözüm bulabiliyoruz. Üretim yaptığımız tüm ülkelerde kendi tesislerimiz ve yerli elemanlarımız var. Elemanlarımızı kendimiz yetiştiriyoruz. Doğrudan ülke ekonomisine ve insan kaynağına katkı sağlayan sistemimiz, Federal Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı’nın da dikkatini çekmiş. Bizimle temasa geçtiler. Tüm gün süren seminer yaptık bakanlıkta. Dünyanın birkaç yerinde, mesela Mali’de kalkınma projeleri için bizimle çalışıyorlar.
Türkiye pazarında da aktif misiniz?
Türkiye pazarında hayal kırıklığı yaşadık. Hindistancevizi sütü, yağı için çok yüksek vergiler var. Marketler ödemeleri yapmadı. Bu beni çok üzdü. Ben yine de, diğer üretim ülkelerimizde ihtiyaç olan her türlü makine ve malzemeyi Türkiye’den almaya, bu şekilde ülkeme katkıda bulunmaya çalışıyorum. Şimdi kendi marketimizi açtık İzmir’de. Türkiye belki Mercedes’ten daha iyi bir otomobil üretemez veya onlarca yıl yatırım yapması lazım. Ama Türkiye organik tarım ve gıdanın Mercedes’i olabilir. Şartlar, iklim, toprak buna çok elverişli. Bu yönde kendini geliştirmeli ülkemiz.
KİMSE BİLMEZ AMA ATİYE’YE ŞARKI SÖZÜ YAZIYORUM
Düzenli olarak üretim yerlerini ziyaret ettiğiniz için çok yoğun temponuz var. Buna rağmen kendinize ayıracak vakit bulduğunuzda nelerle uğraşıyorsunuz?
Çalışma tempom yüksek. Boş vaktim yok denecek kadar az. Eşim de benimle birlikte çalışıyor. Atiye tek çocuğumuz ve her şeyimiz. Atiye söz konusu oldu mu akan sular durur. Dolayısıyla benim en büyük hobim, kızıma hayatında, kariyerinde destek olmak. Bir çok kişi bilmez ama kızımın bazı Türkçe parçalarının sözlerini ben yazıyorum. Daha önce de mizah türünde denemelerim oluyordu. Ama şarkı sözü yazmam kızımla, onunla duyduğum gururla başladı. Durma, Korkma, Dondurma, Sor, Ya Habibi gibi parçalarının sözleri bana ait. Oturup beraber çalışıyoruz kızımla. Bundan çok keyif alıyorum.
DARBUKAYI BENDEN ÖĞRENDİ
Atiye darbukayı çalmayı benden öğrendi. Ben de babamın kebapçı dükkanında ona yardım ederken, sandalyeyi ters çevirip vurarak öğrendim. Müziğe ilgim vardı ama babam o yöne gitmemi istemediği için hiç geliştiremedim. Meslek hayatımda çok başarılar elde ettim. Sayısızca ödüller aldım. Bu tabii çok gurur verici şeyler bunlar. Ama hiç birini kızımla duyduğum iftihar ve gururla kıyaslayamam. O bambaşka bir güzellikte gurur.
HİNDİSTANCEVİZİ SÜTÜNDE LİDERİZ, BUNDA ATİYE’NİN DE ROLÜ VAR
Orhan Yılmaz, Avrupa’nın en büyük hindistancevizi suyu ve sütü toptancısı olduklarını söyledi. Bunda Atiye’nin rolünün olduğunu belirten Yılmaz, yıllar önce bir tatilde yaşadıkları şu olayı anlattı:
“Sri Lanka’da tatildeydik. Atiye o sıralar 7-8 yaşındaydı. Aniden rahatsızlandı. Serum bulamadık. Oradakilerin tavsiyesiyle hindistancevizi suyu içirdik ve gerçekten çok iyi geldi. Saf haliyle muazzam sağlıklı bir ürün hindistancevizi suyu ve sütünün portföyümüze girmesinin böyle ilginç bir öyküsü var...”