REFERANS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can, ekonomide değişen dinamiklere dikkat çekerken, sadece üretimin tek başına bir anlam ifade etmediğini savunuyor. "Tüketici odaklı anlayış ekonomiyi demokratikleştiriyor.
Artık ekonominin kralı ne fabrika, ne makine, ne patron, ne de işçi.
Yeni kral tüketici" diyen Eyüp Can, zihniyet değişiminin ekonomiye ve ekonomi gazeteciğiline olan yansımalarına ilişkin soruları şöyle anlattı:
Ekonomi gazetelerinin 21. yüzyılda yükselen medya olduğuna inanıyorum. Dünyada da bu trend yükseliyor. Sen ne dersin?
- Aslında 20. yüzyıl ekonomi dinamikleriyle 21. yüzyıl arasında çok fark var. Geçen yüzyılda ölçek ekonomisi her şeyden önce geliyordu. Bu yüzden yüzyılın ilk yarısına Rockfeller, Carneige gibi aile imparatorlukları damgasını vurdu. 1950’lerde temel dinamik üretimdi. Büyük icatların öne çıktığı bu dönemde yapabilmek her şeyden daha önemliydi. Oysa 1950-70 arası maliyet yani daha ucuza yapabilmek,1970-90 arası ise kalite öne çıktı. Ekonomide sürekli bir değişim trendi yaşanıyor. Hem de nasıl! Fakat 1990’da soğuk savaşın bitişi, internet ve teknoloji devrimi ve Çin-Hindistan faktörü yüzyıla damgasını vuran ’üretim-maliyet-kalite’ paradigmasını tamamen alt üst etti.
Üretmek, çok sayıda üretmek, kaliteli üretmek tek başına bir anlam ifade etmiyor artık.
Bireysel özgürlüklerin peşinde koşan yeni kentli sınıf hem ucuz, hem tasarımlı, hem de hızlı tüketmek istiyor.
Bunun ekonomi üzerinde ne gibi etkileri oldu?
- Bazı sektörlerde kalite yerini düşük kaliteye bıraktı mesela.
Bu yüzden Armani, Versage yerinde dururken Zara ve H&M hızla büyüyor.
Çünkü yeni yüzyılda tüketici odaklı, esnek üretim modellerine sahip hızlı şirketler kazanıyor.
Tüketici odaklı anlayış ekonomiyi demokratikleştiriyor.
Artık ekonominin kralı ne fabrika, ne makine, ne patron, ne de işçi.
Yeni kral tüketici.
Bizim zamanımızda, ideolojimizin temel ekseni üretimdi. Bütün posterlerde işçiler çizilirken elleri ve ayakları büyük çizilirdi. Kafalar daha küçüktü. Sence bugün Türkiye’de ekonomi gazeteciliği tüketicinin kral olduğu gerçeğini kavrayabildi mi?
- Bence tam olarak kavranmış değil.
Fakat sorun sadece gazetecilerde değil, ekonominin aktörleri de bu yeni paradigmayı tam olarak anlayamadı.
Siz bugüne kadar bir siyasetçinin, ya da ekonomiden sorumlu bir bakanının tüketim olgusundan bahsettiğini, tüketici trendlerini takip ettiğini gördünüz mü?
Ben görmedim.
Daha vahimi ’tüketici’ lafını ağızlarına almıyorlar.
Oysa Amerika’da ekonomi bakanları üretimden önce, tüketim endekslerine bakar.
Çünkü ekonominin nereye gittiğini, enflasyonu, faizleri asıl belirleyen tüketimdir.
Peki biz TOBB, TÜSİAD ya da TİM Başkanlarından duyuyor muyuz tüketim olgusunu?
Tüketim olgusunu en başa koymayan hiç bir reçete işe yaramıyor artık.
Bu zihniyet farkı, üretim üzerinde de etkili olmuyor mu?
- Elbette oluyor. Bugün Türkiye bir çok sektörde tam bir makine mezarlığına dönüşmüş durumda.
Çılgınca Avrupa’dan makine aldı sanayicimiz.
Şimdi ne yapacağını bilmiyor.
Hani üretim, yatırım, istihdam en önemli şeydi?
Türkiye’de şirket yapıları hálá feodalTürk işadamları, siyasetçiler, gazeteciler, sanatçılar kadar tahammüllü insanlar mı? O demokratik kültürleri var mı?"
- Tam olarak yok.
Çünkü Türkiye’de şirket yönetme kültürü hálá biraz feodal. İMKB Sosyal sorumluluk ve İyi Yönetişim Kriterleri ile bir endeks oluşturmak istedi, 400’e yakın şirkete rağmen 5 tane uygun şirket çıkmadı.
Hala bir çok şirket, patronun iki dudağının arasına bakıyor.
Böyle bir kültürde çok rahat bir çalışma ortamı olmaz.
Dolayısıyla rahat gazetecilik de yapılmaz.
Son zamanlarda Bülent Eczacıbaşı’nın tehdit edilmesiyle ilgili haberi çıkardınız, ardından İshak Alaton’un kendisine önerilen biraz alengirli bir işi reddettiğini yazdınız? Böyle yazılar ve haberler çıktığı zaman iş dünyasından ne tür tepkiler alıyorsunuz?
- Tabi önce biraz tedirgin oluyorlar. Bu tedirginliği en çok Finansbank’da yaşadık. Yunan bankasının küçük ortağı Yunan Kilisesi. Bu bilgi her yerde haberdir. Nitekim biz de çok yapıcı bir dille yazdık. Fakat Hüsnü Özyeğin çok tedirgin oldu. O haberin marjinaller tarafından kullanılmasından çekindi. Ama haberlerimizi bu kaygıyı dikkate alarak yapmaya devam ettik. Bülent Eczacıbaşı’nda da benzer bir şey yaşadık. Bu tip şeyleri iş-adamları daha üstü kapalı yapmak istiyorlar. Basına yansımasını istemiyorlar.
Dinamikler değişirken ekonomi basını da değişecekTürkiye’de ekonomi gazeteciliğinin hala bir takım kurumsal beyanatlar üzerine kurulu olduğu eleştirisi var. Buna bir ölçüde ben de katılıyorum. Ekonomiye çok daha geniş anlamda bakmak gerekmiyor mu?
- Haklısınız, fakat biraz geri çekilip fotoğrafa geniş açıdan baktığınızda, Türk basınının genelinde bir ’demeç gazeteciliği hastalığı’ var.
Aynı hatayı siyaset,
magazin ve sporda da yapıyoruz.
Türkiye’de yıllarca ekonomi faiz-
döviz-borsa şeytan üçgenine sıkıştı, bizler de bu sıkışmanın gölgesinde gazetecilik yaptık.
Fakat son üç yıldır bir değişim var.
Ekonominin dinamikleri değişirken elbette ekonomi basını da değişecek.
Merak ediyorum; mesela Türkiye’de bira sektöründeki rekabet ne durumda? Yüksek alkollü biralar niş markette ne kadar gelişti? Bunu ben bizim ekonomi sayfasındaki arkadaşlara sorduğum zaman bana haklı olarak şu cevabı veriyorlar.: ’Bu konuda gerekli verilere ulaşamıyoruz.’ Halbuki bir taraftan da bakıyorum bunların hepsi halka açık şirketler. Yani kaç litre bira üretildiği bir sır mı? Türkiye’de ekonomi gazeteciliğinin gelişememesinde şirketlerin şeffaf olmamasının da bir rolü yok mu?
- Kesinlikle.
Ekonomi gazeteciliğimizin gelişimi, ekonominin gelişimiyle paralel.
Ekonomisinin yarısı kayıt dışı olan bir ülkede şirketler hakkında doğru bilgi almak gerçekten de zor olabiliyor.
80’lerde Turgut Özal’ın ekonomiyi liberalleştirmesi, bir anlamda sokağın diliyle ekonomi haberciliği yapmanın önünü açtı.
Necati Doğru ’fileli, sepetli, enflasyon canavarlı’ haberlerle popüler ekonomi gazeteciliğini başlattı.
Bir yandan da rahmetli Nezih Demirkent’in Kobi ve Anadolu odaklı Dünya gazetesi devreye girdi.
Fakat bence asıl kırılma, Hürriyet’te öncülüğünü yaptığınız, ulusal basının ekonomiye daha fazla ilgi duymasıyla başladı.
Ekonomi gazetesi bu ülkede okunmaz-satmaz yargısı varReferans’a dışarıdan geldin ve sıfırdan başlattın. İsim ve fikir babası sensin. Layout’una (sayfa düzeni) kadar her şeyini baştan aşağı değiştirdin. Baştaki zorluklar neydi, hangileri devam ediyor?
- Bir defa ekonomi gazetesi bu ülkede satmaz, okunmaz gibi genel bir yargı vardı. Ama biz bunu belli bir ölçüde kırdık. İkincisi az önce bahsettiğiniz ekonomiye bakış açısındaki darlıktan dolayı kuşkulu sorular vardı. Bizim başlangıçta en önemli sorunumuz uzmanlaşmaydı. Çünkü tamamen uzmanlaşmaya dönük bir gazete yapmamız gerekiyor. Aksi takdirde yaşama şansımız sıfır. Piyasada çok sayıda uzman gazeteci, özellikle ekonomide yoktu. Bunun üzerine eğitim semineri yaptık. Ekibimizi kurduk. İki yılda geldiğimiz yer hiç fena değil.
Hedefiniz ne, tiraj olarak ve etkinlik olarak?
- Ben 2. yaşına giren Referans’ı 2010’a kadar karar yapıcıların elinden düşüremediği, Türkiye’nin en etkin gazetelerinden biri yapacağımıza inanıyorum. 2005’in en hızlı büyüyen gazetesi olduk. Geçen yıl reklam gelirimiz yüzde 108, tirajımız yüzde 40 arttı. 2006 hedefimiz aynı hızda büyümek.
Ekonomi özelleştikçe ekonomi gazeteciliği de sivilleşiyorBen, Wall Street Journal’da ve Financial Times’da, Volkswagen şirketi içerisindeki bir yolsuzluk olayını, şirkette personel etkinliklerini, genel müdür atamasının ne anlama geldiğini gösteren analizleri rahatlıkla bulabiliyorum. Fakat Türk basınında bunlarla ilgili çok az haber görünüyor. Neden acaba? Daha açık sorayım Türk gazetecileri spor yöneticilerinden korkmuyor, siyasi parti yöneticilerinden korkmuyor, hükümet yetkililerinden korkmuyor, sendikacılardan korkmuyor, magazin dünyasından korkmuyor, işadamlarından mı korkuyor?
- Hiç yok dersem yalan olur.
Amerika’da da büyük şirketler, aleyhlerinde haber yapıldığında reklam kartını bazen çok pervasızca kullanabiliyor.
Fakat neden; psikolojik ve kültürel.
Bir kere ekonomi basını şirket yöneticilerini, ekonominin önemli aktörleri olarak görmeye yeni yeni başladı.
Bugüne kadar bizim için resmi sıfatlı kişilerin resmi konuşmaları önemliydi.
Fakat ekonomimiz özelleştikçe, sivilleştikçe ekonomi gazeteciliğimiz de sivilleşiyor.
Şirketlere çalışanların gözünden bakabilmeyi yeni yeni öğreniyoruz.
Artık şirket haberlerini haber değeri varsa manşet yapmaktan çekinmiyoruz.
Peki ama burada rol-model olma şansına en fazla sahip gazete Referans değil mi? Dolayısıyla meydan okuma kültürünü geliştirmeye ve bunun kurallarını koyma imkanına sahipsiniz. Bu yola girebilecek misiniz, böyle bir gücünüz var mı?
- Doğan Grubu başından bu yana bize bu desteği verdi.
Biz de iki yıldır bu krediyi iyi kullandığımızı düşünüyoruz.
Bundan sonra daha fazla kullanacağız.
Mesela grubun rakiplerini gerektiğinde hiç tereddüt etmeden manşet yaptık.
Kültürümüz ve vergi sistemimiz hálá şeffaflığın önünde engelReferans’ın rakibi kim?
- Bugün Hürriyet gibi gazetelerde ekonomi 10 sayfayı buluyor. Bu rakam spor ve magazinden daha fazla. Referans’ı yaparken sizlerle rekabet ediyoruz. Ve bu hoş bir rekabet. Türk basınında ekonomi haberleri iyi bir yer alıyor. Şimdi bütün mesele bunu biraz daha derinleştirip tüketici ve piyasa odaklı yapmamız. Küresel gelişmelerle gündelik hayatın kesiştiği noktaları bulmak ve hikayesini anlatmak en önemli misyonumuz. Fakat kayıtdışılıktan dolayı karşılaştırma yapmak bazen zor oluyor. Fortune 500 ya da Forbes’un en zenginler listesini Türkiye’de yapamıyoruz. Capital dergisi uğraşıyor ama biraz tahminlerle yapıyor, çünkü ekonomimizin yarısı kayıt dışı, bilançolar şeffaf değil.
Ama şirket sahipleri de çok ön plana çıkmak istemiyor değil mi?
- Bizim kültürümüzde zenginlik hálá hoş bir şey değil. Bizde, ’zengin oldum, bu yıl çok iyi kár ettim’ demek hálá ayıp sayılıyor. Böyle bir kültürde işadamları hem vergi sorunu yaşamamak hem de fazla dikkat çekmemek için verileri gizliyor.
Halka açık şirketler bu rakamları açıklamak zorunda değil mi?
- Zorunda ama Türkiye’de halka açık şirket sayısı 400 bile değil. Ayrıca onların da tamamı yüzde 100 şeffaf değil. Türkiye’nin önde gelen bir grubu yıllarca İSO 500’de ilk ona girip, fazla dikkat çekmemek için küçük şirketlerle listeye girdi. Daha komiği İSO 500’e girip ismini vermek istemeyen 20’ye yakın çok büyük şirket var. Bunlar arasında kárlılıkta ilk ona giren kamu kurumları bile var.
Bu nasıl oluyor? Bu şirketlerinin çoğu küresel. Orada da halka açık, burada da. Öbür tarafa bu bilgiler veriliyor, Türkiye’ye gelince niye vermiyorlar?
- Maalesef ekonomi kültürümüz ve vergi sistemimiz hálá şeffaflığın önünde önemli bir engel.
Halka açılma oranı arttıkça bu kültür değişecek.