Güncelleme Tarihi:
Gelin yorumlarınızı bizimle paylaşın Harvard Business Review Türkiye Ekim sayısında yerinizi alın!
Hürriyet ve Harvard Business Review Türkiye işbirliğinde yapılan bu çalışmaya yorumlarınızla katılmak için yorum@hbrturkiye.com adresine e-mail göndermeniz yeterli.
Yorumlar HBR Türkiye editörleri tarafından seçilecektir.
Bir çiftçi tarlasını işleme veya kiraya verme kararı almaya çalışıyor
Forest L. Reinhardt ve Alison Beard
Pete Walker güne tarlalarında bir gezintiyle başlamaktan keyif alırdı. Aslında mahsullerinin durumunu kontrol etmek için çiftlik evindeki bilgisayara göz atması yeterliydi fakat sürülmüş toprağın, asma sürgünlerinin, bodur ağaçların kokusunu içine çekmekten hoşlanırdı. Cipinin arka koltuğunda oturur, kahvesini yudumlar ve ufuk çizgisine dalıp giderdi. 23 bin dönümlük Walker Çiftliği, soluk maviliğin hakim olduğu California göğünün altında uçsuz bucaksız uzanırdı.
Pete’in üç kız ve iki erkek kardeşinin önceden planlanmış yönetim kurulu toplantısı için gelmesine bir saat vardı. Kardeşler, artık iyice yaşlanan babaları Grant’in yerine dört yıl önce ağabeylerini çiftliğin CEO’su olarak seçmişlerdi ve her biri eşit ortaklık payıyla temsil ediliyorlardı. Ayrıca çocukları için de bir fon oluşturmuşlardı. Bu toplantının ana gündem maddesi son dönemde yaşanan kuraklık nedeniyle artık sıfıra inen su hakkı konusunda neler yapılması gerektiğiydi. Aslında bu durum bir felaket olarak nitelendirilemezdi zira çiftlik zemin altındaki suyu çıkarmak üzere kuyular açmıştı ve damlamalı sulama sistemi suyu verimli kullanıyordu. Yine de hava şartları bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Son üç yıldır yaklaşık 6 bin dönümü nadasa bırakmak durumunda kalmışlardı ki Pete bu baharda da aynı yolu izlemeleri gerekebileceğini düşünüyordu.
Babası Grant’in yanında büyüyen Pete onun ekinler ve teknoloji ile yaptığı denemeleri izlemiş ve tarlaları susuz bırakmamaya yönelik çözüm arayışlarına şahit olmuştu. Pete’in gençliğinde yaptıkları gibi pamuk, hububat ve karpuz ekmek yerine Walker artık genelde California’da yetişen badem, fıstık ve domates gibi ürünlere odaklanmıştı. Pazarda hakim durumda oldukları için de sulamanın yüksek maliyetlerinin bir kısmını tüketiciye yansıtabiliyorlardı. Yaklaşık 10 yıl önce Pete’in öncülüğünde badem, domates ve donmuş gıda işleme alanlarına girmişlerdi ve Walker’ın Central Valley’de üç büyük fabrika yatırımı vardı.
Şimdi ise gelecekte ne yapılması gerektiği sorusuna cevap bulmaları gerekiyordu. Yağmur gelene kadar kuyu açıp su mu çekmelilerdi? Şu ana dek bu stratejiyi uygulamışlardı. Ancak Pete daha yaratıcı çözümlerin peşindeydi. Walker Çiftliği, California’daki en büyük elektrik tesislerinden birine komşuydu. Çiftliklerinin belli bir bölümünü güneş paneli kurulması için kiraya vermeleri de en az domates yetiştirmek kadar kâr getirecekti, üstelik sulama derdi de ortadan kalkacaktı. Pete’in eşi Sally ara sıra şakayla karışık, arazi fiyatları yüksekken tüm çiftliği satıp, su konusunda hiçbir sıkıntısı olmayan Seattle’daki tesise taşınmayı önerirdi.
Bir diğer seçenek de organik tarıma geçmekti. Organik ürünler de en az diğerleri kadar suya gereksinim duyuyordu ancak gelir potansiyeli çok daha yüksekti. Organik domates salçasının kilosu 1,5 dolara satılırken normal domates salçasında bu rakam yüzde 40 daha düşüktü. Organik sertifikası almadan önce toprağın en az üç yıl zirai ilaçlardan korunmuş olması gerekiyordu ve üç yıldır nadasta olan 6 bin dönümlük alan bu koşulu karşılıyordu. Donmuş gıda tesisinin müdürü Pete’e bu konuya yatırım yapması için baskı yapıyordu.
Pete, çiftlik evinin garajına girerken küçük kardeşi Sam mutfak kapısından el sallıyordu.
Pete saatine baktı. “Erkencisin” diye bağırdı.
Sam “Evet, biliyorum” diye yanıt verdi. “Ama buradayken annemin yemeklerinden biraz daha fazla aşırabilirim.”
Walker’da yönetim kurulu toplantısının ardından mutlaka bir aile eğlencesi düzenlenirdi. Tüm akrabaların çocukları ve eşleri gelip çiftlikte çalışır, çayırlarda sandviç yer ve akşamında da büyük bir piknik düzenlenirdi. Pete bu süreçte biraz gergindi zira ailenin üç kuşaktır geçim kaynağı olan işi yürütmek, fikir uyuşmazlıklarını çözümlemek ve zorlu kararları almak kolay değildi. Ancak gün doğumu geldiğinde her zaman gevşerdi. Bu çiftlik ve ailesi babasının yadigarıydı. Onları bir arada tutmak da onun göreviydi.
Toplantı
“Hiç mi? Ciddi olmazsın. Nasıl sıfır olur bizim su tahakkukumuz? Üstelik bu yıl yağmur biraz da olsa daha fazla yağdı.”
Pete abisine “Durum bundan ibaret Bill. Bürokratlar böyle söylüyor.” Milyarlarca dolara mal olan ve barajlar, rezervuarlar, kanallar ve sulama altyapısını kapsayan bir sistem olan Central Valley Project’in amacı bölgeyi en kurak dönemde bile susuz bırakmamaktı ve bu sistemin ne kadar su tutup ne kadarını çiftliklere vereceğine federal otoriteler karar veriyordu. Soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan balıkları korumak için nehirlerde daha fazla taze su akışı sağlamak amacıyla bu yıl çiftliklere verilecek su miktarında kısıntı yapılmıştı.
Bill, “Transfer seçeneğini değerlendirsek mi?” diye sordu. California’da çiftçilerin daha sulak bölgelerdeki şirketlerden su alma hakkı vardı ama bu sistem genelde pek etkili çalışmıyordu. Bir yıl öncesinde fiyatlar dönüm başına 800 dolara kadar çıkmıştı, bu yıl daha da yüksek olacaktı. Walker’ın kendi kuyusundan gelen suyun maliyeti dönüm başına 200 dolardı.
Pete, “Maliyetler çok yüksek. Elimizdeki yüzey suyunu kullanmamız ve gerekirse tarlaları nadasa bırakmamız daha mantıklı. İdare edecek kadar suyumuz var” dedi.
Bill, “Ama sonsuza kadar bu şekilde gidemeyiz. Hükümet daha ne kadar hakkımız olan suyu elimizden alacak? Walker Çiftliği, 2006’dan beri hakkının tamamını alamıyor.”
En yaşlı kız kardeşleri olan Mary söz aldı: “Daha önce de söyledim, yine söylüyorum. Bunun nedeni iklim değişikliği. Artık bunun yeni normal olduğunu kabullenmek zorundayız.”
Kardeşi Isabel şakayla karışık, “Annem bu ‘garip bilimsel’ sözlerini duymasın” dedi. Isabel ve Mary birkaç yıl önce ebeveynlerine An Inconvenient Truth (Uygunsuz Gerçek) belgeselini gösterdiklerinde anneleri “lanet olası liberaller” diye söylenip odayı terk etmişti.
Ailede herkesin farklı politik görüşleri olmasına karşın sıcaklığın arttığı ve hava koşullarının git gide daha oynak hale geldiği konusunda hepsi hemfikirdi. Tüm bu gelişmelerin önümüzdeki birkaç on yılda çiftlik için ne anlama geleceği sürekli bir tartışma konusuydu. Bazılarına göre bu büyük bir sıkıntı iken bazıları da iyi geçen yılların zararı kapatacağını düşünüyordu.
Bill, “Cevap açık; daha fazla kuyu açmalıyız. Herkes böyle yapıyor. Eğer 10 tane daha kuyu açarsak tarlaları nadasa bırakmaktan kurtuluruz. Su da bizim ve orada çıkarılmayı bekliyor” dedi.
Mary, “Yine de kuyu suyu, yüzey suyu kadar kaliteli değil. Kuyu suyundaki çözülmüş tuz sonunda ağaçlarımıza zarar verecek. Ayrıca çok fazla yer altı suyu çekmek toprağın çökmesine neden olabilir. Ve eyalet, kuyu kazma konusuna da sınırlama getirmeye niyetli” dedi
Bill itiraz etti: “Bunların hepsi yeni kuyu kazmamız gerektiğini gösteriyor zaten.”
Mary görüşünde ısrarlıydı: “Bu geçici bir çözüm. Uzun vadede ihtiyacımız olan şey İsrail veya Avustralya’daki gibi bir su borsasının oluşması. Su dışındaki her alanda hükümet serbest piyasa ekonomisinin işlemesine izin veriyor. Ama suda durum farklı. Suyun en üst seviyede ve verimli biçimde kullanılmıyor olması beni sinir ediyor. Suya çok ucuza veya bedavaya sahip olanların, ona daha fazla ihtiyacı olanlara satmaya izinleri yok. Bu eyalette suyun sadece yüzde 1’inin ticareti yapılıyor. Sadece yüzde 1!”
Isabel, “Ne yani çiftliğin kaderini git gide azalan bir kaynağa mı bağlayalım? Arazi fiyatları oldukça yüksek. Eğer 6 bin dönümü seneye de kullanmayacaksak neden onu satmayalım? Su derdini de alan adam düşünsün. Durun bir saniye, Pete, sende şu güneş paneli işinin teklifi var mı?”
Pete başını onaylar biçimde salladı ve belgeleri çıkardı. İçlerinden biri aynalı panellerin göründüğü bir broşürdü”
Sam, “Vay be. Çok çirkinlermiş” dedi.
Pete onayladı: “Tabii ki badem ağacı kadar güzel değiller.”
Isabel, “Bu panellerin de kendine göre bir güzelliği var. Şık, modern ve gelişmiş görünüyorlar” dedi.
Pete kiralama ve beklenen getiriler konusunda bilgi verdi. Kardeşi Jane başıyla onayladı: “Yani domateslerden kazandığımız kadar kazanacağız. Kötü bir işe benzemiyor.”
Bill, “Bunun karşılığında toprağımızı 25 yıllığına vereceğiz. Bence bu çılgınlık” dedi.
Jane cevap verdi: “25 yılda 10 bin dönümü bile sulayamaz hale gelirsek görürsün. Toprağın bir kısmından garanti gelir elde etmek akıllıca bir hareket gibi geliyor.”
Tarlada bitki yerine panel görmek mi? Pete bu manzarayı aklında canlandıramıyordu bile. “Bence organik ürün seçeneğini de yabana atmayalım” dedi.
Sam, “Bence de buna girmeliyiz” dedi. Ziraat alanında üniversite okuyan Sam, sonrasında Whole Foods’da staj yapmıştı ve o günden beri Pete’in kulağına organik ürünlerin fiyat avantajını fısıldayıp duruyordu. “Eğer nadasa bıraktığımız 6 bin dönümü bu yıl kullanmak istiyorsak bazı organik ürünleri deneyebiliriz. Tarlalar üç yıldır temiz, yani aslında maliyetlere zaten katlanmışız. Tabii ki orada işlem yapmak için suyumuzun bir kısmını kullanmamız gerekecek. Fakat üründen ciddi kâr elde edebileceğiz. Dönüm başına daha az ürün ekip ton başına daha fazla para kazanabiliriz.
Bill söze atladı: “Pete, bunu daha önce de tartışmıştık. Bu trene atlamaya hazır mıyız? Bu işte olan herkes organiğin abartıldığını bilir. Bu ürünlerin, klasik ürünlerden daha besleyici olduğunun net kanıtları yok. Bir noktada müşteriler bunun farkına varacak.”
Sam, “Bu konuda tam tersini düşünen birçok uzman ve milyonlarca tüketici var. Ayrıca yanılıyor olsak bile bu adamlar milyonlarca dolar harcıyor organik ürünlere. Neden biz de bu paradan biraz almayalım?” dedi.
Jane, “Astronomik su maliyetlerimizi çıkarmak için yüksek verimli mahsullerin peşinden daha fazla koşamayız. Bir noktada temel soruna çözüm bulmamız gerekecek. Pete, sen vali ile görüşecektin ne oldu?” diye sordu.
“Doğruyu söylemek gerekirse bürokrasi çok katı. Onlarla görüşmek tam zamanlı bir iş. Ben çiftliği işletmeye odaklandım.”
Aile üyeleri başlarıyla onayladılar.
Bill, “Peki Pete sen ne düşünüyorsun? Biz bu konularda bazı fikirler ortaya atıyoruz ama konunun uzmanı sensin ve sana güveniriz. Sence ne yapmalıyız?” diye sordu.
“Bana düşünmek için biraz zaman verin. Daha konuşacağımız başka konular var. ve birazdan çocuklar da gelmiş olur. Partiyi geç başlatan olmak istemiyorum.”
Piknik
Pete, büyük traktörlerin birinin üzerine tırmanmaya çalışan yedi erkek çocuğa (kendi oğulları ve yeğenleri) göz kulak olmaya çalışıyordu. Anneleri Helen; ızgara biftek, tavuk ve sebze; patates salatası ve çilekli turtadan oluşan muazzam bir yemek hazırlamıştı ve Mountain View, Montery ve Ventura’dan yola çıkan aile üyeleri evde toplanıyordu. Pete’in ailesi ve anne-babaları bu çiftlikte yaşamaya devam eden yegane aile üyeleriydi.
Babası laf attı: “Yönetim kurulu toplantısı nasıl gitti?”
“İyiydi. Seni orada görmeyi özledik. Sen de katılmalısın.”
“Hayır, sana devrettikten sonra yeniden işe bulaşmayacağıma dair annene söz verdim. Eğer tavsiye istersen beni nerede bulacağını biliyorsun.”
“Bize hiç su verilmeyeceğine inanamıyorum” dedi Pete.
Grant cevap verdi: “Elden bir şey gelmez.”
“Ama tarlaları bu yıl da nadasa bırakmak istemiyorum.”
“Ben de istemem. Kayıptan başka bir şey değil.”
Pete, “Organik işini deneyebiliriz” dedi. Grant, kaşlarını çattı.
“Ya da toprakların bir kısmını güneş enerjisi şirketine kiraya verebiliriz.”
Grant yine kaşlarını çattı: “Elindeki en iyi seçenekler bunlar mı?”
“Eğer daha fazla kuyu açarsak daha çok badem ve fıstık ağacı ekebiliriz. Eğer bu nadas alanları kullanmak istiyorsak ya başka bir yüksek verimli mahsul denemeli ya da çok su gerektirmeyen garanti ürünlere yönelmeliyiz.”
Grant, “Asıl mesele su. Sen gençken daha fazla yağmur yağardı” dedi.
“Hatırlıyorum.”
“Yani evlat, senin işin benimkinden daha zor. Ama bunun üstesinden gelebilirsin. Şu güzelim badem ağaçlarına bak! California, hâlâ çiftçilik yapmak için en güzel yer...”
Pete, 6 bin dönümlük alanı nasıl değerlendirmeli?
Yorumlarınız için: yorum@hbrturkiye.com
Daha fazlası için hbrturkiye.com