Güncelleme Tarihi:
ÇOCUKLUĞUNUZ nerede ve nasıl geçti?
Çorum’un Alacalı İlçesi’ne bağlı Haydar Köyü’nde doğmuşum. İlkokulu bitirene kadar büyük şehir görmemiş klasik bir köylü çocuğuydum. O dönemde Almanya’da olan babam, beni yaklaşık 80 kilometre uzaklıktaki Çorum’da Ziya Amca diye hitap ettiğim bir arkadaşının evine yerleştirdi ve ortaokula burada başladım. Benim için köyden çıkıp Çorum’a gitmek, sanki bir Uzakdoğu ülkesine gitmek gibiydi. Bir köylü çocuğu olarak utangaç ve garibandım. Geceleri yorganı başımın üstüne çekip ağlıyordum. Hatırladığım kadarıyla 12 yaşıma kadar hiç zeytin yememiştim. 1.5 yıl misafir kaldığım orta ölçekli bir ailenin evinde, masaya konulan zeytinin tadını tanımadığım için acı geliyordu. Zeytini iki kere ısırarak yiyordum. 12 yaşına kadar zeytinin ne olduğunu bilmiyordum, şu an Almanya’da en çok zeytin satan şirketin sahibi konumuna geldim.
Ticaretle ne zaman tanıştınız?
Çok erken yaşta tanıştım. 12 yaşında Ankara’da ablamın ve eniştemin yanına taşındım ve Çankaya Lisesi’nde ortaokula devam ettim. Bu dönemde hem okudum, hem simit satarak çalıştım. Sabahları bir sepet dolusu 100-150 tane simit alabilmek için gece saat 1 veya 2’de fırına gidip bedava çalışıyorduk. Fırında simitleri biz hazırlamazsak, fırıncı “Sabahları yetişmiyor” diye bize simit satmazdı. Aldığımız simitleri kolumuzdaki sepetlere koyup mahalle mahalle satıyorduk. Gündüz okula gidip sabahları da simit satmaktan utandığımdan, kendi mahallemize gelemiyordum.
Sanıyorum toptancılığın püf noktasını da bu dönemde öğrendiniz.
Evet, hiç unutamıyorum; bir yaz tatili gününde simitleri satarken geç kaldım. Fırından aldığım simitleri satamıyorum. Mahalle mahalle dolaşıyorum ama simitler elimde kaldı. Sonunda okula geldim. Sınava giren öğrenciler geldi ve tanesini 20 kuruştan simitleri toptan alacaklarını söylediler. Tamam deyip 25 kuruş yerine 20 kuruştan hepsini satıp eve geldim. Simitleri toptan sattığıma göre, toptancı olacağım ta o zamandan belliymiş. Orta üçteyken babamın bana Almanya’dan getirdiği fotoğraf makinesiyle Sungurlu’da öğrenci ve askerlerin fotoğraflarını çekerek harçlığımı çıkarıyordum. En çok da grup resimlerini çekmeyi seviyordum. Çünkü en çok parayı bu şekilde kazanıyordum.
Çocuklukta çektiğiniz sıkıntılar, hayatınızı ve hayata bakış açınızı nasıl etkiledi?
Çocukluğumda çektiğim sıkıntıları ve Anadolu’daki fakir yaşantımı göz önünde bulundurarak, burada yani Almanya’nın Mannheim kentinde hem 2005’te Baktat Eğitim Köprüsü’nü hem de iş ve eğitim amaçlı Türk-Alman Enstitüsü’nü kurdum. Eğitim Köprüsü ile Türkiye’deki köy okullarına 700’ü aşkın bilgisayar, 30’a yakın dizüstü bilgisayar bağışlandı, çok sayıda çocuğun eğitim masrafları üstlenildi. Örneğin Çin’den içi tam tekmil 15 bin adet sırt çantası getirtip Türkiye’ye bağışladık.
Almanlar sizin gönüllü olarak sosyal alanda yaptığınız çalışmaları nasıl görüyor?
Bir gün Gengenbach kentindeki bir Alman okulunda müdür bana dedi ki, “Niye sen bunu yapıyorsun?” Ben de dedim ki; “Çocuklarımız Türkiye’de bizim gönderdiğimiz araç ve gereçlerle kendilerini geliştirsinler ve bir gün Türkiye, AB’ye girdiğinde, ülkemizin dinamik, yabancı dil bilen, eğitimli, bilgisayar kullanan genç nesle sahip olsun istedik...” Müdür, yaptırdığı yardım paketini özür dileyerek bize takdim etti ve “Bu da benden katkı olsun” dedi.
Sonra Almanya’ya döndünüz ve aile şirketinizi kurdunuz. Son çektirdiğiniz fotoğraflarda beş kardeşten sadece dördü görünüyor. Neden?
1986’da beş kardeş olarak BAKTAT şirketini kurduk. 1992 yılına kadar yaptığımız marketçilik döneminde, başımıza talihsiz bir olay geldi. Kardeşim Muharrem ile birlikte bir gün araba yolculuğu yaparken, Ulm-Münih arasında trafik kazası geçirdik. Bu kazada kardeşimizi kaybettim. O acıdan sonra perakendeciliği bıraktık. Bu kardeşimi çok seviyordum, ben Almanya’ya geldikten sonra ilk olarak kardeşim Muharrem’i yanıma getirmiştim. Kardeşimin adını, daha sonra dünyaya gelen oğluma verdim.
Gerek özel gerekse iş hayatınızda yaşadığınız hayal kırıklıkları var mı?
Burada faaliyet gösteren birçok Türk şirketinin, genel olarak eğitime destek konusunda duyarsız davrandığını görüyorum. İşverenlerden daha çok sayıda sosyal amaçlı etkinliklerde faal olmalarını bekliyorum. İnsanları ayrıştırmaktan ziyade, birleştirmeye yönelik faaliyetler, toplumun huzuru için çok önemli. Bunu sadece ticarette kazananlar yapacak diye bir kayıt yok. Herkesin sosyal sorumluluk gereği, elinden geldiği kadarıyla eğitime katkıda bulunması gerekiyor. En büyük servet ve en büyük huzur da budur diye düşünüyorum.
Gençlere mesajınız var mı?
Eğlenceyi herkes seviyor. Eğlence parayla oluyor. Paranın olabilmesi için de çalışmak lazım. Gençlerin eğlence, para ve çalışma dengesini iyi ayarlamaları gerekiyor. Aksi takdirde ne para olur, ne de eğlence.
Gençlik fotoğraflarınızda maşallah artist gibi çıkmışsınız. Saçlar, favoriler o biçim...
Ortaokul çağındayken tüm gençler, Yeşilçam’ın jönlerinden Tarık Akan gibi olmak isterdi. Arkadaşlar hep derlerdi, Tarık Akan resmini göndermiş artist olmuş. Biz arkadaşlarla gazetedeki başvuru formlarını kesip, uzun saçlı ve favorili resimlerimizi gönderdik. Ajanstan gelen yanıtta, birinci sınavı geçtiğimiz bildirilmiş, ikinci eleme için dönemin parasıyla 2 bin lira göndermemiz istenmişti. Bu şekilde finale kalacakmışız. Ben ortaokulda simit satan bir genç olarak nereden bulacaktım o kadar parayı. Parasızlıktan artist olma hayalimiz suya düştü.
Hatta Almanya’ya gelirken, saçımı yine Tarık Akan gibi kestirmiştim. Pasaport almak için Emniyet’e gittiğimde memur bana, “Bu ne, komünist gibi duruyorsun. Git saçını kestir de öyle gel” dedi. İtiraz eder gibi oldum. Artist olacağımı, Almanya’da bu saçın moda olduğunu söylesem de fayda etmedi. Sonunda gittim saçımı kestirdim ama favorilerimi uzun bırakmıştım. Aynı memur bu kez, “Favorilerini niye kestirmedin?” diye sordu. Ben de “Berber böyle kesti” deyince, bana favorileri kestirme şartıyla pasaportu verdi. Tarık Akan’ın vefatından büyük acı duydum, kendisine Allah’tan rahmet, ailesine başsağlığı diliyorum. Eksikliğinin tüm halkımız tarafından aynı derecede duyulacağına inanıyorum.
Nasıl bir emeklilik dönemi hayal ediyorsunuz? Emeklilikte nerede yaşamak istersiniz?
İnsanın geçmişi neyse, geleceği de odur. Bu atasözünden hareketle, zaten lüks hayat sürdürme gibi bir düşüncem yok. Emekli olduğumuzda da, mümkün olduğu mertebede memleketimizde, temiz havada sakin bir hayat sürdürmeyi hayal ediyorum. Bunun için de Çorumlu olmamıza rağmen İzmir Urla’yı seçtim.