Güncelleme Tarihi:
TÜRK Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (TÜSİAD) Ankara’da yapılan Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısına da, son öğrenci olayları ve yumurta eylemi damgasını vurdu. TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, gençliğin ‘muhalefet demek’ olduğunu hatırlattı.
Çuvaldızı kendimize batıralım
İç ve dış gelişmeleri değerlendirdiği konuşmasında “Son öğrenci olayları ve ‘yumurta atmak şiddet midir, değil midir’ sorusuna indirgenen tartışmayla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum” diyen Boyner, şöyle konuştu: “Ben bu konuya biraz farklı yönden bakacağım. Sayın (Burhanettin) Kuzu ve Sayın (Süheyl) Batum’un maruz kaldığı durumu onaylamak mümkün değil. Ancak gençlere iğne batırırken kendimize çuvaldız batırmalıyız diye düşünüyorum.”
Gençlerimiz niçin öfkeli
“Yarınlar gençlerin diyoruz. Hepimizin ama hepimizin bir kez düşünmesi lazım” diyen Boyner, sözlerine şöyle devam etti: “Gençlerimiz niçin öfkeli? Gençlere nasıl bir gelecek devrediyoruz? Genç işsizliği ortada, gençlerin eğitimle ilgili kaygıları yeterince cevaplanamıyor. ‘Bu olayların arkasında örgütler var; bunlar öğrenci bile değil’ gibi argümanlar veya daha fazla polis gücünü okullara sokarak yasaklar getirmek çözüm mü? Gençleri yeterince dinliyor muyuz? Onlara özgür düşünmeyi, özgür ifade etmeyi öğreten, bağımsız üniversiteler verebiliyor muyuz?”
Sorgulayan gençlere ihtiyaç var
Boyner, “Unutmayalım ki gençlik muhalefet demektir” derken, şunları dile getirdi: “Bizim tartışan, konuşan, sorgulayan gençlere ihtiyacımız var. Ben genç arkadaşlarımıza taleplerini ifade biçimleri tercihlerinde yanlış tarafa düşmemeleri için eylemlerinde şiddete başvurmamalarını önerebilirim. Ama bizlere düşenin de anlayış, empati ve diyalog kurma çabası olduğuna tüm kalbimle inanıyorum. Susturma, azarlama, biber gazı, dayak, etiketleme ve yasaklama değil.”
Pederşahi bir otorite anlayışı
Ayrıca bazı öğrencilerin ‘cürümleriyle kıyaslanamayacak ağırlıkta cezalara’ çarptırıldığını belirten Boyner, “Artık çoktan geride bıraktığımızı umduğumuz ceza fetişizminden muzdarip, pederşahi bir otorite anlayışını çağrıştırmaktadır. Bu da demokrasiye yakışmaz, sığmaz”
diye konuştu.
Yeni bir program şekillendirmeliyiz
ÜMİT Boyner, Türkiye ekonomisini değerlendirirken, şunları söyledi:
90’lar Türkiye açısından kaybedilmiş yıllar olarak tarihe geçti. Kendimizi 2001 krizinin içinde bulduk. Neyse ki, o çöküntüden bir yeni bina inşa etmeyi başarabildik.
2001 yılından 2008’e, hatta bugünlere bizi taşıyan on yıllık programın başarısını sağlayan şartlar ve konjonktür artık değişti. Bu kez bir krizin bizi vurmasına izin vermeden, yeni bir programı şekillendirmeliyiz.
Türkiye’nin önüne kapsamlı bir kalkınma stratejisi, yeni bir ekonomik model koymalıyız. Krizin ardından oluşan küresel iş bölümünde bize yakışan yeri almak için hazırlıkları hızlandırmalıyız. Bu hedefe ulaşmak için tüm kaynakları seferber etmeliyiz.
Bu söylediklerimin meali şudur: 2010’lu yılların gerçeklerini doğru değerlendirip üzerimize düşeni yapmak zorundayız. Yeni bir kalkınma modeli arayışına uygun olarak küresel şartlarla uyumlu bir büyüme stratejisi tanımlamalıyız.
Ekonomik büyüklüğü ile övünen Türkiye kalkınma endeksinde 83’üncü sırada
ADALETİN yalnız yargıyla bağlantılı bir kavram olmadığına dikkat çeken Ümit Boyner, “Haklı olarak ekonomik büyümemizle, uluslararası sistemdeki prestijimizle övündüğümüz bir dönemde madalyonun diğer yüzüne de bakmak zorundayız” dedi ve şu noktaya dikkat çekti: “Dünyanın en büyük 16’ncı ekonomisi olmakla övünen Türkiye, Dünya Bankası İnsani Kalkınma Endeksi’nde toplam 169 ülke arasında 83’üncü sırada. Ancak OECD ortalamasının da hayli altında. Türkiye siyasi takvimine esir olup reformlarını daha fazla ertelemek lüksüne sahip değil. Reformları savunmak artık yalnızca AB uyumu gibi bir gerekçeye de bağlanamaz. Gidişat belli, riskler ortada, tehditler ciddi. Kısa vadeli siyasi hesap, kimsenin hesap yapamaz duruma geleceği bir geleceğin tohumlarını ekebilir.”
Devleti değil vatandaşı öne çıkaran bir anayasa lazım
TÜSİAD’ın önümüzdeki dönemde yeni anayasayı hazırlama yöntemi üzerinde duracağını açıklayan Ümit Boyner, şu noktalara vurgu yaptı:
Bizim aklımızdaki anayasanın olmazsa olmaz ilkeleri: devleti değil vatandaşı öne çıkarması, devleti değil vatandaşı koruması, sivil ve demokratik bir ruha sahip olmasıdır.
Bu atılımın bir parçası olarak Türkiye’deki üç fay hattı yani, ‘Din ve vicdan özgürlüğü’, ‘kimlik sorunu’ ve ‘kuvvetler ayrılığı’ üzerinde tartışma ortamını yaratmaya çalışacağız. Bu tartışmanın, Cumhuriyetimizin ve demokrasimizin bugün varmış olduğu noktada hayati bir önem taşıdığına inanıyoruz.
Cumhuriyeti daha demokratik kılacak ortak değerlerin neler olduğu, laiklik ve kimlik gibi ilkelerin nasıl tanımlanması gerektiği hakkında bir mutabakat arayışına ihtiyacımız var.
Bu bağlamda tüm siyasi partilerimizden artık neredeyse başlamak üzere olan seçim sürecinde yeni anayasa ile ilgili vaatlerinin ne olduğunu, Türkiye vizyonlarının hangi unsurlardan oluştuğunu duymak istiyoruz.
Boyner, Kemal Türkler davasını Kafka’nın karabasanlarına benzetti
ÜMİT Boyner, “Yeni bir siyasi mimari, yeni bir anayasa felsefesi bizim için ekonomik kalkınmamazın rayına oturması açısından da önemlidir” derken, öldürülen DİSK eski Genel Başkanı Kemal Türkler ve Hrant Dink davalarının seyrini, ünlü romancı Franz Kafka’nın romanlarındaki karabasanlara benzetti. Boyner, bu konuda şöyle konuştu: “Temel meselemizin hukukun üstünlüğünü tesis etmek, yargı sistemini asıl işleyişi ve zihniyetiyle devrimci bir yapılandırmadan geçirmek olduğuna inanıyoruz. Merhum Kemal Türkler davasında gördüğümüz gibi bir cinayetin mahkemesinin göz göre göre davayı 30 yıllık zaman aşımına uğratacak şekilde uzatılması ve bir ülkede bir zanlının 14 yıldır tutuklu olması adil ve tahammül edilebilecek durumlar değildir. Ölümünün 4’üncü yılına yaklaştığımız şu günlerde Hrant Dink davasının vicdanımızda derin bir yara olarak durduğunun da altını çizmek istiyorum. Bunlar Kafka’ya parmak ısırtacak karabasanlar.”
Sığ ve niteliksiz atışmaları değil vizyon duymayı hak ediyoruz
ÜMİT Boyner, “Türkiye halkı olarak artık her seçim döneminde rastladığımız sığ ve niteliksiz atışmaları değil, halkın gerçek kaygılarına cevap verecek vizyonları duymayı ve tartışmayı hak ediyoruz” derken, seçim öncesi atılması gereken bazı adımları şöyle sıraladı: “Seçim yasası, siyasi partiler yasası ve ifade özgürlüğüyle ilgili olarak da yapabileceklerini düşünüyoruz. Türkiye Haziran seçimlerine barajı düşürmüş, partilerin iç yapısını ve işleyişini daha özgürlükçü hale getirmiş olarak gitse Türkiye demokrasisi bundan yalnızca güç kazanacaktır.”