Güncelleme Tarihi:
Bankacılık sektöründe yaşanan son gelişmeleri ve yıl sonuna ilişkin beklentilerini değerlendiren Özen, bankacılık sektörünün 2015'in ilk çeyreğinde kredilerde yüzde 6,6'lık bir büyüme kaydettiğini ve kurdan arındırılmış olarak bakıldığında ise büyümenin yüzde 3,8 civarında olduğunu söyledi.
TL krediler yüzde 5 büyürken yabancı para (YP) kredilerin dolar bazında hemen hemen aynı kaldığını aktaran Özen, mevduat tarafındaki büyümenin ise kredilerin altında kalarak yüzde 6 civarında gerçekleştiğini, burada TL mevduat yüzde 1 artarken, YP mevduatın dolar bazında yüzde 2 büyüdüğünü kaydetti.
Özen, ilk çeyreğin faiz marjlarının daraldığı bir dönem olduğunu ifade ederek, mevduat maliyetlerindeki artışın yanında menkul kıymet portföyünün (özellikle enflasyona endeksli kağıtların) getirisindeki yavaşlama ve görece düşük kalan kredi büyümesi sonucunda, 2014 yıl sonunda yüzde 3,56 olan net faiz marjının ilk çeyrekte yüzde 3,36'ya gerilediğini belirtti.
Kriz sonrasında, toplam sermaye yeterliliğinden ziyade çekirdek sermaye yeterliliğinin (CET1) önem kazandığını kaydeden Özen, şöyle dedi:
"Sektörün CET1 rasyosu, mart sonunda yüzde 13,3 ile güven veren bir düzeyde bulunuyor. Yılın geri kalanında kredi büyümesinin nispeten daha canlı olacağını öngörüyorum. Seçim sonrasında ekonomik aktivitenin tekrar hız kazanmasıyla birlikte yıllık kredi büyümesinin yüzde 20'ye yakın gerçekleşmesini bekliyorum. İlk çeyrek sonunda, sektörün aktif karlılığı yüzde 1,28'e özkaynak karlılığı ise yüzde 11,6'ya gerilemiş oldu. Sektör genelindeki bu resim, orta-küçük ölçekli bankalarda biraz daha bozuluyor. Düşük özkaynak karlılığının doğal sonucu olarak sektörün içsel sermaye üretim kapasitesi de daralıyor.
Yeterli içsel sermaye üretilememesi, mevcut sermaye yükümlülükleri bağlamında sektörün hanehalkını ve reel sektörü fonlama kapasitesinin de daralmakta olduğuna işaret ediyor. Hiç kuşkusuz, bir şirketin özkaynak karlılığındaki düşüşün ana sorumlusu yine şirketin kendisidir, yönetimidir. Tabii, burada bazı dışsal faktörlerin yarattığı olumsuz etkiyi yok saymıyorum, hiç kuşkusuz ciddi bir dışsal geçişkenlik söz konusu olabilir. Ancak, değişen dışsal koşullara uyum sağlamak da şirketin kendi sorumluluğundadır."
KÂRLILIKTA YAPISAL BİR BOZULMA YAŞIYORUZ
Özen, sektör olarak karlılıkta yapısal bir bozulma yaşandığını dile getirerek, kredi-mevduat oranının yüzde 119'lara ulaştığını ve kredi penetrasyonlarının çok yüksek olduğunu aktardı.
Bu durumun faiz marjları üzerinde önemli bir baskı yarattığını vurgulayan Özen, tüketici kredilerine yönelik alınan makro ihtiyati önlemlerin, sektörün hem büyüme potansiyelini etkilediğini hem de faiz ve komisyon kapasitesini sınırladığını söyledi.
Konjonktürel olarak yüksek karşılık maliyetlerine maruz kaldıklarını, kur ve faiz gelişmelerinin doğrudan bilançolarını etkilediğini ifade eden Ergun Özen, şöyle devam etti:
"Özetle, dışsal koşullar sektörün üstüne üstüne geliyor. Ayrıca, düşen gelir ortamına ayak uyduramadığımız için operasyonel maliyetlerimiz hala yüksek seyrediyor. Elimizdeki malzeme bu. Bu malzemeyi kullanarak iyi bir resim yapmak ya da yapmamak. İşte bu da şirketin kendi üzerine düşen görev. Sektörün kendi üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeden otoritelerden bazı düzenlemeleri gevşetmesini beklemesi bana çok da adil gelmiyor.
Sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada kriz sonrası yeni bir paradigma oluşuyor. Finansal istikrar eksenli makro ihtiyati düzenlemelerin bir gereklilik olarak görüldüğü, sermayenin nicel ve nitel olarak artırıldığı, 'bail-in' gibi 'TLAC' gibi yeni yükümlülüklerin getirildiği bir dünya var artık. Bankaların batması olasılığı azaltılmaya çalışılırken, sistemik risklerin yeşermesine izin verilmeyen bir ortam. Türkiye'deki otoritelerin yaptığı da bu..."
YIL GENELİNDE SORUN BEKLEMİYORUM
Sektörün ve tek tek bankaların dönüp kendi iş modellerini sil baştan ele alması gerektiğine dikkati çeken Özen, yeni paradigmada eski alışkanlıklara yer olmadığını ve eski davranışları, eski iş yapış modellerini devam ettirmek isteyenlerin yaşama şansının da bulunmadığını kaydetti.
Özen, "Sektör, organizasyon yapılarından iş modellerine, fiyatlama davranışlarından operasyonel maliyetlerine kadar her konuda radikal bir dönüşümü gündemine almadan ne özkaynak karlılığını sürdürülebilir ve tatmin edici bir düzeye çekebilir ne de asli işlevini, yani reel sektörü fonlamayı sağlayabilecek bir sermaye üretimini kalıcı kılabilir. Sektör, dermanı makro ihtiyati önlemlerin gevşetilmesinde aradığı sürece, korkarım bu dönüşümü kaçırma riski taşımaktadır" ifadelerini kullandı.
Türk bankacılık sektörünün genel görünümünün ve dışsal şoklara dayanıklılığının, yabancı yatırımcının ve kreditörlerin güvenini sağladığını aktaran Özen, sektörün, dış finansmana erişimde ilk çeyrekte de bir sorun yaşamadığını ve bu yıl genelinde de yaşamasını beklemediğini belirtti.
Sektörün ilk çeyrekte uzun vadeli dış borç çevirme oranının yüzde 228 olarak gerçekleştiği bilgisini veren Özen, bu oranın dış finansmanın artarak devam ettiğini ve de vadenin uzadığını göstermesi açısından önemli bir gösterge olduğunu aktardı.
Yılın ilk çeyreğinde TL'de yaşanan değer kayıplarının yatırımcıların bakış açısını bir miktar olumsuz etkilediğini kaydeden Özen, bunun da yurtiçi piyasaların emsallerine göre daha olumsuz performans sergilemesine yol açtığını kaydetti. Ancak, son günlerde Türkiye'nin risk algısının düzelmeye başladığını gözlemlediğini ifade eden Ergun Özen, bunu kur ve piyasa faizlerindeki gerilemeden de gözlemleyebildiklerini söyledi.
Türk bankacılık sektörünün sıkı regülasyonlar ve güçlü sermaye yapısı sayesinde dünyada en güvenilir bankacılık sektörleri arasında yer aldığını vurgulayan Özen, "Türk banka hisseleri, yabancı yatırımcıların portföyünde olmazsa olmaz bir varlık olarak yerini kesinlikle koruyor. Rating şirketleri bile bu gücümüzü teslim etmeden geri duramıyor" dedi.
Moody's'in mart ayındaki değerlendirmesinde, sektörün görünümünü yine negatif olarak belirlemesine karşın sermaye gücünü teslim etmek zorunda kaldığını kaydeden Özen, Moody's'in, dışsal şoklara karşı, sermaye gücünün iyi düzeyde koruma sağladığını teyit ettiğini hatırlattı.
Kredi derecelendirme kuruluşlarının ikilem içerisinde olduklarını dile getiren Özen, şöyle devam etti:
"Kredi derecelendirme kuruluşları, finansal kriz sürecinde ciddi bir güven kaybı yaşadı. Yatırımcıları olası riskler konusunda zamanında uyarmamış olmaları nedeniyle yoğun olarak eleştirildiler, haklarında sayısız dava açıldı, yüklü tazminatlar ödemek zorunda kaldılar. Bu nedenle, kriz sonrasında rating firmaları, aynı hataya düşmemek adına bu kez diğer uca doğru savruluyorlar. Analizlerinde aşırı ihtiyatlı davranmaya başladılar. Her küçük sorunu bile bir kriz tetikleyicisi olarak gösterir duruma geldiler. Bir rating şirketinin öngörülerindeki başarısı, birinci tip hata (Type I Error) ve ikinci tip hata (Type II Error) toplamını minimize etmesiyle ölçülür. Rating şirketleri açısından birinci tip hata, krizi öngörememe riskidir, yani model sinyal vermemesine rağmen krizin gerçekleşmesi durumu. II. Tip Hata ise kriz olmamasına rağmen modelin yanlış kriz alarmı vermesidir."
Finansal kriz sonrası kredi derecelendirme şirketlerinin varoluşsal bir ikilem yaşadığını vurgulayan Özen, kriz öncesinde birinci tip hataya düştükleri için çok sert eleştirilere muhatap olan kuruluşların, kriz sonrasında ikinci tip hata olasılıklarının rekor derecede artması pahasına birinci tip hataya düşmemek için aşırı kötümser bir yaklaşım sergileyebildiklerini ve bu durumunda rating modellerinin güvenilirliği konusunda ciddi soru işaretleri yarattığını aktardı.
Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen, "Türk bankacılık sektörüne ilişkin rating analizlerine bu çekinceyi düşmeden edemedim" dedi.