Sedat ERGİN
Oluşturulma Tarihi: Ocak 14, 2002 02:12
Başbakan Bülent Ecevit, bugün başlayacak olan Washington ziyareti sırasında, 11 Eylül sonrası konjonktürün getirdiği olumlu havadan yararlanarak, ABD'den ticari ve ekonomik alanda ne gibi somut kazanımlar elde edebilir?
Bu sorunun yanıtı, bizi
Turgut Özal'ın 1985 yılında ilişkilerin gündemine soktuğu
‘‘yardım değil, daha çok ticaret’’ sloganına götürüyor. Bu sloganın hayata geçirilebilmesi, ne yazık ki, geçen 17 yıl içinde mümkün olmadı. Siyasi ve askeri düzeyde ilişkiler ne kadar yakın seyretse de, ticaret alanında arzulanan patlama bir türlü gerçekleşmedi. Bunun temel nedeni, ABD'de yürürlükte olan kota uygulaması. ABD, aslında gerek ithalat, gerek ihracatta Türkiye'nin Almanya'dan sonraki ikinci önemli dış ticaret ortağı. Türkiye'nin 2000 yılında ABD ile toplam ticaret hacmi 6 milyar 917 milyon
dolar olarak gerçekleşti. Türkiye, yaklaşık 3 milyar dolarlık ihracat, karşılığında 3 milyar 868 milyon dolarlık ithalat yaptı. Ancak Türkiye'nin ihracatının, ABD'nin toplam ithalatı içindeki payı yüzde 0.4'e ancak ulaşabiliyor. Bu pay nasıl artırılabilir?
PROJE DOLU
Bu noktada, Türk tarafının yıllardan beri tartıştığı, müzakere masasında Amerikalıların önüne koyduğu sayısız öneri, proje var. Ancak bu projelerin hiçbiri kuvveden fiile çıkmadı. Bunlardan biri, iki ülke arasında bir
‘‘serbest ticaret anlaşması’’ imzalanması ve böylelikle Türk ihraç ürünlerine ABD pazarında daha geniş bir erişim sağlanması. Gelgelelim, Türkiye'nin AB ile girmiş olduğu gümrük birliği rejimi, ABD ile bu içerikte bir düzenlemeye gidilebilmesini engelliyor. Bir diğer öneri, ABD'nin AB'ye tanıdığı ticaret kolaylıklarının Türkiye'ye de teşmil edilmesi. Buradaki engel, Türkiye'nin AB'ye tam üye olmaması. Son dönemde bu önerilere
‘‘geliştirilmiş endüstriyel bölgeler’’ projesi eklendi. Bu proje, serbest bölgelerde üretilecek ürünlerin doğrudan ABD pazarına girmesini öngörüyor. Öneri de ABD'nin bu düzenlemeyi yaptığı Ürdün ve İsrail açısından sıkıntı yaratıyor. Geriye
‘‘tercihli ticaret düzenlemeleri’’ diye adlandırılan ve belli kategorilerde
‘‘en ziyade müzadeye mazhar ülke’’ statüsü getiren proje kalıyor.
ÖZEL YETKİ
Türkiye için önemli bir imkánın kapısı, ABD Senatosu tarafından önümüzdeki günlerde ABD Başkanı'na tanınacak olan ve kısaca
‘‘fast track authority’’ diye tanımlanan özel yetki ile aralanabilir. Bu yetki, Beyaz Saray'a dış ticareti dış politikanın aracı olarak kullanabilmesi için ticaret rejiminde geniş bir şekilde söz sahibi olma imkánı veriyor. Başkan
Bush, bu yetkiyi aldıktan sonra pekálá Türkiye'nin pazar payının artırılması için doğrudan devreye girebilir. Ancak, bu yetkisini kullandığı durumlarda bile nihai onayı ABD Kongresi veriyor. Yine de, ABD yönetimi bu yetkiden yararlanarak, belli ürünlerde Türkiye'ye önemli kolaylıklar getirebilir. Anti-damping vergisi engeline çarpan ya da soruşturma kapsamına alınan demir-çelik ya da makarna gibi bazı ürünlerdeki kısıtlamalar gevşetilebilir. Burada sağlanabilecek esnekliğin genişliği büyük ölçüde ABD yönetiminin siyasi iradesine bakıyor. Başbakan
Ecevit'in gezisinin bu iradeyi zorlamak bakımından önemli bir fırsat yaratacağı söylenebilir. Beyaz Saray'daki görüşmeden, bu başlıktaki imkánları araştırmak için özel bir komitenin oluşturulması kararı çıkabilir.
AFGANİSTAN
Yönetimin sağlayabileceği bir diğer katkı, Türkiye'nin Afganistan'a asker gönderme kararının faturasının karşılanması olabilir. Yönetim, geçenlerde sessizce Türkiye'nin kullanımı için 20 milyon dolar tahsis etmiştir.
Ecevit'in gezisi sırasında bu miktarın yükseltilmesi şaşırtıcı olmaz. Sonuçta, ulaslararası konjonktürün Washington'da Türkiye açısından eşsiz bir ortam yaratmış olmasına karşılık, bunun ticari ve ekonomik alanda kısa zamanda çok büyük kazanımlara tahvil edilmesini beklemek pek gerçekçi olmaz. Dolayısıyla, beklentileri makul ölçülerde tutmakta yarar vardır.
FMS, Kongre’ye bağlıBaşbakan Ecevit'in ABD gezisinde gelişme kaydedilebilecek bir başka alan -sınırlı da olsa- kısaca FMS diye adlandırılan ‘‘askeri dış satış kredileri’’nden kaynaklanan borç yükü. Türkiye'nin 1980'li yıllarda ve kısmen 1990'lı yılların başında ABD'den yaptığı silah alımları için kullandığı FMS kredilerinden kalan borcu 4 milyar dolara yaklaşıyor. Bunun 2.7 milyar'ı ana para, 1.3 milyar doları ise faizden oluşuyor. Türkiye, geçen yıl 212'si ana para ve 185'i faiz olmak üzere ABD'ye 397 milyon dolar FMS borcu ödedi. Bu yıl ise 203 ana para ve 169 faiz olmak üzere 373 milyon dolar FMS borcu ödenecek. Türkiye, girdiği ekonomik krizi gerekçe göstererek, bu yükün hafifletilmesini istiyor. Ecevit, bu beklentisini geçenlerde ‘‘borcun silinmesi, hafifletilmesi ya da ertelenmesi’’ şeklinde ifade etti. FMS borcunun tümüyle silinmesini beklemek gerçekçi olmaz. Çünkü, bu konu doğrudan Amerikalı vergi mükelleflerini ilgilendiriyor. Bu paranın ABD Hazinesi'nin alacak hesabından silinebilmesi ancak Kongre'nin onayı ile mümkün. Bu ölçüde kapsamlı bir borç silme operasyonunun Kongre'de büyük bir muhalefetle karşılaşacağını tahmin etmek güç değil. Ayrıca, Türkiye'nin borcunu silme, başka ülkeler açısından da emsal oluşturacağı için yönetimi isteksizliğe itecektir. Ancak, yönetimin bu başlıkta sağlayabileceği önemli bir katkı, borcun geri ödemesinin geniş bir zamana yayılması, bu arada faiz oranlarının aşağı çekilmesi ve Türkiye'nin bu yöntemlerle rahatlatılması olabilir. Ancak bu tür bir hafifletme operasyonunun da yine son tahlilde Kongre'nin onayına tabi olduğu unutulmamalıdır.