Güncelleme Tarihi:
Erdoğan, Madrid'de Ritz Calton Otel'de Nueva Economıa Forum'u tarafından düzenlenen, “Türkiye-İspanya: Barış, İstikrar ve Refah İçin Ortak Vizyon” konulu konferansta yaptığı konuşmada, Türkiye ile İspanya'nın harita üzerinde birbirine uzak iki ülke gibi görülebileceğini ancak, başta Akdeniz olmak üzere iki ülkeyi birbirlerine yaklaştıran çok fazla ortak yanlarının bulunduğunu söyledi.
İspanya ile Osmanlı İmparatorluğu'nun Akdeniz'de hakimiyet kurmak amacıyla zaman zaman karşı karşıya gelmiş olsalar da 18'inci yüzyıldan beri iki ülke arasında sarsılmaz bir dostluk bulunduğuna işaret eden Erdoğan, şunları kaydetti:
“Açıkçası, İnebahtı, diğer adıyla Lepanto Savaşı'nda Servantes Türklere esir düşmeseydi, belki de bugün 38 dile çevrilmiş ve dünyanın en çok okunan eserlerinden olan Don Kişot olmayacaktı. Bugün Servantes Enstitüsü Türkiye'de büyük ilgi toplarken, Servantes'in eserleri de tüm dünyada olduğu gibi bizde de büyük ilgi görüyor ve aynı zamanda da seviliyor. Sadece Servantes değil, İspanya topraklarında yetişmiş, buranın havasını solumuş, bu atmosferde kendisini yetiştirmiş onlarca, yüzlerce sanatçı, şair, bilim adamını bizi birbirimize yakınlaştıran isimler olarak görüyoruz.
Tabi bu arada İbni Haldun gibi, İbni Arabi gibi, Ibni Rüşt gibi, Nobel ödüllü yazar Vinsınt Aleyiksandre, Garsiya Lorca gibi yazarları, eserlerinin ötesinde Akdenizli olmalarıyla kendimize yakın buluyoruz. Aynı coğrafyanın havasını solumuş olan bu fikir adamları, farklı kaynaklardan beslenmelerine rağmen insanlığın ortak mirasına çok önemli katkılar yaptılar.
BİR ARADA YAŞAMA KÜLTÜRÜNE DAHA ÇOK İHTİYACIMIZ VAR
Ortaçağlarda bu topraklarda, İspanya'da ortaya çıkan özellikle bunun altını çiziyorum 'konvivensiya' adı verilen 'bir arada yaşama tecrübesi', farklı din, dil, kültür ve medeniyetlerin barışçıl ve yapıcı bir rekabet ortamında yaşayabileceğini açıkça göstermiştir. 1492 yılında acı bir şekilde sona eren bu tecrübe, bir nostalji olarak kalmamalıdır. Zira bugün bir arada yaşama ahlakına ve kültürüne her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. İspanya ile beraber yürüttüğümüz Medeniyetler İttifakı girişimi, bu ideali hayata geçirmeyi hedeflemektedir.”
Aralarında çok sayıda ortak payda bulunan iki ülkenin, zaman içinde yeterince işbirliği içinde olmadıklarını da üzülerek müşahede ettiklerine işaret eden Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“2002 sonunda iktidara geldiğimizde İspanya ile yeni bir sayfa açtık ve ilişkileri çok daha ileri boyutlara taşımanın gayreti içinde olduk. Burada sadece bir örneği sizlerle paylaşmak isterim: 2002 yılında Türkiye'nin İspanya'ya toplam ihracatı 1 milyar 125 milyon dolar seviyesinde idi. Kriz öncesinde, 2008 sonunda bu miktarı yaklaşık 4 kat artırdık ve 4 milyar 47 milyon dolara çıkardık.
Aynı şekilde İspanya;nın Türkiye;ye ihracatı 2002'de 1 milyar 400 milyon dolar iken, o da 2008 sonunda 4,5 milyar dolara ulaştı. 2009 ihracat rakamları küresel ekonomik krizden ciddi ölçüde etkilendi. Ancak karşılıklı ticaret hacmimiz halen tüm bunlara rağmen 6,6 milyar dolar seviyesinde seyrediyor. İnanıyorum ki krizin etkileri zayıfladıkça ticaret performansımız eski seviyesine dönecek ve hatta bunu da aşacaktır. Çünkü çıktığımız bir seviye var, bunun altında kalmamız mümkün değildir.
Türkiye olarak küresel ekonomik krizi aşma noktasında önemli mesafeler katettik. Son 7,5 yılda özellikle ekonomik alanda gerçekleştirdiğimiz yapısal reformlar, Türkiye ekonomisinin krizden asgari derecede etkilenmesini sağladı. İhracat, işsizlik, doğrudan uluslararası yatırımlar ve sanayi üretimi noktasında belli düşüşler gerçekleşmiş olsa da son aylarda tüm göstergelerimizde olumlu gelişmelere şahit oluyoruz.”
2010 yılında Türkiye ekonomisinin büyüme hedefini yüzde 3,5 olarak anımsatan Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:
TÜRKİYE EN HIZLI BÜYÜYEN EKONOMİLER ARASINDA OLACAK
“Başta IMF ve OECD olmak üzere pek çok uluslararası kuruluş, Türkiye için bu oranın çok daha üzerinde büyüme tahmininde bulunuyorlar. 2010 ve 2011 yıllarında Türkiye'nin dünyanın en hızlı büyüyecek ekonomileri arasında yer alacağı da yine bu uluslararası kuruluşlar tarafından ifade ediliyor. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları da yine olumlu gelişmeleri teyit ediyorlar. Krizin başladığı Ekim 2008'den bugüne kadar dünyada 40'tan fazla ülkenin kredi notu defalarca aşağı çekildi. Türkiye ise, kredi notu artırılan istisna ülkeler arasında yer aldı. En son önceki gün Standart and Poors Türkiye'nin kredi notunu yükseltti. Onun öncesinde de JCR, Fitch ve Moodys kredi notumuzu artırmıştı.
Ülkemizde geçmişte yaşanmış olan ağır ekonomik krizlerden dersler çıkardık ve bankacılık sektöründe çok ciddi dersler çıkardık ciddi tecrübeler edindik. Ve bu tecrübeler sayesinde de bu hatalara düşmeden süreci işletiyoruz.
Özellikle finans sektöründe çok ciddi bir denetleme ve düzenleme mekanizması kurduk. 2000, 2001 bu dönemlerdeki krizlerde bizim 21 bankamız Fon'a devredildi. Ama şu anda hiç bir bankamız finans sektörüne devredilmediği gibi finans sektöründe çok ciddi karlar elde ettiğini 2009 yılında gördük. Sektöre ilişkin yaptığımız yapısal reformlar da bankalarımızın dünyanın en sağlam bankaları olmasını sağladı.
Krizin doğal olarak dış ticarete de yansıdığını anımsatan Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
“İspanya ile dış ticaretimiz 2008 yılında 8,6 milyar dolar olarak gerçekleşmesine rağmen, küresel ekonomik krizin bir sonucu olarak bu rakam 2009 yılı sonu itibarıyla 6,6 milyar dolara geriledi. Fakat bunu toparlarız, bu bizim için zor değil. Ancak zor günlerden geçiyoruz, bunun farkındayız. Fakat İspanya ve Türkiye'nin gerek siyasi iradesi gerekse ekonomik, ticari iradesi bunu aşmaya muktedirdir.”
Başbakan Erdoğan, ekonomik krizin Türkiye'de olduğu gibi İspanya'da da özellikle istihdam üzerinde son derece olumsuz yansımaları olduğunu izlediklerini belirterek, şunları kaydetti:
“Ancak burada bir hatırlatma yapmakta fayda görüyorum. Biz, Türkiye olarak, üyesi olduğumuz G-20 platformunda, küresel kriz sürecinde katkımızı verdik ve önerilerimizi dile getirdik. Geçtiğimiz yıl sonunda İstanbul'da gerçekleştirilen IMF-Dünya Bankası toplantılarında da küresel krize dönük eleştirilerimizi dile getirdik. Küresel finans krizinin aslında bir sürpriz olmadığını, öncü sinyaller vererek yaklaştığını görmek durumundayız. Başta ABD olmak üzere birçok gelişmiş ülkede sınırsız tüketim ve sınırsız kazanma hırsı, krizi tetikleyen esas nedenler arasında yer alıyor.
KUZEY İLE GÜNEY ARASINDAKİ UÇURUM
Kuzey ile güney arasındaki uçurumun gittikçe derinleştiğini, makasın her gün açıldığını görüyoruz. Bu krizden hepimizin çıkarması gereken çok önemli sosyal, ahlaki ve siyasi dersler vardır. Küreselleşme çağında, özellikle sermayenin çok hızlı bir dolaşım gücüne sahip olduğu, bilgi teknolojilerinin bu kadar ileri bir noktaya ulaştığı böyle bir asırda, yoksullarla zenginler arasındaki makasın açılıyor olması hiç kuşkusuz tehlikelidir. Asya ve Afrika'daki birçok ülkede milyarlarca insan açlık sınırında yaşam mücadelesi verirken, aynı insanlar televizyonlarında gelişmiş ülkelerin sahip olduğu lüksü izliyorlar. Hiç kuşkusuz bu durum, yoksul ülkelerde umutsuzluğu ve karamsarlığı daha da artırıyor ve ölümü göze alarak göçler yaşanıyor, suç oranları hızla artıyor, en önemlisi de terör küresel bir boyut kazanmaya başlıyor. Güvensiz finans yöntemlerinin piyasayı kirletmesi de küresel boyutta krizlerin yaşanılmasını kaçınılmaz hale getiriyor.
Takdir edersiniz ki böyle bir sistemin sürdürülebilir olma şansı yoktur. Böyle bir sistemin bir noktada tıkanacağı ve artık çözüm üretemeyeceği aşikardır. Nitekim, yaşamakta olduğumuz küresel kriz, alınan tedbirler sayesinde nispeten ucuz atlatılmıştır. Ama sistem bu şekilde sürdüğü müddetçe daha ağır bedellerin ödenmesi mukadder olabilir. Esasen, ekonomide yaşanan bu sıkıntılar, uluslararası siyasetten bağımsız da değildir. Dünyamızı sadece küresel ekonomik krizler değil, onlarla birlikte başka küresel sorunlar da tehdit ediyor. İspanya ile birlikte biliyorsunuz, böyle bir küresel tehdide karşı elele mücadele veriyoruz. Kültürler arasında, medeniyetler arasında diyalogsuzluğun ve hoşgörüsüzlüğün hızla artıyor olması bizi İspanya ile birlikte Medeniyetler İttifakı çatısı altında buluşturdu.
Doğu ile Batı, Avrupa ile İslam dünyası kültür havzalarında yer alan Türkiye, tarihi birikimi ve kültürel derinliğiyle, gerçek manada çoğulcu ve paylaşımcı bir kimliği de elinde bulunduruyor. İspanya da gerek tarihi birikimi, gerek bugünkü tecrübesiyle bu noktada eşsiz bir donanıma sahip. Farklı kültür ve kimlikleri barış ve hoşgörü zemininde yaşatabilmiş olan iki ülke, Medeniyetler İttifakı girişiminin eş-başkanlığını üstlendi. Bu girişim, farklı kültür ve medeniyetlerin çatışmak zorunda olmadığının, aksine dostluk ve uyum içinde birlikte çalışmalarının hem mümkün, hem de sürdürülebilir olduğunun yaşanan kanıtıdır.”