Güncelleme Tarihi:
Uluslararası Enerji Forumu (UEF) Başkan adaylığını değerlendiren Öğütçü, aynı zamanda nükleer enerjinin geleceği ve enerji sektörünün yükselen ülkelerine yönelik yorumlarını paylaştı.
İşte Öğütçü ile yaptığımız röportaj:
Dünyanın en büyük enerji teşkilatlarından biri olan Uluslararası Enerji Forumu’na Genel Sekreter seçilirseniz nasıl bir yönetim vizyonu öngörüyorsunuz?
Vizyonumuzu UEF yönetim kurulu üyeleri ile paylaştım. Tabii ki seçimde bu vizyonun önemli etkisi oldu. Muazzam bir dönüşüm yaşıyoruz ve süreci yönetmekte güçlü, yaratıcı, ortak paydalar yaratabilecek bir lidere ihtiyaç var.
Henüz süreç devam ettiği için müsaadenizle bu konuda şimdilik fazla bir şey söylemek istemiyorum. Doğru olmaz. Dileğimiz, bu önemli görevi ülkemize kazandırmak ve Türkiye'yi de böylece küresel yeni enerji düzenine doğrudan yönetimine dahil etmek. Söylemeye gerek var mı, bunu kendiliğinden vermezler hiçbir ülkeye. Hükümetimiz bu konuda çok güçlü destek veriyor, yoğun siyasi destek kulisi yürütüyor.
Türkiye’nin enerji sektöründeki duruşunu ve büyük projelere olan yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye, dünya enerji sistemine göbeğinden bağlı. Doğal gaz ve petrolde ithalattan başka seçeneğimiz yok. Boğazlarımızdan petrol tankerleri, topraklarımızdan boru hattı ile Irak, Azeri, Rus, Iran petrolü ve gazı akıyor. Önemli bir transit ülkesiyiz. Çevremizdeki coğrafya dünya petrol ve gaz rezervlerinin üçte ikisine sahip.
Ülkemizde önümüzdeki dönemde hem siyaset hem de ekonomideki yeni güç dengelerinde enerji ve onun iplerini elinde tutanlar öne çıkacak. Bu gelişmeler, dış ilişkilerimizi de önemli ölçüde etkiliyor. Bir yandan Rusya ile stratejik ortaklık, diğer yandan AB, ABD, Hazar havzası ülkeleri, İran ve Ortadoğu.
Bu bağlamda, nasıl hareket edilmesi gerekiyor?
Enerjiyi tek başına düşünemeyiz. Vergi, çevre, rekabet, sanayi ve yatırım, ticaret politikaları, dış politika ve güvenlik stratejimiz ile de yakından bağlantılı. Bu karmaşık süreci çok iyi ve bütünleşmiş şekilde yönetmemiz, bu alanda insan kaynağını zenginleştirmemiz, kurumsallaşmamız gerekiyor. Bu işi tek başına devlet aktörlerinin yürütmesini de beklemeyelim. Uluslararası şirketler gibi çalışacak, buna göre yapılandırılmış, finansman modeli oturtulmuş ama devletin stratejik ağırlığını hiçbir zaman kaybetmeyeceği bir yeni tasarıma acilen ihtiyaç var.
Petrolde, gazda, elektrikte, kömürde, rüzgâr, jeotermal ve güneşte uluslararası kurallara göre oyunu oynayabilecek kendi bölgesel enerji devlerimizi süratle yaratmak zorundayız. Özel sektörün dinamizmini de arkamıza alacak şekilde. Tekerleği yeniden icat etmeden mevcut modellerden istifade etmeliyiz. Dünya Bankası, IEA ve Avrupa Birliği bize bazı yararlı tavsiyeler sunuyor ama sonuçta enerji stratejik bir sektör ve bu konuda son sözü biz söylemeliyiz. Berrak bir vizyonumuz olması gerekiyor.
YOL HARİTASI OLMADAN HAREKET EDEMEYİZ
Tüm bunları resmin tamamını gösteren, küresel gelişmeleri hesaba katan bir yol haritası olmadan, bölük pörçük adımlarla yapamayacağımız aşikâr. Ülkemizde artık Brüksel, Moskova ya da Washington'da çizilmiş yol haritalarından ziyade, dünyadaki etkisi önümüzdeki dönemde daha da fazla hissedilecek yeni dönüşümü de hesaba katacak şekilde toplumsal boyutu ihmal edilmeyen yeni bir ekonomik, enerji ve siyasi gündemin rotasını gelecek kuşak için kendimiz çizmek zorundayız.
Küresel çapta, diğer alanlarda olduğu gibi, enerji sektöründe de gelişmekte olan ülkelerin öne çıktığını görüyoruz. Türkiye, bu yükselişin neresinde duruyor?
Türkiye enerji talep artışında neredeyse Çin'in hemen arkasından geliyor. Hızla büyüyen, kentleşen ve tüketim eğilimi yüksek orta kesimin palazlandığı önemli bir enerji tüketicisi ülkeyiz.
Yaşadığımız temel güç kaymalarının doğrudan sonucu olarak küresel enerji dengeleri de kökünden sarsılıyor, yeni bir dünya enerji düzeninin yükselişine tanıklık ediyoruz.
Tüm ülkelerin temel hedefi süratli ve sürdürülebilir kalkınmayı gerçekleştirmek için gerekli enerji ikmalini kesintisiz, çeşitli kaynaklardan ve mümkün olduğunca uygun fiyatlarda temin etmektir. Bu nedenle de, enerji güvenliği her ülkenin can damarı; hem ekonomi hem de dış politika yönetiminin en öncelikli gündem maddesi.
Sadece Türkiye'de değil dünyanın her köşesinde orta sınıf süratle büyüyor, kentleşme hız ve yoğunluk kazanıyor. Hesapsız kitapsız satın alma çılgınlığı var; muazzam enerji tüketiliyor. Bugün bile bu tüketimi karşılamada arz sıkıntısı yaşanıyorsa siz tahmin edin önümüzdeki 20 yılda – şayet yeni enerji kaynakları çıkartılıp işletilmez, devrimci teknolojik buluşlar gerçekleşmez, tüketim çılgınlığı dizginlenmezse, iklim değişikliği dâhil çevre kaygıları dikkate alınmaz ve enerji verimliliğinde büyük sıçramalar yapılmazsa – dünyamızın nasıl bir durumla karsı karsıya kalacağını bilemeyiz.
Daha kaynak kitliğinin körüklediği jeopolitik gerilimleri, petrol ve gaz tankerlerini tehdit eden deniz korsanlığını, hukuki uyuşmazlıkları, transit sorunlarını, teknoloji ve maliyet sorunlarını hesaba katmadık bile.
Son dönemde, özellikle siyasi anlamda petrol üreten ülkeler ve komşularında yaşanan gelişmelerin ardında, enerji fiyatlarının artması sonucunda, alternatif enerjiye yönelim arttı. Yenilenebilir enerjinin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Temiz enerji ekonomisine geçiş bizim için bir secim değil kaçınılmaz bir zorunluluk. Mevcut haliyle dünya çevreyle ilgili sisteminin bu enerji düzenini sürdürmesi mümkün değil.
Son 20 yılda küresel enerji tüketimi yüzde 47 arttı. Önümüzdeki çeyrek yüzyılda meydana gelecek tüketim artısının neredeyse dörtte ucu basını Cin ve Hindistan’ın çektiği dinamik eski “Üçüncü Dünya”dan gelecek. Bu talep artışını karşılayacak alternatif yakıtlara umut bağlamanın sağlam temelleri de yok gibi.
Görünür gelecekte fosil yakıtlara bağımlılığımızın da devam edeceği anlaşılıyor. Üniversite ve şirket laboratuarlarında geliştirilen yaratıcı enerji çözümlerinin aslında karsı karsıya olduğumuz meydan okumaya çare olamayacağı anlaşılıyor. Rüzgar, güneş ve hidra-elektrik dâhil yenilenebilir enerji kaynaklarının bugün dünya enerjisindeki payı yüzde 7.4. Nükleer enerji de ilave yüzde 6 sağlıyor. Geriye kalan yüzde 86 petrol, doğal gaz ve kömürden oluşan fosil yakıtlar.
NÜKLEER RÖNESANS GECIKIYOR
Mevcut eğilimler devam ederse 2030’da da fosil yakıtlar aynı yüzdeyi koruyacaklar. Yenilenebilir enerji kaynakları ise sadece yüzde 8.1’e yükselecek. Cok umut baglanilan "nükleer rönesans" beklendiği gibi gitmiyor. Japonya'daki trajik kaza nukleerde bugune kadar saglanan ivmeyi yavaslatti, hatta biraz geriletti. Yeniden bir on yil calismak gerekecek kamuoyunun nukleere destegini kazadan onceki duzeye geri getirebilmek icin.
Yani gelecek bugünden daha parlak gözükmüyor şayet devrimci bir teknolojik buluş gerçekleştirmezsek, fiyat şoku yaşamazsak ya da geleneksel yasam tarzımızı değiştirmezsek…
Yeniden artmaya başlayan petrol fiyatları, üretici ülkelerin kaynak milliyetçiliği damarlarının kabarması, enerji üretim bölgelerindeki jeopolitik riskler, tüketici ülkelerin ikmal güvenliği kaygıları, iklim değişikliğinin tahminlerden önce gerçekleşmeye başladığı korkusu, 2030’a kadar 21 trilyon dolara varan enerji yatırım gereksinimi, boru hatları savaşları, yeni enerji ekonomisine geçiş sancıları gibi gelişmeler hepimizi oldukça "enerjik" tutuyor.
Son dönemde, özellikle Meksika Körfezi’ndeki son yılların en büyük petrol felaketlerinin ardından BP başta olmak üzere, diğer büyük şirketlerin gelişmekte olan ülkelerden çıkan şirketlerin karşısında zemin kaybettiğini düşünüyor musunuz?
Sınırlı kaynaklar, yatırımlardaki yavaşlama nedeniyle üretim azalma eğilime giriyor ve ülkeler arasında müthiş bir rekabet yaşanıyor kıt enerji kaynakların ve bunların getirisinin nasıl paylaşılacağı konusunda. Kaynak milliyetçiliği yükselişte. Ülkeler daha fazla kazanmak istiyor kendi kaynaklarından, hakli olarak. Bir zamanlar “seven sisters” olarak bilinen büyük çokuluslu Batılı petrol şirketleri simdi “Seven Brothers” diyebileceğimiz Gazprom, CNPC, Petrobras, Petronas, Aramco, KMG, ONG gibi ulusal petrol şirketleri karsısında zemin kaybediyorlar. Sözleşmelerin dengesi onların lehine değişiyor. Rezervlerin cogunlugu ulusal sirketlerin elinde. Ama yine de cokuluslu sirketlere olan ihtiyac devam edecek. Teknoloji, finansman, yonetim becerisi, uluslararasi pazar deneyimi gibi nedenlerle. Galiba yapilmasi gereken sey, ortaklasa paylasilan, yarari hakkaniyete gore dagitan yeni bir is modeli gelistirmek. Irak, Brezilya, Hindistan ve Rusya'da bunun yeni orneklerini goruyoruz. Biz de bu tur is modellerini esas alarak hem ulke icinde hem de komsu ulkelerde ciddi etkinlik gostermenin yolunu bulabilmeliyiz.
Bu oluşma aşamasındaki yeni enerji düzenini biraz daha açık bir şekilde tanımlayabilir misiniz?
Yükselen talep, güçlü yeni enerji tüketicilerinin yükselmesi ve küresel enerji arzının yeterince genişleyememesi bildiğimiz enerji bolluğuna göre şekillenmiş dünya düzenini ciddi şekilde sarsıyor, yerine “yükselen güçler/küçülen gezegen” olarak tanımlanabilecek bir düzen geliyor.
Bu düzen, giderek azalmakta olan petrol, doğal gaz, kömür ve uranyum için uluslararası rekabetin çatışmaya dönüştüğü, gücün ve servetin enerji açığı olan ülkelerden enerji fazlası olan Rusya, Suudi Arabistan, Venezüella, Kazakistan gibi ülkelere kaydığı, alternatif enerji kaynakları arayışının aciliyet kazandığı, iklım değişikliğinin tüm hesaplara yansıtıldığı bir duzen olacak gibi görünüyor.
Çin, 2030’a kadar günde 13 milyon varil ham petrolü nereden ithal edeceğini düşünüyor kara kara. Aynı şekilde elektrik üretimi, sanayi, tarım ve evlerde kullanılmak üzere boru hattı ve sıvılaştırılmış doğalgaz talebi de toplam enerji bileşimindeki mevcut yüzde 3'den o zamana kadar dört kat artarak yüzde 12'ye yükselecek
Gıda, su, maden, metal ve diğer emtia piyasalarında da benzeri talep patlamaları dünya ticareti, jeopolitik, ekolojik dengeleri ve kültürel etkileşim bakımlarından köklü dönüşümlere yol açabilir.
Bu düzende petrol zengini ülkelerin tutumları nasıl?
Ekonomisini göbeğinden petrol ve doğal gaz ihracına bağlamış Rusya, Hazar ve Korfez ülkeleri, Venezüella, Nijerya’nın gözleri fiyat oynamalarında. Aralık 2009’da Kopenhag’da ivme kazanan iklim değişikliği sözleşmesinin getireceği yükümlülükler kadar temiz enerji ekonomisine geçisin sağlayacağı yeni fırsatlar da müteşebbislerin, politika yapıcıların beynini karıncalandırıyor. Petrol satışından elde ettikleri vergiler olmasa birçok ülkenin Hazine’si çökebilir. Ama onlarda fiyatlarda asiri yukselislerin gelecek talep guvenligini tehlikeye dusureceginin farkindalar. Diyalog arayisi karsilikli ureticiler ile tuketiciler arasinda.
Bu durumdan Türkiye nasıl etkilenecek?
Bu koklu değişim süreci hepimizin yaşamını şu ya da bu şekilde etkileyecek. Enerji açığı olan ve ithalata bağımlı bizimki gibi ülkelerde yoksullar ve orta sınıf tüketiciler en olumsuz etkilenecekler. Sanayinin rekabet gücü aşınabilir. Vergi gelirleri de öyle. Ama yüksek gelirli petrol üreticileri ile ticaret, yatırım ve finansman bağları da güçlenecektir olumlu taraftan bakılırsa.
Peki, gercek bir diyalog icin ne yapılması gerekiyor?
Böyle bir dünyada enerji üreticilerinin, tüketicilerinin, yatırımcılarının ve transit ülkelerinin arasında, farklı menfaatleri gözeten, hakiki bir diyalog tesisi kritik önemde. Nitekim bu ihtiyaçtan hareketle 1992’den bu yana Uluslararası Enerji Forumu küresel enerji düzenindeki kilit oyuncuları bir araya getiriyor.Ayni anda hem OPEC, hem Uluslararası Enerji Ajansı üyesi ülkelerini hem de Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya ve Güney Afrika gibi yükselen güçleri çatısı altında toplayan yegâne enerji teşkilatı. Üyeleri, dünya petrol ve doğal gaz arz/talebinin yüzden 90’undan fazlasına hükmediyor. UEF, basarili olmak zorunda yeni küresel düzenin istikrarı ve asgari müştereklerin ayakta tutulması için. Ve Türkiye’nin bu surece katacağı çok önemli artı değerler var.