Güncelleme Tarihi:
Koç, Dünya Odalar Federasyonu (WCF) çalışma yemeğinde konuştu.
Rahmi Koç, Türkiye'nin başarısına ilişkin, “Peki Türkiye bunu nasıl başardı? Öncelikle, 2002'den bu yana ülkede, mecliste güçlü bir çoğunluğa sahip olan bir tek parti hükümeti var. İkincisi, hükümetin zor kararlar alma ve bu kararları meclisten geçirme cesaret ve azmi var ve halen devam etmekte. Türkiye'de 2001'de yaşanan ticari bankacılık krizinin ardından, Erdoğan hükümeti, IMF düzenlemelerine ve Dünya Bankası'ndan davet edilen Sayın Kemal Derviş'in ekonomik reçetelerine tam olarak uyulmasından emin oldu” dedi.
Bir kez bu cesur adımları atan hükümetin, disiplini korumakta da son derece kararlı davrandığına işaret ederek, “Sonuç olarak ekonomimiz, 2010 ve 2011'de yüzde 9 oranında büyüdü. Bu büyüme, küresel krizden etkilendiğimiz 2009 yılındaki ciddi daralmanın ardından geldi” dedi.
Koç konuşmasına şöyle devam etti:
“Türk ekonomisinin, küresel kriz öncesine kıyasla yüzde 10 büyüme gösterdiğini bilmek, sizler için ilginç olmalı. Bu yıl ise, olumsuz ekonomik ortama rağmen, milli gelirimizin yüzde 4 oranında büyümesi öngörülüyor. Avrupa pazarındaki daralma göz önüne alındığında, böylesi bir yavaşlama sürpriz değil. Ne de olsa ihracatımızın yüzde 50'den fazlası AB ülkelerine yönelik. Son on yıl içinde, ekonominin temel aktörleri, gerek kamu, gerek bankacılık sektörü, gerek şirketler ve hatta hane halkları, sağlıklı bilanço yapılarına sahip olmaya zorlandılar. Daha 2001'de, ülkeyi yönetenler, yukarıdakilerin hiçbirinin aşırı borçlanmadığından emin olmuş, likiditenin uygun seviyelerde tutulması yoluyla finansal risklerden korunmaları gerektiğini görmüşlerdi.”
“Türkiye krizden korunmak için önemli tedbirler aldı”
Türkiye'nin krizden korunmak için önemli tedbirler aldığını vurgulayan Koç, “Erdoğan hükümeti, sert kemer sıkma tedbirlerini kademeli olarak uygulayarak, bütçe açığı ve kamu borcunu önemli oranda düşürdü. Hem borç vadeleri, hem de faiz oranları kabul edilebilir düzeylere indi. Etkili bir koordinasyon ile, Hazine, Merkez Bankası, ticari bankalar, özel sektör ve hane halkları borçluluk düzeyleri makul seviyelerde tutuldu” dedi.
Koç, “Bir fikir vermek gerekirse, bugün toplam borcun milli gelire oranı yüzde 92 civarında. Oysa aynı oran ABD'de yüzde 300, İngiltere'de yüzde 500 ve İrlanda'da yüzde 1000 kadardır. 2001'de, dönemin koalisyon hükumeti, bankacılık sistemini başarılı bir biçimde yeniden yapılandırdı. Sektör çok zayıftı ve şirket ve hane halklarına kredi vermekten çok, esas olarak kamu açıklarını finanse ediyordu. Uygun düzenleme ve gözetimin yokluğu, aşırı risk almaya, büyük miktarda açık döviz pozisyonlarına, düşük likiditeye ve zayıf varlık kalitesine yol açtı” dedi.
Yaşanan kapsamlı yeniden yapılanma ve rehabilitasyonun, millete o dönemin parasıyla 60 milyar dolara mal olduğunu anımsatan Koç, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Sonuçta da iktidardaki partiler, 2002 seçimlerini kaybetti. Öyleyse diyebiliriz ki, dönemin politikacıları milletin çıkarlarını partilerinin ve kendilerinin çıkarlarının önüne koyarak, siyasi geleceklerini kurban etti. Onları, bu tutumlarından ötürü kutlamalıyım. Geriye dönüp bankacılık sektörümüze ne yaptığımıza baktığımda, Avrupa bankacılık sisteminin neden aynı reçeteyle tedavi edilmediğini anlayamıyorum. Her geçen gün, çok değerli zaman ve para kaybedilirken, hasar giderek artıyor. Ne de olsa, düzenleyici konumdaki IMF ve AB, bizim içinde bulunduğumuz sorunların çözülmesinde de varlardı. 2001'den sonra, ekonomiden yargıya, eğitimden sağlığa dek pek çok alanda reformlar gerçekleştirildi. Geçmiş on yılın hükümetleri, bürokratik süreçleri önemli ölçüde basitleştirdiler. Kendi evlerini düzene sokması gereken diğer ülkeler de bunu mutlaka yapmalıdır.”
Koç, devam etmekte olan siyasi istikrarın önemine işaret ederek, “Değişimleri uygulamak kolay olmadı. Esasen son dönemlerde bitkinlik işaretleri görülmekte ve her şey o kadar pembe değil” dedi.
Koç, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“İyi haber şu ki; ihracat hala artmakta, dış ticaret açığı düşüşte ve cari açık azalıyor, işsizlik oranı düşüyor. O kadar iyi olmayan haber şu ki; ikinci çeyreğin sonu itibariyle sanayi üretimi düştü ve yüzde 4 büyüme hedefi tehlikede. Ayrıca, özel sektör teşvik uygulamaları, tüketici malları ithalatı, ticari araç ithalatı ve kapasite kullanım oranı, turist sayısı düşmektedir. Aynı zamanda, ara malları üretimi, dayanıklı mal imalatı,tüketici ve sermaye malları sektörü, iç talep, bankacılık sektöründe kredi ve mevduatlar, tarımsal üretim de düşmektedir. Bütün bu gelişmeler, son dönemde yüzde 8'e kadar inmiş olan işsizlik oranını yeniden tetikleyebilir. Talep düşmekte olduğu halde, enflasyon hala yüksek. Bütçe gelirlerindeki gerileme ve bütçe harcamalarındaki artış, geçen yıl milli gelirin yüzde 1.5'i olan bütçe açığının artacağına işaret ediyor.”
İş dünyasının güven ve moralinin ise düşük göründüğünü söyleyen Koç, “Dış ticaret dengesi ve cari açık rakamları, daha fazla ihracatı gerekli kılmaktadır. Halihazırda Türkiye, bir dolar ihraç etmek için bir buçuk dolarlık hammadde, ekipman, teknoloji ve diğer malları ithal etmek durumundadır. İhracatımız toplam ithalatın ancak yüzde 62'sini karşılıyor. Dengeyi kısmen sağlayan; turizm, müteahhitlik ve diğer hizmet gelirleridir. Bu nedenle Türk ihracatçısı, telaş içinde yeni pazarlar arıyor. Ama yeni pazarlar gelişmekte olan ülkeler için daha az sofistike olan yeni ürünler, yeni fiyatlandırma, yeni pazarlama teknikleri, yeni dağıtım kanalları ve sıfırdan inşa edilen satış sonrası hizmetler demektir” şeklinde konuştu.
“Türkiye çok zorlu bir bölgenin tam kalbinde bulunuyor”
Rahmi Koç, Türkiye'nin, çok zorlu bir bölgenin tam kalbinde bulunduğunu dile getirerek, “Ortadoğu, uzun yıllar boyunca çatışmalar, savaşlar ve değişen liderleriyle huzursuzluk içinde olagelmiştir. Arap Baharı olarak adlandırılan süreç de istisna olmadı. Mal ve hizmetlerimiz için doğal ihracat pazarları olan bu ülkelerde yaşanan her istikrarsızlaştırıcı gelişme, Türk ekonomisini olumsuz etkiliyor” ifadelerini kullandı.
Koç, “Yine de, uluslararası şirket yöneticilerine yönelik farklı anketlerin gösterdiği üzere, Türkiye'nin temel çekici unsurları; ekonominin dinamizmi, eğitimli ve kalifiye işgücü, rekabetçi maliyet, açık ve olumlu tutumlar, siyasi istikrar ve öngörülebilirlik, verimli iletişim ve lojistik altyapısı, iş dostu ortam, değişen koşullara hızla uyum sağlamaktır. En nihayetinde, Türkiye ziyaret etmek ve yatırım yapmak için muhteşem bir ülke. Türkleri tanıyın, eminim onları seveceksiniz. Sizleri içtenlikle, bizimle iş yapmaya çağırıyorum” dedi.