Güncelleme Tarihi:
Son yıllarda gerek küresel ölçekte, gerekse ülkemizde, nedenleri ve sonuçları bakımından en çok tartışılan konulardan birisini, hiç kuşkusuz, “ekonomik krizler” oluşturmaktadır. Ekonomik krizlerin yarattığı başta işsizlik olmak üzere, pek çok birbiri ile ilişkili ekonomik ve sosyal sorun da konunun önemini ve ciddiyetini daha da arttırmaktadır. Bu bakımdan çağımızın en önemli ve en güncel konularından birisinin de ekonomik krizler ve bu krizlerin yarattığı sonuçlar, olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Kriz çeşitli şekillerde tanımlanabilmektedir. En genel anlatımla kriz; düzgün olmayan, reform gerektiren istikrarsız bir durum olarak tanımlanmaktadır. Bir başka deyişle; kriz rutin, olağan sistemi bozan ve beklenmedik bir şekilde aniden ortaya çıkan acil bir durumu ifade etmektedir. Krizin ortaya çıkmasında rol oynayan çok çeşitli faktörler bulunmaktadır. Bu faktörleri doğal çevre ile ilgili beklenmedik değişimlerden kaynaklanan doğal faktörlerden başlamak üzere, ekonomik faktörler, siyasi ve yasal faktörler, ülkelerin toplumsal yapılarından kaynaklanan toplumsal faktörler, bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan baş döndürücü gelişmelerden kaynaklanan teknolojik faktörler olarak sıralamak mümkündür.
Son yıllara damgasını vuran hem küresel hem de ülkemizde yaşanan krizler, diğer faktörlerle de ilgili olmakla birlikte; daha çok ekonomik ve siyasi faktörlerden kaynaklanmaktadır. Ayrıca bir ülkede yaşanan ekonomik krizle o ülkenin siyasi istikrarı arasında da yakın bir ilişki bulunmaktadır. Bir başka deyişle; genellikle, ekonomik kriz yaşayan ülkelerde aynı zamanda siyasi istikrarsızlık ve çalkantılara da tanık olunmaktadır.
Kasım 2000, Şubat 2001 Krizleri
Ülkemizde, son dönemde, Kasım 2000 ve Şubat 2001 tarihlerinde olmak üzere; iki ekonomik kriz yaşanmış ve bu krizler beraberinde pek çok ekonomik ve sosyal sorun getirmiştir.
Nitekim, ülkemizde 2000 yılında cari işlemler hedefi önce 2.5 milyar dolarken 2000 yılı Haziran ayında bu hedefin aşılacağı düşünülmüş ve cari işlemler açığı hedefi 4.5 milyar dolara çıkartılmıştır. Ancak 2000 yılı sonunda açığın 9.5 milyar dolara çıkacağı anlaşılınca piyasalar ve Türkiye’ye yönelmiş bulunan kısa vadeli sermaye hareketleri bu durumdan son derece olumsuz etkilenmiştir. Tüm bu ve benzeri ekonomik sorunlar ile siyasi istikrarsızlık gibi bazı olumsuz siyasi gelişmeler sonrasında, önce Kasım 2000’de bir ekonomik kriz yaşanmış, ardından da Şubat 2001’de ikinci bir krize ortaya çıkmıştır.
Ülkemizin ard arda yaşadığı bu son iki kriz sonucunda, ulusal gelir düzeyinde büyük düşüşler yaşanmış, dış borç yükü artmış, iç borç ve faizlere ek yükler gelmiş, üretim miktarı düşmüş, yoğun işyeri kapanmaları yaşanmıştır.
Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) verilerine göre; Türkiye Ekonomisi krizlerin etkisiyle, 2001 yılında daralma sürecine girmiş ve 2001 yılının ilk çeyreğinde, yüzde 4.5 daralan Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH), yılın ikinci çeyreğinde, yüzde 11.8 küçülmüştür. GSMH’daki ilk altı aylık küçülme yüzde 8.5 olmuştur. Tüm bu olumsuz ekonomik gelişmelerin sonucunda ise; son derece ciddi bir sosyal sorun olarak süregelen işsizlikte de çok belirgin artışlar meydana gelirken beyin göçü de artmıştır.
Kriz işsizliği
Ülkemizde yaşanan son iki ekonomik krizin en önemli sonuçlarından birisi, kuşkusuz ki, işsizliktir. Nitekim, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre, 2001 yılının ilk altı ayında toplam 738.866 kişi işten ayrılmıştır.
Diğer gerekçeler dışında, doğrudan ekonomik krizle ilgili işyeri kapanması sonucu, 2001 yılının ilk altı ayında, 1 milyon 336 bin birey işsiz kalmıştır.
Ülkemizde zaten geçmişten beri süregelen ve artık kronik bir hal alan bir işsizlik sorunu yaşanmaktadır. Hatta son yıllarda ülkemizde yaşanan bu sorunun artık nitelik değiştirerek, işsizlik sorunu olmaktan çıktığı ve bir “istihdam sorunu”na dönüştüğü ifade edilmektedir.
Nitekim; ülkemizde işsizlik sorunu; bir taraftan az gelişmiş bir emek piyasası, diğer taraftan kırsal kesimde geniş aile düzeni ve kentsel kesimde ise, kayıt-dışı istihdam biçimlerinin yaygınlaşmasıyla; yani üretken olmayan istihdam biçimlerinin giderek artması nedeniyle; bir istihdam sorununa dönüşmüştür. Bu bakımdan, ülkemizde işsizlik sorunu yerini yoksulluğa terk etmekte ve nitelik değiştirerek istihdam sorunu haline gelmektedir.
Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri ise, mevcut soruna yeni işsizler eklemek suretiyle; durumu adeta içinden çıkılamaz bir hale getirmiştir. Nitekim, yaşanan son krizler sonrası her 100 kişiden 12’sinin işini kaybettiği, mevcut işsizlere yaklaşık 1 milyon kişinin eklendiği, işsizlik oranının yüzde altılardan yüzde 10’lara yükseldiği, kadın işgücünün yüzde 33’ünün işsiz kaldığı, özellikle de eğitim düzeyi yüksek, nitelikli işgücünün üçte birinin işsiz kaldığı, en fazla etkilenen sektörlerin ise; bankacılık ve finans, sanayi ve hizmetler olduğu ifade edilmektedir. Bir başka deyişle; ülkemizde yaşanan son iki kriz, mevcut istihdam sorununa, “kriz işsizliği” adı verilen bir başka sorun yumağının eklenmesine yol açmıştır.
Ancak bu gruba giren, yani ekonomik kriz sonucu işsiz kalan kriz işsizi, bireyleri incelediğimizde karşımıza bir başka çarpıcı nokta çıkmaktadır. Bu durumdaki bireylerin büyük bir çoğunluğunu eğitim düzeyi yüksek, nitelikli, genç, modern sektör çalışanlarından oluşturmakta, yine bu grup içinde, kadın çalışanların oran olarak, erkek çalışanlardan daha fazla olduğu (Nitekim kriz sonucu kadın çalışanların yüzde 33 yani 1/3’ü işsiz kalmıştır.) görülmektedir. Tüm bu gerçekleri, son günlerde çeşitli kurum, kuruluş veya dernekler tarafından yapılan bazı rapor ve araştırmaların sonuçları da, desteklemektedir.
Bunlardan ilki; ekonomik krizden en fazla etkilenen sektörlerden birisi olan finans sektöründe hazırlanan bir raporun sonuçlarından da açıkça görmek mümkündür. Nitekim, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK), “2001 Yılı Raporu” adlı bir rapor yayımlamıştır. Rapora göre; 2000 yılına 171 bin 732 çalışan ve yedi bin 830 şube ile adım atan bankacılık sektöründe, 2001 yılına gelindiğinde; 35 bin 517 çalışanın işinden olduğu ve bin 357 şubenin kapatıldığı bildirilmektedir. Bir başka deyişle; 2000-2001 döneminde 35 bin 517 banka çalışanı işsiz kalırken; bin 357 şube kapatılmıştır. 22 banka sistem dışına çıkarken, 79 olan banka sayısı 57’ye düşmüştür. Özel bankalar 11 bin 821, kamu bankaları15 bin 804, ve fon bankaları 13 bin 377 çalışanın iş akdi feshedilmiştir.
Yine, İnsan Kaynakları Yönetimi Derneği (İNKADE), tarafından yapılan, Ocak-Mart 2002 dönemini kapsayan ve Şubat Krizinin etkilerini inceleme amacını taşıyan bir başka araştırma da benzer sonuçları yansıtmaktadır.
Araştırma esnasında 40 şirket/grupta genel müdür, genel müdür yardımcısı,müdür, şef, uzman, yönetici asistanı ve memur olarak çalışan toplam 300 kişi ile görüşülerek ülkemizde ekonomik krizin birinci yılı sonunda “beyaz yakalı/nitelikli” işgücünün içinde bulunduğu durum aydınlatılmaya çalışılmıştır.
Araştırma sonucunda, Şubat krizinden en fazla etkilenen ve en fazla eleman çıkaran sektörlerin finansman, teknoloji, otomotiv, reklam, halkla ilişkiler, dayanıklı tüketim, mobilya, inşaat ve lojistik olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca bu sektörlerde nitelikli işgücü talebinin de yok denecek kadar az olduğu belirlenirken, yıl sonuna kadar da büyük oranda bir eleman alımının olmayacağı öngörülmektedir.
Yine aynı araştırma sonucunda, ücretler genel düzeyinin dolar bazında 1995 yılı düzeyine gerilediği tespit edilirken, yıl sonuna kadar kesin iş bulurum diyenlerin oranı yüzde 5, belki bulurum diyenlerin oranı yüzde 12, bulacağımı sanmıyorum diyenlerin oranı ise yüzde 60 olarak belirlenmiştir. Buna karşılık; müdür ve daha üstü pozisyonlardan işsiz kalanlarda ise, bu oranın yüzde 76’yı bulduğu tespit edilmiştir.
Son olarak da; ülkemizde bir siyasi parti tarafından yapılan bir araştırma, sonuçlarına yer verilmesi, mevcut duruma ışık tutması bakımından yararlı olacaktır. Araştırma Kriz İşsizleri Projesi adını taşımakta ve kriz sonrasında işsiz kalan toplam iki bin 470 işsizle yüz yüze görüşülerek elde edilen verilerden oluşmaktadır.
Araştırma sonuçlarına göre; işsizlerin üçte ikisi lise ve üstü eğitimli olup, aynı zamanda 35 yaşın altında olan bireylerden oluşmaktadır. İşsizlerin yüzde 96’sını özel sektör çalışanları oluştururken, krizden en çok etkilenen sektörler sırasıyla tekstil, inşaat, gıda, hizmet, finans ve bankacılık sektörleri olarak tespit edilmiştir.
Kriz, en etkin olarak İstanbul, İzmir, Kocaeli, Yalova, Ankara, Bursa ve Adana gibi ülkemizin en gelişmiş yedi ilinde yaşanmıştır. Kriz işsizlerinin yüzde 70’inin halihazırda işsiz olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca bu söz konusu işsizlerinin yüzde 41’i aile içi ilişkilerinin olumsuz yönde etkilendiğini belirtirken, yüzde 19.4’ünün ailesinden ayrıldığı belirlenmiştir.
Beyin göçü
Yine, kriz işsizliği kadar ciddi ve ülkemizde yaşanan son ekonomik krizlerle birlikte; giderek önem kazanan bir başka konu ise, “beyin göçü” dür. Nitekim, ülkemizde yaşanan son ekonomik krizler ve bu krizlerle hızla artan işsizlik, bireyleri yurt dışına göçe zorlamakta; bu durumda beyin göçünü daha da arttırmaktadır. Bir başka deyişle; son ekonomik krizlerle birlikte, karşımıza çıkan bir başka gerçek de; beyin göçünde yaşanan artıştır.
Beyin göçü, “iyi eğitim görmüş, kalifiye ve yetenekli işgücünün yetiştiği az gelişmiş/gelişmekte olan bir ülkeden gelişmiş bir ülkeye akışı/göçü” olarak tanımlanmaktadır. Ülkemizde beyin göçü, özellikle 1960’lı yıllarda başlamıştır. Öncelikle, doktorlar ve mühendislerle başlayan göç, sonra bilim adamları ile sürmüştür. Beyin göçünün en önemli nedenleri ise; ekonomik, politik/siyasal , bilim ve teknoloji politikalarındaki yanlışlıklar ile eğitim sistemlerindeki çarpıklıklar olarak belli başlı dört başlık altında toplanmaktadır. “Türkiye, beyin göçü en fazla olan 34 ülke içinde 24. sırada yer almakta, iyi eğitim gören 100 kişiden 59’unu elinden kaybetmektedir”.
1960’lı yıllardan itibaren özellikle, Avrupa ülkelerine yaşanan göç, günümüzde Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) yoğunlaşmış bulunmaktadır. Günümüzde bireylerin büyük çoğunluğunun, ABD’ye yüksek lisans veya doktora yapmak, dil öğrenimi görmek gibi, eğitim amacıyla gittikleri bilinmektedir. Yüksek Öğrenim Kurumu’nun (YÖK) hazırladığı bir rapora göre; halihazırda yaklaşık 15 bin Türk genci ABD’de eğitim görmektedir.
Yapılan bazı araştırma sonuçları da günümüzün bu gerçeğini doğrulamaktadır. Nitekim, bu araştırmalardan birisi olan ve yukarıda söz edilen İnsan Kaynakları Yöntemi Derneği (İNKADE) tarafından yapılan araştırmanın bazı sonuçları, doğrudan beyin göçüne ilişkin önemli ip uçları vermektedir.
Araştırma sonuçlarına göre, son ekonomik krizde işsiz kalan eğitimli ve nitelikli işgücünden halihazırda yurt dışına gidenlerin oranı yüzde yedi, yurtdışına gitme çabaları sürenlerin oranı yüzde 12, işsiz kaldığı boşluk dönemini yurt dışında yüksek lisans yaparak veya dil öğrenerek geçirmek üzere yurt dışına çıkanların oranı yüzde sekiz ve nihayet; bir fırsat yakalarsam yurt dışına gitmek isterim diyenlerin oranı ise yüzde 30 olarak belirlenmiştir.
Ülkemizde Kasım 2000 ve Şubat 2001 tarihlerinde yaşanan son iki krizinden sonra, pek çok birbiriyle ilişkili sosyo-ekonomik sorun yaşanmış ve yaşanmaktadır. Ancak, bu sorunların içerisinde; özellikle işsizlik ve beyin göçü son derece ciddi ve önemlidir. Bir başka deyişle; ülkemizde yaşanan son ekonomik krizler, mevcut işsizliğin daha da artmasına neden olurken, 1960’lardan beri süregelen beyin göçünü de hızlandırarak en önemli kaynağımız olan beşeri sermayemizin de etkin kullanılamamasına ve israf edilmesine yol açmıştır.
Nitekim, krizlerin ardından sayıları bir milyona yaklaşan ve daha önce düzenli bir geliri olan, üretken istihdam da yer alan birey, mevcut üretken işini kaybetmek suretiyle işsiz kalmıştır. Yapılan araştırmalar doğrultusunda da bu bireylerin nitelikleri incelediğinde; çok daha çarpıcı sonuçlarla karşılaşılmaktadır.
Kriz işsizleri adı da verilen bu işsizlerin büyük bir çoğunluğunun eğitim düzeyi yüksek, genç, kentli ve modern sektör çalışanları oldukları görülmektedir. Bu durum da, bir taraftan ülkemizde zaten uzun yıllardır süregelen ve artık nitelik değiştirerek, bir istihdam sorununa dönüşen mevcut işsizlik sorununu daha da içinden çıkılmaz hale getirirken, diğer taraftan da üretken istihdamın azalmasına neden olarak, toplumumuzu da hızla üretmeden tüketen, mevcut geliri paylaştıran yapıya sürüklemek suretiyle, giderek yoksullaştırmaktadır. Üstelikte, iyi eğitim görmüş nitelikli, ülkemiz için son derece önemli bir güç olan, beşeri sermayemizi de üretken istihdama dönüştüremeden beyin göçü yoluyla kaybetme gerçeği de mevcut durumu daha da dramatik bir halegetirmektedir.
Bu bakımdan, ekonomik krizlerin sosyo-ekonomik sonuçları, bu krizleri yaşayan tüm ülkeler için olduğu gibi, ülkemiz içinde son derece olumsuz, ciddi, tahrip edici, tehlikeli ve acil çözüm bekleyen bir durum arz etmektedir. Kuşkusuz bu olumsuz tablonun ortadan kaldırılabilmesi için, öncelikle ekonomik ve siyasal istikrarın sağlanması gerekmektedir. Ardından da mevcut sorunlar tespit edilerek, etkin politikalar üretilmeli hızla hayata geçirilmelidir.
Yrd. Doç. Dr. Özlem IŞIĞIÇOK
Uludağ Üniversitesi, İİBF
Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Öğretim Üyesi