Güncelleme Tarihi:
Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) Buluşmaları'na katılan Öztekin, 5 Kasım'da, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch'in, Türkiye'nin kredi notunu bir kademe artırarak, yatırım yapılabilir düzeye çıkarttığını hatırlattı. Öztekin, “Türkiye Kasım ayının ilk günlerinden itibaren artık daha yeni bir Türkiye. Türk ekonomisinin son yıllarda gerçekleştirdiği değişim göz önüne alındığında bu not artırımı çok önceden yapılmalıydı” dedi.
Diğer önemli derecelendirme kuruluşlarının da Türkiye'nin notunu yatırım yapılabilir seviyeye yükselteceğini ve 18 yıl sonra gelen Türkiye'nin bu yeniden yatırım yapılabilir ülke statüsünü teyit edeceğini umduğunu ifade eden Öztekin, ancak, diğer değerlendirme kuruluşlarının notu ne olursa olsun, Fitch'in değerlendirmesiyle kritik bir eşiğin aşıldığını dile getirdi.
Bundan sonra Türk ekonomisinin risk algısının daha da düşeceğinin açık olduğunu vurgulayan Öztekin, “Gözlemler, not artırımının gerçekleştiği ülkelerde iki yıllık süreçte portföy ve doğrudan yabancı yatırımların ortalama olarak GSYH'nın yüzde 4'ü kadar arttığını gösteriyor. Bu olgunun Türkiye'de de gerçekleşmesi durumunda faizlerin aşağı yönlü hareket etmesi, büyümenin de yukarıya gitmesi şaşırtıcı olmayacak” diye konuştu.
Türkiye'nin yeniden yatırım yapılabilir ülke statüsüne kavuşmasının, herkese farklı sorumluluklar ve görevler yüklediğine dikkati çeken Öztekin, kredi notunun yükseltilmesinde en önemli unsurlardan birinin de “güçlü bankacılık sektörü” olduğunu hatırlattı. Öztekin, Türk bankacılık sektörünün, ABD ve Avrupa'da halen etkisini yoğun bir şekilde hissettiren krizde son derece ciddi bir testten geçtiğini ve bu sınavı başarıyla verdiğini söyledi.
“Gelişmekte olan ülkelerin gündemini hala kriz yönetimi meşgul ediyor”
Gelişmekte olan ülkelerin gündemini halen kriz yönetimi meşgul ettiğini belirten Öztekin, şunları kaydetti: “IMF'ye göre bu ülkelerin krizi atlatması ve yeniden büyüme trendine girmeleri 2018 yılını bulabilecek. IMF'nin bu tahmini, önümüzdeki dönemin risklere gebe olduğunu göstermekte. Ancak, bu risklerin Türkiye'nin gündemini gereğinden fazla ve daha yoğun bir biçimde meşgul etmesine izin vermemek gerekir.
Türk bankacılık sektörü, sektör oyuncuları ve kurumsal oyuncularıyla önümüzdeki dönemde doğabilecek herhangi bir riski göğüsleyebilecek ve üstesinden gelebilecek tecrübe, bilgi birikimi ve olgunluğa sahip. Bugün itibariyle, Avrupa ve ABD krizin ilk şokunu atlatmıştır. Bundan sonra olabilecek riskleri daha soğukkanlı biçimde ele alacaklardır, ve kriz ne kadar sürerse sürsün bitecektir.
Türkiye de kendisini kriz psikolojisine kaptırmamalıdır. Merkez Bankası'nın jargonuyla, temkinli de olsa iyimser olmalıdır. Bizim travmamız 2001 yılında yaşanmıştır ve bitmiştir. Bugün, Türk bankacılık sektörü büyük bir fırtınanın içinden sapasağlam çıkmıştır ve yoluna devam etmektedir. Gelişmiş ülkelerin iyileşmek için kullanacakları önümüzdeki süreyi, tedbiri elden bırakmaksızın, Türk finans sektörünün geleceği konusunda düşünceler geliştirmeye ayırabiliriz.”
“Risk türleri içinde tek olumsuz görünüm, yapısal faiz oranı riski”
Bankacılık sektörünün risklerinin birkaç başlık altında ele alındığını anlatan Öztekin, bu riskleri; kredi riski, piyasa riski, türev işlemler riski, yapısal faiz oranı riski, likidite riski ve yoğunlaşma riski olarak sıraladı.
“Kredi riskimiz, türev işlemler riskimiz ve yoğunlaşma riskimiz durağan, piyasa riskimiz ve likidite riskimiz aşağı yönlü” diyen Öztekin, bu riskler açısından bankacılık sektörünün geleceğine ilişkin görünümün son derece olumlu olduğunu vurguladı.
Risk türleri içinde tek olumsuz görünümün, yapısal faiz oranı riski olduğunu ve bu riskin yukarı yönlü olduğunu ifade eden Öztekin, “Bu risk kalemi, sektörün kısa vadede faize duyarlı varlık ve yükümlülükler arasındaki açığın devam edip etmediğini ölçüyor. Yani kısa vadeli mevduatla uzun vadeli kredileri finanse edip etmediğimizi ve bunun doğurduğu riski ölçüyor. Teknik olarak bu durum bankacılık sektörünün riskidir. Ancak riskin ortaya çıkış nedenine bakınca, bankacılık sektörünün mecburen aldığı bir risktir bu. Yani, teknik olarak bakıldığında, bankacılık sektörü sanki farklı bir seçeneği varmış da uzun vadeli kredileri kısa vadeli mevduatla fonlayarak bir risk alıyormuş gibi görünmektedir. Oysa bu risk, özünde bankacılık riski değildir” şeklinde konuştu.
“Türkiye'de mevduatın ortalama vadesi çok kısa”
Türkiye'de mevduatın ortalama vadesinin çok kısa olduğunun altını çizen Öztekin, “Her ne kadar bu mevduatın rollover kabiliyeti yüksekse de, mevduatın kaydi vadesi bir türlü uzamaz ve hemen hemen sabittir. Bu durum yalnızca bugüne özgü de değil, mevduat sahiplerinde yıllarca süren bir alışkanlıktır ve neredeyse yerleşik hale gelmiştir” yorumunu yaptı.
Öztekin, işin kredi kısmında da farklı bir alışkanlık olduğuna işaret ederek, şunları söyledi: “Teorik olarak, işletmeler ya da reel sektör, orta ve uzun vadeli yatırımlarının finansmanı için sermaye piyasalarını kullanır, bankalara kısa vadeli ihtiyaçları için başvururlar. Ancak bizde işletmeler her türlü kredi ihtiyaçları için genellikle bankacılık sektörünü tercih ediyor. Yani, reel sektörün makine teçhizat yatırımları için, borçlanma kağıdı ve uzun vadeli yatırımları için hisse senedi ihraç etmeleri beklenirken, bunu yapmazlar.
Bu ihtiyaçları için de bankaların fonlarından yararlanmak yolunu seçerler. Ancak, reel sektörün de bu yola başvurması zorunlu bir tercihtir. Çünkü, sermaye piyasamız şirketleri destekleyecek şekilde gelişmemiştir. Bunun da temel sebebi finansal sektörün şirketler ve piyasalarla ilgili yüksek kalitede bilgi üretememiş olmasıdır. Yani şirketlerin kredilerinin derecelendirilmesi, kurumsal bir hal alamamıştır.”
“Basel-II, şirketlerde kurumsal yönetişimi ve kayıt dışılığın azalmasını teşvik edecek”
Basel-II düzenlemelerinin Temmuz ayında tamamen hayata geçirilmesinin, atılan en önemli adımlardan biri olduğunu anlatan Öztekin, “Basel-II gerçekte, bankalarda etkin risk yönetimini ve piyasa disiplinini geliştirmek, sermaye yeterliliği ölçümlerinin etkinliğini artırmak ve bu sayede sağlam ve etkin bir bankacılık sistemi oluşturarak finansal istikrara katkıda bulunmak amacını taşıyan bir standartlar bütünüdür” dedi.
Basel-II ile birlikte yüksek derecelendirme notuna sahip şirketlerin diğerlerine göre daha avantajlı konuma geçeceğini vurgulayan Öztekin, bu hususun da şirketlerde kurumsal yönetişimin artması ve kayıt dışılığın azalması yönünde doğal bir teşvik mekanizması oluşturacağını ifade etti.
“Bankacılık sektöründeki her yabancı yatırım girişimine kolaylıkla izin vermiyoruz”
Göreve gelmesinin ardından Denizbank hisselerinin Rus Sberbank tarafından devralındığını ve Lübnanlı Odea Bank'ın Türkiye'de faaliyet göstermesine olanak sağlandığını anımsatan Öztekin, Rusya ve Lübnan'dan gelen bu taleplerin, yurt dışındaki krize rağmen Türk piyasasının ne kadar güvenilir olduğunu kanıtladığını söyledi.
Bu yabancı aktörlerin, Türk finans sistemindeki borç verilebilir fonların genişletilmesine katkı sağlayacağını anlatan Öztekin, “Bunun yanında, ülkemize yönelik bankacılık sektöründeki her yabancı yatırım girişimine de kolaylıkla izin vermediğimizi, başvuruları titizlikle incelediğimizi Adabank örneği göstermektedir” dedi.
Finansal sektörün canlılığının sadece yurt dışı talepleriyle sınırlı kalmadığını, yurt içinden de karşılık bulmaya devam ettiğini dile getiren Öztekin, bu çerçevede geçen süreçte 5 banka dışı mali kuruluşa kuruluş izni, 4 kuruluşa faaliyet izni, 22 kuruluşa da gayri menkul değerleme yetkisi verildiğini belirtti.
Ekonomik döngünün itici gücü olan bankacılık sektörünün, milli gelirdeki büyümeye paralel olarak son bir yıllık dönemde yüzde 7,8 oranında büyüyerek Eylül 2012 itibarıyla 1 trilyon 309 milyar lira büyüklüğe ulaştığı bilgisini veren Öztekin, Türkiye'de finansal sektörün çok büyük bir kısmını halen bankacılık sektörünün oluşturduğunu anımsattı.
Banka dışı kuruluşların da yaklaşık 48 milyar lira toplam aktife sahip olduğuna dikkati çeken Öztekin, bu rakam da dikkate alındığında, BDDK denetimi kapsamında bulunan kuruluşların toplam büyüklüğünün 1 trilyon 356 milyar lira seviyesine ulaştığını bildirdi.
“Kurumumuzun denetimi altında 179 adet kuruluş bulunuyor”
Türk bankacılık sektöründe Eylül 2012 itibarıyla 48 olan banka sayısının, Ekim ayı içerisinde faaliyete başlayan Odea Bank'ın da eklenmesiyle 49'a yükseldiğini anımsatan Öztekin, şunları kaydetti:
“31 finansal kiralama şirketi, 78 faktoring şirketi, 13 finansman şirketi ve 8 varlık yönetim şirketi olmak üzere toplam 130 adet banka dışı mali kuruluşla birlikte Kurumumuzun denetimi altında 179 adet kuruluş bulunmaktadır. Ayrıca 3 finansal holding şirketi, 45 temsilcilik, 83 değerleme kuruluşu ve 3 derecelendirme şirketini de hesaba kattığımızda Kurumun doğrudan veya dolaylı sorumlu olduğu kuruluş sayısı 313'e ulaşmaktadır. Türk bankacılık sektörü, yurt dışında da önemli bir varlığa ulaşmış durumda. Eylül 2012 itibarıyla bankalarımız yurt dışında 31 farklı ülkede iştirak, şube ve temsilcilik şeklinde, toplam 143 organizasyon ile faaliyet göstermektedir.”
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanı Mukim Öztekin, bankacılık sektörünün toplam aktiflerinin, 2001 yılından bu yana yıllık ortalama yüzde 20,7 oranında büyüdüğünü belirterek, kredilerin Gayrisafi Yurtiçi Hasıla'ya oranının 2012 yılına gelindiğinde yüzde 50'nin üzerine yükseldiğini kaydetti.
Öztekin, halen kamu borç stokunun yüzde 50,9'unun bankalarca finanse edildiği bilgisini de verdi. Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) Buluşmaları'nda konuşan Öztekin, Türk bankacılık sektörünün 2001 yılından bu yana kat ettiği mesafeyi değerlendirdi.
Öztekin, “Sektörün toplam aktifleri 2001 yılından bu yana yıllık ortalama yüzde 20,7 oranında büyüyerek, 1 trilyon 309 milyar lira büyüklüğe ulaşmıştır. Sektörün toplam kredileri ise yüzde 32,1 artışla 755,6 milyar lira seviyesine yükselirken, bu artış bireysel kredilerde yüzde 44,2 ile daha da çarpıcıdır. Takipteki alacaklar aynı dönemde yalnızca ortalama yüzde 5,6 artışla 23 milyar lira olmuştur” diye konuştu.
Bu dönemde menkul değerler artış oranının kredilerin oldukça gerisinde kaldığını vurgulayan Öztekin, mevduatı yıllık ortalama yüzde 19,3 artan sektörün yurt dışı borçlarının dolar bazında yüzde 40,5 artış gösterdiğine dikkati çekti.
Pasif tarafta önemli bir artışın, alternatif bir fon kaynağı olarak yüzde 33,6 ile ihraç edilen menkul değerlerde yaşandığını anlatan Öztekin, yüksek bir aktif kalitesine sahip olan sektörde, kredilerin takibe dönüşüm oranının Eylül 2012 itibarıyla yüzde 2,9 düzeyinde gerçekleştiğini hatırlattı.
Bu oranın, 2001 yılında ise yüzde 25,2 gibi çok yüksek bir düzeyde olduğunu anımsatan Öztekin, “Temmuz 2012 itibarıyla Basel II düzenlemeleri yürürlüğe girmiş olmasına karşın, sektörün sermaye yeterliliği rasyosu bir yıl öncesine kıyasla 0,1 puan artarak yüzde 16,5'e yükseldi” dedi.
-“Menkul değerlerin payı sürekli azalarak yüzde 21,2'ye geriledi”-
Mevduatın krediye dönüşüm oranına da değinen Öztekin, “Milli gelire paralel olarak büyümeye devam eden bankacılık sektörünün toplam aktiflerinin Gayrisafi Yurtiçi Hasıla'ya oranı Aralık 2002 döneminde yüzde 60,7 iken; bugün yüzde 93'e yükselmiştir. Söz konusu oranın seviyesi, gelişmiş ve gelişmekte olan diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Türk Bankacılık sektörünün büyüme potansiyelini ortaya koyuyor. Kredilerin 2001 yılında yalnızca yüzde 15,8 olan Gayrisafi Yurtiçi Hasıla'ya oranı, 2012 yılına gelindiğinde yüzde 50'nin üzerine yükseldi” bilgisini verdi.
Öztekin, sektörün toplam aktiflerinin dağılımı hakkında ise, “Bankacılık sektörünün aracılık fonksiyonunun diğer bir göstergesi olarak kredilerin toplam aktifler içindeki payının da 2002 yılında yüzde 23 düzeyinde iken, Eylül 2012 dönemine gelindiğinde yüzde 57,7'ye kadar yükseldiğini; diğer taraftan, menkul değerlerin payının sürekli azalarak yüzde 21,2'ye gerilediğini görüyoruz” değerlendirmesini yaptı.
Öztekin, şunları kaydetti:
“Eylül 2012 itibarıyla 755,6 milyar liraya ulaşan kredilerin yüzde 43,7'si kurumsal/ticari kredilerden, yüzde 33,5'i bireysel kredilerden ve yüzde 22,8'i KOBİ kredilerinden oluşmaktadır. Bireysel krediler içinde ise en büyük pay yüzde 38 ile ihtiyaç ve diğer tüketici kredilerine ait olup, onu yüzde 32 ile konut kredileri ve yüzde 27 ile kredi kartı alacakları izlemektedir.
Geçtiğimiz yıl ulaştığı yüksek seviyeler nedeniyle odak noktası haline gelen kredilerin artış hızı, alınan bir dizi önlem neticesinde makul düzeylere inmiş bulunmaktadır. Sektörün kredileri önceki yıla göre nominal olarak yüzde 14,3 artarken, enflasyondan arındırılmış yıllık reel artış yüzde 9,8 düzeyinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, kredilerdeki artışın geçtiğimiz yıla göre yavaşladığı ve ekonominin büyüdüğü bir ortamda makul oranlara gerilediği söylenebilir.”
“Kredilerin takibe dönüşüm oranı Eylül 2012 itibarıyla yüzde 2,9”
Kredilerin takibe dönüşüm oranının, özellikle 2012 yılının üçüncü çeyreğinde yaşanan artışlar neticesinde Eylül 2012 itibarıyla yüzde 2,9 olarak gerçekleştiğini anlatan Öztekin, şöyle konuştu:
“Son bir yıllık dönemde kurumsal/ticari kredilerin takibe dönüşüm oranı 0,4 puan, KOBİ kredilerininki 0,3 puan yükselirken; bireysel kredilerin takibe dönüşüm oranı ise değişmemiştir. Eylül 2012 itibarıyla en yüksek takibe dönüşüm oranı yüzde 3,4 ile KOBİ kredilerine ait iken, kurumsal/ticari kredilerin takibe dönüşüm oranı yüzde 2,6, bireysel kredilerin takibe dönüşüm oranı ise yüzde 3,1 düzeyindedir. Son bir yıllık dönemde dikkat çekici bir düşüş gözlenmekle birlikte, kredi kartları tüm kredi türleri içinde en yüksek takibe dönüşüm oranına sahip olma özelliğini korumaktadır. Güncel verilere göre takibe dönüşüm oranı yıl sonu ile karşılaştırıldığında kredi kartı alacaklarında yüzde 5,8'den yüzde 5,5'e, konut kredilerinde binde 9'dan binde 8'e gerilerken; taşıt kredilerinde yüzde 3,3 seviyesinde kalmış, ihtiyaç ve diğer tüketici kredilerinde ise yüzde 2,6'dan yüzde 3,2'ye yükselmiştir.”
Bankacılık sektörünün kredilerden sonra en önemli plasman kalemi olan menkul değerlerin son bir yıllık dönemde hem nominal hem de toplam aktifler içindeki pay olarak azaldığını vurgulayan Öztekin, önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 3,6 oranında azalan menkul değerlerin, Eylül 2012 itibarıyla 277,9 milyar lira seviyesinde olduğunu dile getirdi.
Bankaların portföyünde bulunan menkul değerlerin yüzde 97,2'sinin kamu borçlanma senetlerinden oluştuğuna dikkati çeken Öztekin, yabancı ülke devlet tahvillerine yapılan yatırımın payının ise yalnızca binde 1 seviyesinde olduğunu belirtti. Öztekin, Türkiye'de halen kamu borç stokunun yüzde 50,9'unun ise bankalarca finanse edildiğini dile getirdi.
“Sektörde toplam mevduat son bir yılda yüzde 7,9 artarak 738 milyar liraya ulaşmıştır”
Mevduatın, pasif içindeki yüzde 56,4 payı ile en önemli fon kaynak olma özelliğini koruduğunu ifade eden Öztekin, bankacılık sektöründe toplam mevduatın son bir yılda yüzde 7,9 artarak 738 milyar liraya ulaştığını anımsattı.
Türkiye'nin tasarruf eğiliminin, tarihin en düşük düzeyine gerilediğini kaydeden Öztekin, “Bir bakıma kazanmadan harcar duruma geldik. Bu eğilimin artması, krizlerde Amerika ve Avrupa'da olduğu gibi bizi de zor durumda bırakabilir” uyarısında bulundu.
BDDK olarak Basel-III kurallarının uygulanmasına yönelik hazırlıkları sürdürdüklerini söyleyen Öztekin, sektörde Basel III'e geçiş konusunda son derece iyimser olduklarını da aktardı.
“Sektör karının artışında yükselen net faiz marjı belirleyici oldu”
Sektörün olumlu bir karlılık performansı sergilediğini hatırlatan Öztekin, “Sektör karının artışında, faiz dışı gelir-gider dengesindeki gerilemeye karşın, yükselen net faiz marjı belirleyici olmuştur. Yıllar itibarıyla baktığımızda, ücret, komisyon ve bankacılık hizmet gelirlerinin toplam gelirler içindeki payında kayda değer bir artış gözlenmemektedir” dedi.
Tüketiciyi mağdur eden uygulamalara karşı da, finansal tüketicinin korunması gerektiğini düşündüklerini belirten Öztekin, “Bu çerçevede, halen bankalarca uygulanan her türlü hizmetin ücreti, Kurumumuz internet sayfasında yayımlanmaktadır ve tüketiciler ödeyecekleri masraf, ücret gibi tutarları karşılaştırma imkanına sahiptirler. Biz Kurum olarak, söz konusu uygulamanın bankalarca yapılan fiyatlamaların rekabet koşulları dahilinde makul düzeylerde oluşmasına hizmet ettiğini düşünüyor ve umuyoruz” diye konuştu.
“Sektörün 2012 yılını yüzde 15 civarında bir kar artışı ile kapatacağını öngörüyoruz”
Bankacılık sektörüne ilişkin öngörülerini de aktaran Öztekin, sözlerini şöyle tamamladı:
“Biz sektörün 2012 yılını yüzde 15 civarında bir kar artışı ile kapatacağını, 2013 yılında da sektör karının istikrarlı artış trendini sürdüreceğini ve kredilerin artış hızının yüzde 14-16 bandında olacağını öngörüyoruz. Kurum olarak, makro ekonomik göstergeleri ve hedefleri baz alarak, oluşturulan öngörülerimiz ile olumsuz senaryolar altında bankacılık sektörüne ilişkin stres testleri uyguluyor ve stratejilerimizi bu sonuçlara göre şekillendiriyoruz. Dolayısıyla, sektöre ilişkin attığımız adımlarda, daima olumlu ve olumsuz, her türlü olasılığı hesaba katıyoruz.”