Güncelleme Tarihi:
ULUSLARARASI Para Fonu (IMF), en son raporunda Türkiye için 2016 büyüme tahminini yüzde 3.2’den yüzde 3.8’e yükseltti. IMF’in küresel ekonomi için tahminleri ise Türkiye tahminlerine kıyasla daha karamsar. Dünya ekonomisinde toparlanmanın devam etmesine karşın toparlanma hızının giderek yavaşladığını söyleyen IMF, aynı zamanda ekonomik dengenin giderek daha kırılgan hale geldiği uyarısını da yapıyor. Washington’da bir araya geldiğimiz IMF Birinci Başkan Yardımcısı David Lipton, yeni tahminler ışığında Türkiye ve dünya ekonomisine yönelik değerlendirmelerde bulundu.
KUCAKLAYICI EKONOMİ
Hem dünyanın, hem de içinde bulunduğu bölgenin tüm koşullarına rağmen Türkiye’nin büyümesinin direnç gösterdiğini söyleyen Lipton, “Fakat Türkiye’nin büyümesinin daha yüksek olduğu kadar aynı zamanda daha güçlü ve daha sürdürülebilir olmasının nasıl sağlanabileceğine ilişkin birkaç yıl boyunca önerilerde bulunduk. Bu önerilerin içerisinde, Türkiye’nin cari açığının, mali durumunun ve ülkenin finansman gereksinimlerinin kontrol altında tutulduğundan emin olunması da yer alıyor. Bence tasarrufların arttırılması, ihracatın rekabet gücünü ilerletecek işgücü verimliliğinin arttırılması, doğrudan dış yatırıma daha açık bir ekonomiye, daha kucaklayıcı bir ekonomiye sahip olunması, uzun vadede ülkenin rekabet gücünü güçlendirebilir. Bunlar, yeni meseleler değil, on yıllardır ortada olan meseleler. Fakat bunlar, önemli meseleler” şeklinde konuştu.
GÖÇMENLER GÜÇ OLABİLİR
“Yatırımdan söz ederken, sanki yeni yatırım fırsatları yaratmak yalnızca Türkiye’de değil dünyada da giderek daha zor hale geliyor” şeklindeki yorumumuza karşılık Lipton, “Bu doğru. Fakat Türkiye’nin birçok iyi noktası var. Türkiye, Batı Avrupa, Orta Avrupa, Rusya, Ortadoğu, Kafkasya ve Kuzey Afrika ile iş yapabilir konumda. Ülkenizin çok yetenekli bir iş dünyası var. Ve bu da size çok yardımcı oldu çünkü Batı Avrupa yavaşladığında Türkiye başka bir yerde kazanabilir, Rusya yavaşladığında başka bir yerde kazanabilirsiniz… Dolayısıyla bence Türkiye, kendisini cazip bir yatırım ve iş merkezi haline getirme yolunda çalışmalıdır. Ve bence bunu başarabilir” yorumunu yaptı.
Göçmenler güç yaratır
TÜRKİYE’de sayıları 2.7 milyonu bulan mültecileri nasıl ekonomik açıdan bir avantaja çevirebileceğimizi sorduğumuzda ise Lipton, şunları söyledi: “Demografik sorunları olan birçok ülke, yaşlı olanlarındansa genç mülteci ve göçmenlere sahip olmayı ister. Çünkü bu tarz mülteci ve göçmenlerin ekonomiye katkılarının ömrü daha uzun olacaktır. Fakat elbette gençler söz konusu olduğunda, nereden geldiklerine ve koşullarının nasıl olduğuna da bağlı olarak, eğitim ve öğretim ihtiyacı da doğacaktır. Yaptığımız analizler, işgücü ve verimlilik açısından, kamu maliyesi açısından, bu kişilerin tüm çalışma hayatları boyunca vergi mükellefi olacaklarını, göçmenlerin birgüç yaratabileceğini gösteriyor. Tabii bu göçmen havuzunun kompozisyonuna da bağlı.”
Yüksek maaş ihracatı zorlar
LIPTON, Türkiye’nin petrol dışındaki cari açığı nasıl ele alması gerektiğini sorduğumuzda ise “Türkiye’nin uzun zamandır tasarrufu teşvik etmeye ihtiyacı var. Türkiye işgücü verimliliğini artırmaya çalışmalı. Maaşların da aşırı yükselmemesini sağlaması gerekiyor, çünkü eğer aşırı yükselirse ihracatın rekabet gücünü daraltabilir. Bunlar, uzun süredir var olan zorluklar. Türkiye, ilerleme kaydetti ancak bence dikkate alınması gereken değişkenler bunlar. Türkiye’nin doğru politika yaklaşımlarıyla ve iş çevrenizin dinamizmi ve çok yönlülüğüyle güçlü bir büyümeyi sürdürebileceğini düşünüyorum” yanıtını verdi.
ABD ve Fransa’nın işgücü kadar işiz var
IMF Başkanı Christine Lagarde’ın dünya ekonomisine ilişkin “kriz yok ama temkinliyiz” söylemini anımsatarak, “Kriz yoksa neden bir şeyler yapmak gerekiyor” sorusu yönelttiğimiz Lipton, “Büyümenin yavaş oluşu tek başına bir kriz değil, kronik bir sorundur. Düşük büyüme oranları nedeniyle, bir sürü ülkede çok fazla kişinin işsiz olduğunu düşünüyorum. IMF Başkanı, dünyadaki işsizlerden bahsederken 197 milyon rakamını kullandı ki bu rakam, ABD ve Fransa’nın toplam işgücü sayısına eşittir. Ve büyümenin düşük olması, insanların ve şirketlerin borç ödemelerini, güçlü bir ücret artışına sahip olunmasını zorlaştırıyor” yanıtını verdi. Petrol ithalatçısı ülkelerin düşük fiyatlarla nasıl baş edeceğini sorduğumuz Lipton, “Tarih, bunu yapmanın zor fakat önemli olduğunu gösteriyor. Her şeyden önce ülkelerin düşük fiyatlara ayak uydurmaları gerekiyor. Düşük fiyatlar devam edecekse, eskisi gibi zengin değilken, zenginmiş gibi harcama yapamazsınız. Ve bu yalnızca özel şirketler için değil, devletler için de geçerli. Devletlerin gelirleri çoğu durumda petrol ve emtia sektörlerinin gelirlerine bağımlıktan ötürü düştü. Ülkenin, çeşitliliği imkânsız kılacak bir istikrarsızlığa düşmemeleri için düşük fiyatlara ayak uydurulması önemli. Ayrıca adaptasyon sürecinin etkisinin azaltılması için ülkelerin esnek döviz kurlarına sahip olmaları gerektiğini savunduk” dedi.
Mülteciler kalıcı olacaksa...
DÜNYANIN zorlu bir mülteci krizine şahit olduğunu, nasıl bir yaklaşım izlenmesi gerektiğini sorduğumuz Lipton, şöyle konuştu: “Yapılması gereken çok şey var ve ne yazık ki bunların çoğu ekonomik değil; mültecilerin ülkelerinden kaçmalarını gerektiren güvenlik tehditlerine son verilmesiyle ilgili. Bu da, IŞİD’in kontrol altına alınması, Irak’a istikrar getirilmesi, Libya’ya istikrar getirilmesi demek. Elbette ki mülteciler var olmaya devam edecek ve bir de Avrupa’daki yaşam standartlarının cezbettiği ekonomik göçmenler var. Türkiye, bir anlamda kendini tüm bunların ortasında buldu.
Bildiğim kadarıyla halihazırda Türkiye’de bulunan mülteciler, nüfusun yüzde 3’ünü teşkil ediyorlar ki bu da yüksek bir rakam. Türkiye, Avrupa ile tüm bunların nasıl yönetileceğine ve yükün nasıl paylaşılacağına ilişkin bir anlaşma yaptı. Şüphesiz bu, Türkiye için çok zorlu bir iş. Ancak Türkiye, insanları kalıcı olarak kabul edecekse, bunun olumlu olabileceğini ortaya koyan çalışmalarımız da var. Yalnızca giyinme, barınma ve beslenme değil, aynı zamanda eğitim ve entegrasyon da sağlarsanız, insanlar işgücüne katılarak topluma katkıda bulunan üyeler haline gelebilirler. Tarihine baktığınızda ABD de bir göçmenler ülkesi. Lübnan ve Ürdün’deki mülteciler ve göçmenler, tüm nüfusun yaklaşık yüzde 25’ini teşkil ediyor. Kimse bu insan akışının direkt kendiliğinden yavaşlayacağını düşünmüyor, dolayısıyla ister Avrupalılar olsun, ister Türkiye, Suriye ya da Libya olsun etkilenen ülkelere yardım etmeye hazır olmak için daha çok çalışma yapılmalı.”
merdil@hurriyet.com.tr