Güncelleme Tarihi:
Etrafımdaki insanlara ‘İstanbul Sendromu’ neyi temsil edebilir diye sordum. Çoğunluk trafikten şikâyet etti. Diğer söylenenleri de aktaracağım.
Ancak İstanbul deyince…
Bana göre İstanbul terk edilmek istenen, tutkuyla bağlı olunan ama bir türlü mutluluk vermeyen bir sevgili gibi. Ama asla o gücü kendimizde göremiyoruz. Bırakıp gidemiyoruz.
Tutkuyla bağlıyız ama hep canımızı yakıyor.
Sado-mazo bir ilişki… Acıdan zevk alarak yaşıyoruz.
Sürekli değişiyor, bir türlü kavrayamıyoruz. Aklımızda tutamıyoruz. Her gün yeniden tanışıyoruz.
İstanbul Sendromu, sürekli şikâyet etmenin ama mevcut durumu değiştirmek için hiçbir adım atmamanın adı…
Öfkeli insanların şehridir İstanbul…
“İstanbul seni yeneceğim” diye kentin kendisine kafa tutanların şehridir.
Birkaç hafta önce söyleşi yaptığım ünlü Mimar Hakan Kıran, “İstanbul’da insanlar şehre ait olmak için yaşamıyor, şehre sahip olmak için yaşıyor. Öfkeyle yaşıyor insanlar… Şehre öfkeli, insanlara öfkeli…” demişti.
Şehirler mi bize ait olmalı, biz mi şehirlere?
Şehirlere sahip olmak istersek, onlara pek iyi davranamıyoruz galiba.
Ama eğer, şehirlere ait ve onun bir parçası olmak istersek, en çok biz onu korumak için gayret ediyoruz. Onunla ahenk içinde yaşayabiliyoruz. Sahip olmak bir taraflarından tutup çekiştirmek demek… Fırsatçılık demek…
İstanbul Sendromu, köşeyi döndürecek bir rüyaya gebe olmak, yıllarca doğum anının gerçekleşmesini beklemek demek…
Pek çoğuna gülen talihin bizin bacanızdan içeriye düşmesini beklemek demek…
Kayacak yıldızları yakalayıp dilek dilemeyi gözü açık beklemek demek…
İstanbul Sendromu, bitmeyen bir kavgaya tutuşup ne mağlup ne muzaffer yorgunluğa düşmek demek…
“Aslında ben daha iyi ve nazik bir insanım ama fırsat verilmiyor” diyecek kadar kendinden uzaklaşıp sürekli değişen oyunun kurallarını takip etmek demek…
Siz nasıl tanımlardınız İstanbul Sendromunu?
Çabalayıp sonuca ulaşamamak…
YIL 2005… UEFA Şampiyonlar Ligi final maçı oynanıyor. Yer Atatürk Olimpiyat Stadı…
İtalyan AC Milan takımı ilk yarıyı 3-0 önde bitiriyor. Sonra ikinci yarı İngiliz Liverpool takımı skoru eşitliyor. Uzatmalarda eşitlik bozulmuyor ve penaltı atışlarıyla şampiyonu belirlenmeye çalışıyorlar. Penaltı skoru ise şöyle gerçekleşiyor: Milan 2, Liverpool 3. İtalyan futbolcu Andrea Pirlo, o gece için “Bize İstanbul sendromu oldu” diyor. Google’da İstanbul Sendromu diye arayınca karşımıza çıkan hikaye bu. Bazen önde başlayanın ve daha çok gayret edenin değil de şanslı olanın kazandığı bir durum…
Peki diğer insanlar İstanbul sendromu için neler dedi? Bakalım: “Bir şeye başlarsın ve önce tatlı gelir ama sonra zor olduğunu görürsün. Tat vermese de yapmaya devam edersin. Kötü bir bağımlılık gibi. Trafik çilesi. Toplu taşımada ter kokusu… Kalabalık. Boğaz ve geceler… Gürültü ve betonlaşma… Kötü ve kaba insanlar… Fazla kozmopolit… Karma kültür… Para ve gelecek vaadi…”
Şehirler ve sendromlar
STOCKHOLM SENDROMU: Kişinin, kendisini rehin alana duygusal olarak bağlanmasıdır. 1973’te Stockholm’de yaşanan bir banka soygunundan alıyor adını. Soyguncunun 6 gün rehin tuttuğu kadın, serbest kaldığında soyguncuyu savunur. Üstelik nişanlısını terk eder ve soyguncunun tahliye olmasını bekler.
KUDÜS SENDROMU: Kudüs’ü ziyaret eden turistlerin dini halüsinasyonlar görmesi. Peygamberle konuştuğunu iddia edenler, kendini peygamber ilan edenler bile var.
FLORANSA SENDROMU: Sanat zehirlenmesi adı da veriliyor. Bir tablo, heykel veya tarihi bir binayı gören ziyaretçilerin kalp atışları hızlanabiliyor, başları dönebiliyor. Baygınlık geçiren, halüsinasyon görenler bile var.
PARİS SENDROMU: Paris, Fransa veya Batı Avrupa’yı ziyaret eden çoğu Japon, turistlerde görülüyor. Kişi çeşitli sanrılar, halüsinasyonlar görebiliyor. Başkalarının önyargı, saldırganlık veya düşmanlığının kurbanı olduğunu hissediyor. Gerçekliği kaybetme, depresyon, endişe ve bunlara bağlı baş dönmesi, terleme gözleniyor. Bu rahatsızlığa, Paris’te herkesin lüks moda giydiğini ve mankenler gibi gezdiğini gösteren Japon dergilerinin de neden olduğu söylenir.
OSLO SENDROMU: Kenneth Levin’in 2005’te yazdığı Arap-İsrail düşmanlığını irdelediği “Oslo Sendromu: Kuşatma Altındaki İnsanların Sanrıları” isimli kitapta söz edilir. Düşmanca bir ortamda yaşamak ile yaşadığı zulümden kendini sorumlu tutan Hırpalanmış Çocuk Sendromu arasında bir yerde durduğu söyleniyor.