IMF’nin deyimiyle finans gezegeni tarihinin en büyük krizlerinden birini yenmeye çalışırken: 2006 yılında 50.6 trilyon dolara ulaşan dünya borsalarının değeri bugün 25 trilyon dolar eridi. Likidite sorunu’nun başlamasıyla birlikte ayyuka çıkan kredi problemi hem talebi hem de üretimi cüceleştirdi. Gerçek dünyadan daha hızlı dönen finans gezegeni, ayaklarının yerden kesildiği dönemin sonunda yere çakıldı. Bunun bedelini dünya hep birlikte ödedi. Harvard Business School Öğretim Üyesi Niall Ferguson American Vanity Fair Dergisi’nde bugüne nasıl gelindiğini adım adım anlattı. Biz de bunları daha rahat anlatabilmek için, Jane ve Michael adını verdiğimiz Amerikalı kahramanlar yarattık. Şimdi, dünyada bankacılık ve finans sektörünü bugünlere sürükleyen gelişmeleri, Jane ve Michael’in yaşadıkları üzerinden izleyelim.
1
Bankacılık basit işlemlerle başladı20’nci yüzyılın ortalarına gelene kadar birçok banka, gelirleri (faiz ve komisyonlar) ile giderleri (mevduatları) arasındaki kár yoluyla para kazanıyordu.
Yani banka mevduat toplardı. Sonra da varolan mevduatı kadar kredi kullandırırdı. (Örneğin, o dönemde yaşayan Jane bankasına gidip para yatıracağı zaman, somut olarak parayı banka memuruna teslim etmek zorunda kalırdı. Banka da kendisine teslim edilen bu mevduatları kullanarak kredi talebiyle gelen Michael’a borç verirdi.)
Teknoloji bankalar arası işlemlere izin verene kadar herşey oldukça basitti.
2
Para giderek sanallaştıİşlerin değişimi bankalararası işlemlerin ortaya çıkmasıyla oldu. Eskiden Michael’ın başka bir bankadaki hesabına para gönderemeyen Jane, teknolojinin de yardımıyla bunu yapabilmeye başladı.
Ancak bankalar arasındaki para somut olarak el değiştirmeyince sanallaştı. Elle tutulur değil, bilgisayar ekranlarında yaşayan bir hal aldı.
Bu uygulama bankalara yeni bir icadın daha yolunu açtı: Bir zamanlar ellerinde 100 lira varsa sadece 100 liralık kredi verebilen finans kuruluşları, paranın sanallaşmasıyla birlikte tüm mevduat sahiplerinin paralarını aynı anda çekmeyeceği düşüncesiyle kredi hacmini mevduatların toplamının üzerine çıkardı.
3
Patronlar paradaki illüzyona aldanıp gerçek büyüme sandıBu geçiş ile birlikte resim değişmeye başladı:
1952’de yüzde 40 olan tüketici kredilerinin harcanabilen gelire oranı 2007’de yüzde 133’e çıktı.
1980 yılında bankalara olan borçluluk, milli gelirin yüzde 21’ini oluştururken 2007 yılında bu oran yüzde 116’yı buldu.
Dünyada kredi ve para, altta yatan ekonomik aktiviteden çok daha hızlı büyümeye başladı.
Bu durum herkeste bir yanılsama yarattı. Şirket patronları bile bu büyümeye inandı. Oysa yaşanan, piyasada aslında varolmayan paranın yarattığı yanılsamaydı.
4
Teknoloji gelişti enflasyon geriledi1957 yılından bu yana doların alım gücü, tüketici fiyat endeksine oranla yüzde 87 geriledi.
1979 yılında en az 7 ülkenin enflasyon oranı yüzde 50’nin üzerindeydi. İngiltere ve ABD’yi de içine alan en az 60 ülkede de enflasyon çift haneliydi.
O yıllardan bu yıllara giyecekten otomobile kadar satın aldığımız birçok ürünün üretim maliyetleri düştü.
Bunda da üretimin Asya gibi ucuz işçi bulunabilen ülkelere kayması ve teknolojideki gelişmeler etkili oldu.
Enflasyondaki değişimde bunların yanısıra para politikalarındaki global değişim de önemli rol oynadı.
Değişimle birlikte ABD’de ortalama yıllık enflasyon ise yüzde 4 seviyesinde kaldı.
Bugün dünyada her 7 ülkeden sadece 1’inde enflasyon oranı yüzde 10’un üzerinde. Hiperenflasyon ile mücadele etmek zorunda kalan tek ülke ise Zimbamwe.
5
Getirisi yüksek varlıklar kredi bağımlılığı yarattıEnflasyonun dengeye oturmasıyla birlikte çalışanın maaş artış hızı yavaşladı.
Bu nedenle halk maaşını artırmadan yaşam standardını yükseltmenin yollarını aramaya başladı.
Bu alıcı profili ve kárını artırmak isteyen finans kuruluşları bir araya gelince yeni bir dönem başladı.
Halk yatırım yapılan gayrimenkul ve hisselerin getirisinin, bu varlıklar için alınan kredide ödenen faiz oranından yüksek olduğunu keşfetti. Yani Jane’in satın aldığı evin değerindeki artış, bu ev için bankaya ödediği faiz oranının üzerinde gerçekleşti.
Bu yüksek getiri sayesinde enflasyona bağlı olarak yıllık yüzde 6 gelir artışı yaşayan bireyler çektikleri kredilerle
hisse ve gayrimenkul yatırımı yaparak yaşam standartlarını yükseltebileceklerinin farkına vardı.
Bankacılar da yardım etmek için hiçbir fırsatı kaçırmadı. Kredi çekenler için 30 yıl sabit faizli ve sıkıcı enstrümanlar yerine daha kárlı enstrümanlar yaratıldı.
Oysa perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Dünyada her zaman favori yatırım aracı olan gayrimenkulde fiyatların hiç düşmediğini söylemek doğru olmazdı.
İngiltere’de 1989-1995 yılları arasında ev fiyatları ortalama yüzde 18 düştü.
ABD’deki evlerin değerindeki ortalama erime de yüzde 18’i, bazı eyaletlerde yüzde 30’ları aştı.
6
Altın penceresi kapandı mevduat karşılıksız kaldı20’nci yüzyılın sonuna kadar piyasada dolaşımda olan paranın ABD Merkez Bankası’nda (FED) bir
altın karşılığı vardı. Yani Michael, o dönemde elindeki paranın gerçek bir karşılığı olduğunu biliyordu.
1924 yılına gelindiğinde ise ekonomist John Maynard Keynes, altın karşılığı uygulamasını antik bir kalıntı olduğunu savunmaya başladı.
15 Ağustos 1971’de ise Başkan Richard Nixon, merkez bankalarının dolar ve altın arası değişim yapabildiği altın penceresini kapadı. Bu yolla değerli metaller ile para arasındaki bağlantı da kırıldı.
1970 yılında tüm birikimini altına yatırma kararı alan biri 27.8
ons altını bin dolara alıp bugün 25 bin dolara satabilirdi.
7
Yaşanan sorun aslında tamamen finansaldı2 yıl önce dünyada üretim ve hizmetlerin toplam değeri 48.7 trilyon dolardı.
Dünya borsalarının değeri ise 50.6 trilyon dolara ulaşıyordu. Yerel ve uluslararası bonoların değeri de 67.9 trilyon doları buluyordu.
2006 yılında türev ürünlerin büyüklüğü 400 trilyon dolardı.
1980’lerden önce hemen hemen tanınmayan bu ürünler giderek daha popüler hale geldi.
Kriz Amerika’daki şirketlerin daha kötü üretim yapmasından ya da teknolojik ve gelişmelerin yetersiz kalmasından kaynaklanmadı. Yaşanan sorun tamamen finansaldı.
Bu yazı dizisini neden hazırladıkFİNANSAL kriz 2007 yılının sonundan bu yana dünyayı en fazla meşgul eden konu olarak gündemdeki önemini koruyor. Ancak, sistemi çökerten karmaşık yapının çözümü için aslında ilk önce gerçek sorunu anlamak gerekiyor. Genel Yayın Yönetmenimiz Ertuğrul Özkök de aynı düşünceyle Amerikan Vanity Fair Dergisi’nin son sayısında krizi net olarak özetleyen "Wall Street’te Son Fiyasko" başlıklı yazıyı görüp yine bu yazıya dayanarak bir çalışma yapmamızı istedi. Harvard Business School Öğretim Üyesi Niall Ferguson’un kaleme aldığı yazıyı okurken benim de aklıma bizim kahramanlarımız ile örtüşen bazı noktalar geldi. Ferguson’un yazısını bu kahramanlarla harmanlamlayarak sizlere krizi anlatmaya çalıştık. Küçük ve masum hayallerle başlayan, ancak büyüme hırsıyla rüyayı kabusa dönüştüren kriz, ayakları yerden kesilen finans dünyasının çakılmasına yol açtı. Bunlara yol açan sistemi ve dünyaya çıkardığı faturayı sizlerle paylaşmak istedik.