Güncelleme Tarihi:
1.3 milyar dolarlık konsolide global cirosunu 2016 yılında 1.5 milyar dolara çıkarmayı hedefleyen Yıldırım Holding son dönemin en dikkat çeken, en hızlı büyüyen şirketlerinden biri. Madencilik, liman, denizcilik, enerji, girişim sermayesi, gemi inşa, gayrimenkul geliştirme alanlarında faaliyet gösteren Yıldırım Holding’in beyni ise Yüksel Yıldırım. Son 10 yılda 7 ülkede 20 liman ve terminaline sahip olan YILPORT’u bünyesinde bulunduran Yıldırım Holding’in sahibi Yüksel Yıldırım, Sivas’ta İsmail Yıldırım olarak dünyaya gözünü açtığı günlerden bugüne gelen öyküsünü Hürriyet’e anlattı. İsmail, Yüksel ve Robert… Bu başarı öyküsünün mimarı olan kişinin belki de hayatında yaşadığı dönüşümlerin de simgeleri…Sivas’ta doğan, Samsun’da büyüyen, Amerika’da okuyan ve Türkiye’ye döndüğünde ‘kömürcülük’ yapan Yüksel Yıldırım, artık dünyanın en büyük 20 konteyner operatöründen biri ve limancılıkta dünyanın en vizyoner 10 kişisinden biri olarak gösteriliyor.
Sivas’ta doğmuşsunuz. Nasıl bir çocuktunuz? Nasıl bir ailede, ne koşullarda büyüdünüz? Herkes sizi merak ediyor…
- 1961 Sivas doğumluyum. 3 yaşındayken Samsun’a yerleşmişiz. 3 erkek kardeşiz. Erken okudum. Annem ev hanımı, babam esnaftı. Benim çocukluğum dersle ve futbolla geçti. Okumayı ve yazmayı 5-5.5 yaşında öğrendim. Okula erken gitmek istedim. Ailem de istedi ama okula yaşım tutmadığı için almadılar. Babam da Sivas’tan yeni bir nüfus kaydı aldırdı. O zamana kadar adım İsmail Yıldırım’dı. İlkokula başladığım gün doğum tarihim 01.01.1960 olarak yazılmış, adım da Yüksel Yıldırım olmuştu.
O yaşta bir çocuk isminin değişmesine tepki göstermez mi? Hemen herkes size İsmail yerine Yüksel mi dedi?
- Çok ağladım bunu öğrendiğimde. Ama okumak istiyordum. Sonra alıştım. İlk ilkokul öğretmenin bana Yüksel dedi, sonra da herkes…Şimdi düşünüyorum da adım “yüksel” olmalıymış, çünkü hayatımda hep bir adım ileriye gittim. Bu arada aslında hayatımı çok etkileyen bir şey daha oldu. 5 yaşında çok korkunç bir trafik kazası geçirdim, her yerim kırıldı, kafam dağıldı. Öldü diye hastaneye kaldırılmışım. İyileşmem uzun sürdü. Belki de o dönemden sonra yeni bir hayat yeni bir isimle geldi...
BAHÇİVANLIK YAPTIM
Hayatta tesadüf diye bir şey yoktur!
- Aynen. Benim yaşam öyküm de bunu gösteriyor. İnsanların önüne kapılar açılır, o kapının açıldığını görmek ve değerlendirmek insana kalmış...
Samsun’da mı okudunuz?
- Lise sona kadar Samsun’daydım. Çok yetersiz şartlarda büyüdüm, oradan çıkıp dünya çapında işler yapar hale geldim.
Amerika’ya gidişiniz mi hayatınızı değiştirdi?
- Öncesinde de İTÜ Makine Mühendisliği’nde okudum. Dil öğrenmek istiyordum. Tezimi güneş enerjisi üzerine hazırlamıştım. Amerika’ya gittim. Soğuğu sevmem diye California’ya gitmemi önermişti hocalarım. San Francisco’da eğitime başladım. Parasızdım. Bahçivanlık filan da yapıyordum. Eğitim için daha sonra Oregon State University’ye gittim 2 yıl sonra. Silikon Vadisi’nde Türk abilerle tanıştım. Bana güneş enerjisinin gerilerde kaldığını anlattılar. İleri teknoloji ile ilgili öğütler alınca etkilendim ve robotiks üzerine başvurular yapmaya başladım. 1983’ten 1985’e kadar dil, sonra da 1985’te de master’a başladım. Amerika’da ders çalışmayı öğrendim. Zor ama verimli yıllardı.
JAPON ŞİRKETE AMERİKAN İSİM
Nerede çalıştınız Amerika’da?
- Doktora yaparken iş başvuruları yaptım. Cv’mi gönderdim, hiç yanıt gelmedi. Çinli ve Hintli arkadaşlar bana yol gösterdi. Vatandaş değildim, oturma iznim yok, esas sorun bu. Çinliler ön isimlerini değiştirdiklerini söylediler. “İsim değiştirince adamlar bizi Çinli Amerikalı sanıyor, bizim avukatlar da şirketlere yol gösteriyor” dediler. Ben de denedim. Silikon Vadisi’ndeki şirketlerin kurucu listesini önüme alıp isim seçtim. En çok Robert ismi vardı. CV’mi Robert Yüksel Yıldırım olarak gönderince mülakat teklifleri geldi. PACECO adlı bir Japon firmasında çalışmaya başladım. Ama korkuyordum, o dönemde yine birileri akıl verdi, kirada oturuyordum, elektrik faturalarının önüne Robert eklettim. Çünkü çalışma iznim yoktu. 3 ay sonra “sana sigorta yatırmak istiyoruz, geri dönüyor” dediler. “1 yıllık staj yapar gibi çalışma sürem var” diyerek onları ikna ettim, avukatlar tuttum. Zor günler geçirdim ama çalışmaya devam ettim. Yaptığım bir vinç için patent alındı. 3 yıl vinç tasarımı üzerine çalışmıştım. O dönemde limancılık işi aklıma girmişti. Yılda 39 bin dolar maaş alıyordum.
Türkiye’ye dönmeyi hiç düşünmediniz mi?
- Ailem “geri dön” diyordu, hem de askerlik vardı. Askerlik için döndüm. Amerika’dan sonra Samsun bana iyice köy gibi gelmişti. Babam ve abilerim esnaftı, küçük çaplı işler yapıyorlardı. Türkiye’ye döndüğümde kömür sıkıntısı vardı. Babam o işle ilgileniyordu. Biraz işe baktım, araştırdım. Yıl 1993. Rusya’dan 10 bin ton kömür aldım ve bir ayda 50 bin dolar kazandım.
Bu arada Amerika’da bir aile hayatınız olmuş muydu?
- Evet bir çocuğum da vardı. Eşim Türkiye’ye gelmek istememişti ama gelince baktı kalıyoruz ikinci çocuğu da yaptık. Kömür işi hızla büyüdü. Ben neredeyse her ay Rusya’daydım. Bazen Sibirya’da 1 ay kalıyordum.
KRİZDE 500 MİLYON DOLAR NAKİT PARAM VARDI
2008’de İsveç’te ilk yatırımınızı yapmışsınız…
- 2001’de Türkiye krizinde özelleştirmeleri iyi değerlendirmiştim, 2008’de de dünyada kriz vardı, dünyaya baktım. Elimde 500 milyon dolar vardı, limanın da ikinci fazını yapamıyordum. Eti Krom ile biz küçük oyuncuyduk. Çok rakip vardı, 2007 yılında İsviç’teki rakip fabrikayı gezdim, görüşmeler gizli yürüdü ve 2008 Şubat’ta biz onları aldık. Orayı almak bizi Avrupa ligine soktu. Ben orada ilk kez işçi sendikalarıyla masaya oturdum, yönetimde onlar da vardı. O dönem için bizim alanımızda Godiva gibi bir işti. Şirketimiz Avrupa’da duyuldu. 2010 yılında dünya denizcilik dünyasının o yılki en önemli işlerinden birini yaptım. Fransız denizcilik devi CMA’ın yüzde 20’sine 500 milyon dolar ödedim. “Adamda sokağa atacak ne kadar çok para varmış” dediler benim için. Şimdilerde ne kadar vizyoner olduğumu söylüyorlar. Son olarak da TERTIR liman işletmeciliği şirketini aldık. 7’si Portekiz’de, 2’si İspanya’da, 1’i de Peru’da 10 limanı var, hepsi bizim oldu. Ben bu planı 2 yıl önce yapmıştım. 10 yıl içinde 10 liman alacaktım. Her 2 yılda 2 liman derken, bu fırsat karşımıza çıktı.335 milyon Euro’ya aldık. Limancılıkta 10 yılda Türkiye’nin en büyük liman işletmecisi oldum. 7 ülkede 20 liman ve terminalimiz var.
JAPONLARDAN ÖNCE MAAŞ SONRA VİNÇ ALDIM
İthal kömürden nasıl çıktınız?
- Kömür pazarı Türkiye’de 6.5 milyon tona çıktı. Ruslar bu durumu görünce beni istemediler, 2002 yılı sonunda pazar 7.5 milyon tona yükselmişti. Ruslarla yeniden masaya oturdum ve pazarın en büyük oyuncusu olarak 4 milyon ton kömür satar durumdayken Ruslarla işi bitirdim. Ciddi paramız vardı. Yeni işlere girmek istiyordum. Kemal Derviş’in ekonomi politikaları uygulanmaya başladı. 56 milyon dolara Eti Krom’u, 86 milyon dolara Gemlik Gübre’yi, 30 milyon dolara da Beykoz’daki deri-ayakkabı fabrikasını aldım. Aslında Trabzon Limanı’nı da kazanmıştık. 5 yıl Amerika’da limancılık işinde çalışmıştım. ‘Kömürcü’ deyip, arkamdan oyunlar çevrildi. Antipropaganda yapıldı bizle ilgili ve ihale iptal edildi, ikinci ihalede elendik. Gebze’de ufak bir liman vardı. Gittik baktık, küçük bir limandı. Ben butik limancılık yapabilirim diye düşündüm. Depremde de çok zarar görmüştü. 2003 yılı sonunda orayı da aldık. Orada konteyner limanı yapmaya çalıştım. Yanda da Alemdar Limanı vardı, orayı da aldık ve 2005 yılında YILPORTolduk. Ciddi bir konteyner limanı yapacağıma kimse inanmadı, kömürcü diye bizi başta küçümsediler. Bu arada YILYAK marka olmuştu, YILPORT da marka oluyordu. Bu arada Barcelona’da limancılık fuarına gittim, çalıştığım Japon firmayı buldum. Onlardan vinç almak istediğimi söyledim. Ben bir zamanlar onlardan maaş alırken müşterileri olmuştum. O dönemde işlerimiz istediğimiz gibi gitmedi. Limanın 1’inci fazı gayet iyi giderken, ikinci fazda izinlerde sorun çıkarıldı. 2’inci faz durunca benim de elimde para vardı gözümü yurtdışına çevirdim.
UCUZ KÖMÜRLE DEVRİM YAPTIK
Masa başında makine mühendisi olarak iş yaparken bu işlere girmek “riskli” olmadı mı?
- Kolay olmadı. Amerika’da insana çok değer veriliyor, ben Japonlardan da yönetim tarzını iyi öğrendim, kültürü aldım. Ben de çok disiplinli biriyimdir. Ruslar ise bambaşka. Onlarla zaman geçirmek, onlar gibi yaşamak gerekiyordu. Onları da yaptım. Çünkü çok iyi para kazanıyorduk. 1999’da Türkiye’ye 500 bin ton kömür getiren bir şirket olduk. 1998’de Rusya’da özelleştirmeler oldu. Oranın en değerli madenlerini alan şirketlerle İsviçre’de masaya oturdum, onlara iş planı yaptım, Türkiye pazarı toplam 3.5 milyon ton kömürdü…Onların 3 milyon ton kömür üretimi vardı. Bana “bunun 2.5 milyon tonunu sen al” dediler. Ben aldım, nasıl yapacağıma kimse inanmadı. Kötü senaryolar üzerine çalışıldı hep. “3 ay kömür satamazsan biz madende işçilerin maaşlarını nasıl öderiz?” diye sordular. 4 madenleri vardı, ne kadar işçi varsa hepsinin maaşı ve demiryolu parasını 3 ay garanti ettim, “benden de başta kömürün parasını almayın anlaşalım” dedim. Sistem kurduk, Türkiye’de sorunlar çıktı ama aştık. 3 milyon ton kömürü sattım Türkiye’de. 2001 krizi başladığında herkes tuz buz oldu.
Siz de iflas ettiniz mi?
Benim 2 yılda kurduğum her şey yok olma noktasına geldi. İşte kardeşlerim de vardı. Biz o zaman depo açmaya karar verdik, yaz aylarında yangın riski vardı. Çok sıkıntılı dönem geçirdik. Anadolu tezek, Karadeniz fındık kabuğu yakıyordu, biz elimizdeki kömürleri piyasaya verdik. Ucuza sattım, farkında olmadan devrim yaptık.