Ben ise diyorum ki satamadıktan sonra, hatta dünyaya mal satamadıktan sonra, dünya markaları oluşturamadıktan sonra istediğimiz kadar üretelim biz bu krizden kurtulamayız.
Anımsayanlar olacaktır, haftalar önce Çay-Kur'un deposundaki binlerce ton çay stoğundan söz etmiş ve Çay-Kur'un dünya piyasalarındaki oluşan kilo başına 2
dolar fiyata karşılık 45 cente malına alıcı bulamadığını yazmıştım.
Geçen hafta Obaçay'ın davetlisi olarak Amsterdam'daki RAI Uluslararası Fuar Merkezi'ndeki
‘‘Kahve ve Çay’’ fuarına gittim. Satacak şeyi olanlar fuarda stand açıp ürünlerini tanıtıyorlar. Uganda'dan Kenya'ya, Hindistan'dan Çin'e değişik ülkeler, firmalar siyah ve bitkisel çaylarını dünyaya pazarlamaya çalışıyorlar. Bu arada Alman, İtalyan firmalar da her yıl geliştirdikleri çay poşetleme makinalarına yeni alıcılar arıyorlar.
Benim de gözlerim fuarda
‘‘Güzel Türkiye'nin Güzel Çayı'nı’’ üreten ve pazarın yüzde 70'ini elinde bulunduran Çay-Kur standını aradı. Normal değil mi? Poşetleme makinalarına 1 milyon dolara, 2 milyon marka alıcı arayan firmalar arasında Türk firmaların olmamasını hadi normal sayalım. Ama beklenen dünyanın çay üretimi ve tüketimi açısından ilk beş ülkesi arasında olan Türkiye'nin, çay satmak üzere bu fuarda olmasıdır. Çay-Kur yoktu.
Fuar'da satılmak üzere üretilen
‘‘Çay Diyarlarından Ezgiler’’ CD'sinde yer alan sekiz ülke arasında Türkiye de bir türkü ile yer alıyordu ama Türkiye'den kimse çay adına bir şey satmaya gelmemişti.
Daha sonra gözlerim hiç olmazsa dünyada çay konusunda ne olup bittiğini merak eden bir Çay-Kur temsilcisini aradı. Lipton, Obaçay, Selençay, Karçay, Ofçaysan, Doğa ve Doğadan gibi özel çay firmalarının temsilcileri oradaydı. Hatta çay sektörüne girmeye hazırlanan Sabancı'nın Marsa'dan bir temsilcisi bile oradaydı ama Çay-Kur'dan kimse yoktu.
Özel çay firmalarının temsilcileri de mal satmaya değil de dış ticaret açığımızı arttırmaya gelmişlerdi, ama olsun en azından dünyada çay konusunda neler olup bittiğini merak ediyorlardı. Türkiye'de poşetleme makinası üretiliyordu da onlar da almıyorlar mıydı yani..
Gördüğünüz gibi kimse bize çay üretmiyorsunuz diyemez. Ama ürettiğimiz çayı bırakın satmayı, görücüye bile çıkaramıyoruz. Bu nedenle ben diyorum ki sorunumuz üretmek değil, pazarlamayı öğrenmek... Sorunumuz kafayı kaliteye, pazarlamaya, dünyaya mal satmaya takmış insan kaynağı... Unutmadan söyleyeyim Amsterdam'da da taksi şoföründen, bekçisine, köşebaşında yol sorduğumuz sıradan birinden, garsonuna İngilizce konuştuk. Şimdi bu da nereden çıktı diyorsunuz değil mi? Heeç, Amsterdam'da da Oxford yok da...
Çay niye demiri azaltsın ki?
AMSTERDAM'daki Unilever Sağlık Enstitüsü'nde proje yöneticisi olarak çalışan Dr.
Sheila Wiseman,
‘‘Çay ve Kahve’’ fuarında düzenlenen
‘‘Çay Konferansı’’nda yaptığı konuşmada çayla ilgili bazı mitleri, hem kendi yaptıkları, hem de diğer araştırmalara dayanarak sorguladı.
Tüm dünyada yeşil çay siyah çaya göre daha sağlıklı algılanıyormuş. Yapılan araştırmalarda hem yeşil çayın hem de siyah çayın antioksidan etkisinin bulunduğu belirlenmiş.
Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalarda çayın bazı kanser türlerini önleme özelliği görülmüş ama bu etki hem yeşil çay siyah çay için eşitmiş. (Henüz insanlar üzerinde bir araştırma yok!)
Çayın genel olarak kroner kalp hastalıklarını önleyici rolü bugüne kadar yapılan 11 deneysel araştırmadan 9'unda olumlu, ikisinde olumsuz görülmüş. Ancak kesin bir önlemeden değil, orta düzeyde bir önlemeden söz edilebilirmiş. Bu konuda yeşil çayın siyah çaya az da olsa bir miktar üstünlüğü söz konusuymuş.
Unilever laboratuvarlarında yapılan araştırmaya göre deneklere, kontrollü ortamda normal günlük dozda yeşil çay ve siyah çay verilmiş, dört hafta sonra yeşil çay içenlerde yüzde 8, siyah çay içenlerde ise yüzde 5 kolestrol azalması görülmüş.
Yine dünyadaki çayın vücuttaki demiri azalttığı yaygın bir mitmiş. Oysa yapılan araştırmalar çayın demiri azalmadığını göstermekteymiş. Çayın demiri azalttığı tek limonlu olarak içildiği durummuş. Yani çay, limonla etkileştiği zaman vücuttaki demiri azaltıyormuş.
Yeşil çayın siyah çaya göre en önemli üstünlüğü florid içermesi nedeniyle diş sağlığına olan katkısı imiş. Çayı sütle içmek ise çayın varolan yararlarını azaltmıyormuş.
Bildiğiniz gibi tüm dünyada Türkiye'de olduğu gibi bir yeşil çay salgını aldı başını gidiyor. Belki bazı mitlerinizi siz de sorgulamak istersiniz diye
Wiseman'ın konuşmasını sizinle paylaştım. Çay paketlerinin üzerinde yazan herşeye inanmayın, yazılmayanları da yok saymayın diye... Umarım Tarım Bakanlığı da
‘‘yoğurt’’tan fırsat buldukça çayla ilgili bu araştırmaları yakında takip ediyordur.
Aaa.. Dove valla
deodorantmış!
DOVE'un halkla ilişkiler şirketinden aldığım mesaja göre Dove Cream Bar başka bir ürün, Dove Deodorant başka bir ürünmüş.
‘‘Rubaba Rubaba’’lı reklam da Dove Deodorant için yapılan bir reklammış. Ben
‘‘reklamı yapılan Dove Cream Bar’’ deyip sizi yanılgıya düşürebilirmişim.
Ne dersiniz?
Yanılgıya düşüren kim? Defalarca izlememe rağmen reklamın sabun mu deodorant mı olduğunu anlayamayan ben mi yoksa defalarca reklamı izletmelerine rağmen bu ayrımı gösteremeyen onlar mı? Ben karar veremedim. En iyi hakem sizsiniz siz karar verin.. Bu arada
‘‘Rubaba Rubaba’’ yazımla ilgili oldukça fazla mesaj aldım. Bir tanesini sizinle paylaşmak istiyorum:
‘‘Dove reklamlarında çıkan o ‘sinir kadın' (gerçekten ben de sinir oluyorum ona), aslında Sultans of the Dance'ın baş dansçılarından biriymiş. Geçen hafta gösterilerine gittim, broşürde gördüm. Bilmenizi istedim. Adı Mehtap Fidan ve gösteride ‘iyi kız' rolünde (Zeynep Balaban).’’TRT hava sıcaklığını
barometreyle mi ölçüyor?
İNSANLARA anket yöntemiyle
‘‘en sık hangi kanalı izliyorsunuz’’ diye sorarak izlenme oranı bulmanın güvenilir bir ölçüm olmadığı neredeyse 1980'lerde ABD'de de kanıtlandı.
Bugün anket yöntemiyle hangi kanalların izlendiğini bulmaya çalışan araştırmalara, (eğer şifa niyetine bir tane bulunursa) bilimsel ortamlarda hava sıcaklığını barometreyle ölçmeye çalışan araştırmalar gibi bakılıyor. Çünkü insan belleğinin, eğer televizyon karşısında kronometreyle ölçüm yapılmamışsa, hangi kanalı kaç dakika izlediğini doğru ve kesin bilmesi ya da anımsaması mümkün değil! Aynı kamyon şoförünün eğer aracında takometre yoksa dakika dakika kaç kilometreyle gittiğini bilememesi gibi bir şey bu.
Bu nedenle günümüzde televizyonlara
‘‘peoplemeter’’ denilen bir cihaz bağlanarak bu ölçümler yapılıyor. Bugüne kadar geliştirilen en geçerli ve güvenilir ölçüm bu.
Niye bunları yazıyorsun diyorsunuz değil mi?
Yazıyorum çünkü hálá TRT anket yönetimiyle, yani insanlara
‘‘En sık hangi kanalı izlersiniz?’’ gibi güvenilmezliği kanıtlanmış bir soruyla izlenme oranı ölçmeye çalışıyor. Hele TRT'nin tüm kanallarını bu soruya alınan yanıtlara dayanarak üst üste eklemesi ve toplam bir izlenme oranı elde etmesi, yanlışın karesini almak gibi bir şey. Ve TRT kendini bu yöntemlerle en çok izlenen ikinci kanal olarak bulup, sonuçla da öğünüyor.
İsterseniz en iyi temsili örneği seçin, isterseniz tam sayım yapın, insanlara soru sorarak hangi kanalı, ne kadar izlediklerini ölçmeye çalışıyorsanız herşeyden önce güvenilir bir ölçüm yapmıyorsunuz demektir. Böyle bir ölçümü güvenilir bir devlet kanalının desteklemesi ise savunulacak bir durum değildir.
TRT milyonlarca dolar verip logosunu değiştirdiğinde onu bu köşede sadece ben savundum. Bu konuda da, yaptığı seviyeli, ilkeli yayıncılık konusunda da yine de savunurum. Ancak böyle bilimsel anlamda güvenilirliği olmayan bir araştırmaya para harcamasının, elektrik ücretlerimizden kesilen fonları har vurup harman savurmasının savunulacak bir tarafını bulamıyorum.
ÇekirgelikHerkes dünyayı değiştirmeyi düşünüyor, ama kimse kendini değiştirmeye yanaşmıyor.
(Leo Tolstoy)