BDDK Başkanı Öztekin: 'Türkiye kendisini kriz psikolojisine kaptırmamalı'

Güncelleme Tarihi:

BDDK Başkanı Öztekin: Türkiye kendisini kriz psikolojisine kaptırmamalı
Oluşturulma Tarihi: Kasım 19, 2012 14:09

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanı Mukim Öztekin, ne kadar sürerse sürsün krizin biteceğini belirterek, “Türkiye kendisini kriz psikolojisine kaptırmamalı, Merkez Bankası'nın jargonuyla, temkinli de olsa iyimser olmalı” dedi. Öztekin, “Bizim travmamız 2001 yılında yaşandı ve bitti. Bugün, Türk bankacılık sektörü büyük bir fırtınanın içinden sapasağlam çıkmış ve yoluna devam etmektedir” diye konuştu.

Haberin Devamı

Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) Buluşmaları'na katılan Öztekin, 5  Kasım'da, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch'in, Türkiye'nin kredi  notunu bir kademe artırarak, yatırım yapılabilir düzeye çıkarttığını hatırlattı. Öztekin, “Türkiye Kasım ayının ilk günlerinden itibaren artık daha yeni  bir Türkiye. Türk ekonomisinin son yıllarda gerçekleştirdiği değişim göz önüne  alındığında bu not artırımı çok önceden yapılmalıydı” dedi.

Diğer önemli derecelendirme kuruluşlarının da Türkiye'nin notunu yatırım yapılabilir seviyeye yükselteceğini ve 18 yıl sonra gelen Türkiye'nin bu yeniden  yatırım yapılabilir ülke statüsünü teyit edeceğini umduğunu ifade eden Öztekin,  ancak, diğer değerlendirme kuruluşlarının notu ne olursa olsun, Fitch'in  değerlendirmesiyle kritik bir eşiğin aşıldığını dile getirdi.

Haberin Devamı

Bundan sonra Türk ekonomisinin risk algısının daha da düşeceğinin açık  olduğunu vurgulayan Öztekin, “Gözlemler, not artırımının gerçekleştiği ülkelerde  iki yıllık süreçte portföy ve doğrudan yabancı yatırımların ortalama olarak  GSYH'nın yüzde 4'ü kadar arttığını gösteriyor. Bu olgunun Türkiye'de de  gerçekleşmesi durumunda faizlerin aşağı yönlü hareket etmesi, büyümenin de  yukarıya gitmesi şaşırtıcı olmayacak” diye konuştu.

Türkiye'nin yeniden yatırım yapılabilir ülke statüsüne kavuşmasının,  herkese farklı sorumluluklar ve görevler yüklediğine dikkati çeken Öztekin, kredi  notunun yükseltilmesinde en önemli unsurlardan birinin de “güçlü bankacılık  sektörü” olduğunu hatırlattı. Öztekin, Türk bankacılık sektörünün, ABD ve Avrupa'da halen etkisini  yoğun bir şekilde hissettiren krizde son derece ciddi bir testten geçtiğini ve bu  sınavı başarıyla verdiğini söyledi.

“Gelişmekte olan ülkelerin gündemini hala kriz yönetimi meşgul  ediyor”

Gelişmekte olan ülkelerin gündemini halen kriz yönetimi meşgul ettiğini  belirten Öztekin, şunları kaydetti: “IMF'ye göre bu ülkelerin krizi atlatması ve yeniden büyüme trendine  girmeleri 2018 yılını bulabilecek. IMF'nin bu tahmini, önümüzdeki dönemin  risklere gebe olduğunu göstermekte. Ancak, bu risklerin Türkiye'nin gündemini  gereğinden fazla ve daha yoğun bir biçimde meşgul etmesine izin vermemek  gerekir.

Haberin Devamı

Türk bankacılık sektörü, sektör oyuncuları ve kurumsal oyuncularıyla  önümüzdeki dönemde doğabilecek herhangi bir riski göğüsleyebilecek ve üstesinden  gelebilecek tecrübe, bilgi birikimi ve olgunluğa sahip. Bugün itibariyle, Avrupa  ve ABD krizin ilk şokunu atlatmıştır. Bundan sonra olabilecek riskleri daha  soğukkanlı biçimde ele alacaklardır, ve kriz ne kadar sürerse sürsün bitecektir.

Türkiye de kendisini kriz psikolojisine kaptırmamalıdır. Merkez  Bankası'nın jargonuyla, temkinli de olsa iyimser olmalıdır. Bizim travmamız 2001  yılında yaşanmıştır ve bitmiştir. Bugün, Türk bankacılık sektörü büyük bir  fırtınanın içinden sapasağlam çıkmıştır ve yoluna devam etmektedir. Gelişmiş  ülkelerin iyileşmek için kullanacakları önümüzdeki süreyi, tedbiri elden  bırakmaksızın, Türk finans sektörünün geleceği konusunda düşünceler geliştirmeye  ayırabiliriz.”

Haberin Devamı

“Risk türleri içinde tek olumsuz görünüm, yapısal faiz oranı riski”

Bankacılık sektörünün risklerinin birkaç başlık altında ele alındığını  anlatan Öztekin, bu riskleri; kredi riski, piyasa riski, türev işlemler riski,  yapısal faiz oranı riski, likidite riski ve yoğunlaşma riski olarak sıraladı.
“Kredi riskimiz, türev işlemler riskimiz ve yoğunlaşma riskimiz durağan,  piyasa riskimiz ve likidite riskimiz aşağı yönlü” diyen Öztekin, bu riskler  açısından bankacılık sektörünün geleceğine ilişkin görünümün son derece olumlu  olduğunu vurguladı.
Risk türleri içinde tek olumsuz görünümün, yapısal faiz oranı riski  olduğunu ve bu riskin yukarı yönlü olduğunu ifade eden Öztekin, “Bu risk kalemi,  sektörün kısa vadede faize duyarlı varlık ve yükümlülükler arasındaki açığın  devam edip etmediğini ölçüyor. Yani kısa vadeli mevduatla uzun vadeli kredileri  finanse edip etmediğimizi ve bunun doğurduğu riski ölçüyor. Teknik olarak bu  durum bankacılık sektörünün riskidir. Ancak riskin ortaya çıkış nedenine bakınca,  bankacılık sektörünün mecburen aldığı bir risktir bu. Yani, teknik olarak  bakıldığında, bankacılık sektörü sanki farklı bir seçeneği varmış da uzun vadeli  kredileri kısa vadeli mevduatla fonlayarak bir risk alıyormuş gibi görünmektedir.  Oysa bu risk, özünde bankacılık riski değildir” şeklinde konuştu.

Haberin Devamı

“Türkiye'de mevduatın ortalama vadesi çok kısa”

Türkiye'de mevduatın ortalama vadesinin çok kısa olduğunun altını çizen  Öztekin, “Her ne kadar bu mevduatın rollover kabiliyeti yüksekse de, mevduatın  kaydi vadesi bir türlü uzamaz ve hemen hemen sabittir. Bu durum yalnızca bugüne  özgü de değil, mevduat sahiplerinde yıllarca süren bir alışkanlıktır ve neredeyse  yerleşik hale gelmiştir” yorumunu yaptı.

Öztekin, işin kredi kısmında da farklı bir alışkanlık olduğuna işaret  ederek, şunları söyledi: “Teorik olarak, işletmeler ya da reel sektör, orta ve uzun vadeli  yatırımlarının finansmanı için sermaye piyasalarını kullanır, bankalara kısa  vadeli ihtiyaçları için başvururlar. Ancak bizde işletmeler her türlü kredi  ihtiyaçları için genellikle bankacılık sektörünü tercih ediyor. Yani, reel  sektörün makine teçhizat yatırımları için, borçlanma kağıdı ve uzun vadeli  yatırımları için hisse senedi ihraç etmeleri beklenirken, bunu yapmazlar.

Haberin Devamı

Bu ihtiyaçları için de bankaların fonlarından yararlanmak yolunu  seçerler. Ancak, reel sektörün de bu yola başvurması zorunlu bir tercihtir.  Çünkü, sermaye piyasamız şirketleri destekleyecek şekilde gelişmemiştir. Bunun da  temel sebebi finansal sektörün şirketler ve piyasalarla ilgili yüksek kalitede  bilgi üretememiş olmasıdır. Yani şirketlerin kredilerinin derecelendirilmesi,  kurumsal bir hal alamamıştır.”

“Basel-II, şirketlerde kurumsal yönetişimi ve kayıt dışılığın  azalmasını teşvik edecek”

Basel-II düzenlemelerinin Temmuz ayında tamamen hayata geçirilmesinin,  atılan en önemli adımlardan biri olduğunu anlatan Öztekin, “Basel-II gerçekte,  bankalarda etkin risk yönetimini ve piyasa disiplinini geliştirmek, sermaye  yeterliliği ölçümlerinin etkinliğini artırmak ve bu sayede sağlam ve etkin bir  bankacılık sistemi oluşturarak finansal istikrara katkıda bulunmak amacını  taşıyan bir standartlar bütünüdür” dedi.
Basel-II ile birlikte yüksek derecelendirme notuna sahip şirketlerin  diğerlerine göre daha avantajlı konuma geçeceğini vurgulayan Öztekin, bu hususun  da şirketlerde kurumsal yönetişimin artması ve kayıt dışılığın azalması yönünde  doğal bir teşvik mekanizması oluşturacağını ifade etti.

“Bankacılık sektöründeki her yabancı yatırım girişimine kolaylıkla izin  vermiyoruz”

Göreve gelmesinin ardından Denizbank hisselerinin Rus Sberbank tarafından  devralındığını ve Lübnanlı Odea Bank'ın Türkiye'de faaliyet göstermesine olanak  sağlandığını anımsatan Öztekin, Rusya ve Lübnan'dan gelen bu taleplerin, yurt  dışındaki krize rağmen Türk piyasasının ne kadar güvenilir olduğunu kanıtladığını  söyledi.

Bu yabancı aktörlerin, Türk finans sistemindeki borç verilebilir fonların  genişletilmesine katkı sağlayacağını anlatan Öztekin, “Bunun yanında, ülkemize  yönelik bankacılık sektöründeki her yabancı yatırım girişimine de kolaylıkla izin  vermediğimizi, başvuruları titizlikle incelediğimizi Adabank örneği  göstermektedir” dedi.
Finansal sektörün canlılığının sadece yurt dışı talepleriyle sınırlı  kalmadığını, yurt içinden de karşılık bulmaya devam ettiğini dile getiren  Öztekin, bu çerçevede geçen süreçte 5 banka dışı mali kuruluşa kuruluş izni, 4  kuruluşa faaliyet izni, 22 kuruluşa da gayri menkul değerleme yetkisi verildiğini  belirtti.
Ekonomik döngünün itici gücü olan bankacılık sektörünün, milli gelirdeki  büyümeye paralel olarak son bir yıllık dönemde yüzde 7,8 oranında büyüyerek Eylül  2012 itibarıyla 1 trilyon 309 milyar lira büyüklüğe ulaştığı bilgisini veren  Öztekin, Türkiye'de finansal sektörün çok büyük bir kısmını halen bankacılık  sektörünün oluşturduğunu anımsattı.

Banka dışı kuruluşların da yaklaşık 48 milyar lira toplam aktife sahip  olduğuna dikkati çeken Öztekin, bu rakam da dikkate alındığında, BDDK denetimi  kapsamında bulunan kuruluşların toplam büyüklüğünün 1 trilyon 356 milyar lira  seviyesine ulaştığını bildirdi.

“Kurumumuzun denetimi altında 179 adet kuruluş bulunuyor”

Türk bankacılık sektöründe Eylül 2012 itibarıyla 48 olan banka sayısının,  Ekim ayı içerisinde faaliyete başlayan Odea Bank'ın da eklenmesiyle 49'a  yükseldiğini anımsatan Öztekin, şunları kaydetti:

“31 finansal kiralama şirketi, 78 faktoring şirketi, 13 finansman  şirketi ve 8 varlık yönetim şirketi olmak üzere toplam 130 adet banka dışı mali  kuruluşla birlikte Kurumumuzun denetimi altında 179 adet kuruluş bulunmaktadır.  Ayrıca 3 finansal holding şirketi, 45 temsilcilik, 83 değerleme kuruluşu ve 3  derecelendirme şirketini de hesaba kattığımızda Kurumun doğrudan veya dolaylı  sorumlu olduğu kuruluş sayısı 313'e ulaşmaktadır. Türk bankacılık sektörü, yurt  dışında da önemli bir varlığa ulaşmış durumda. Eylül 2012 itibarıyla bankalarımız  yurt dışında 31 farklı ülkede iştirak, şube ve temsilcilik şeklinde, toplam 143  organizasyon ile faaliyet göstermektedir.”

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu  (BDDK) Başkanı Mukim Öztekin, bankacılık sektörünün toplam aktiflerinin, 2001  yılından bu yana yıllık ortalama yüzde 20,7 oranında büyüdüğünü belirterek,  kredilerin Gayrisafi Yurtiçi Hasıla'ya oranının 2012 yılına gelindiğinde yüzde  50'nin üzerine yükseldiğini kaydetti.

Öztekin, halen kamu borç stokunun yüzde 50,9'unun bankalarca finanse  edildiği bilgisini de verdi. Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) Buluşmaları'nda konuşan Öztekin, Türk  bankacılık sektörünün 2001 yılından bu yana kat ettiği mesafeyi değerlendirdi.

Öztekin, “Sektörün toplam aktifleri 2001 yılından bu yana yıllık  ortalama yüzde 20,7 oranında büyüyerek, 1 trilyon 309 milyar lira büyüklüğe  ulaşmıştır. Sektörün toplam kredileri ise yüzde 32,1 artışla 755,6 milyar lira  seviyesine yükselirken, bu artış bireysel kredilerde yüzde 44,2 ile daha da  çarpıcıdır. Takipteki alacaklar aynı dönemde yalnızca ortalama yüzde 5,6 artışla  23 milyar lira olmuştur” diye konuştu.
Bu dönemde menkul değerler artış oranının kredilerin oldukça gerisinde  kaldığını vurgulayan Öztekin, mevduatı yıllık ortalama yüzde 19,3 artan sektörün  yurt dışı borçlarının dolar bazında yüzde 40,5 artış gösterdiğine dikkati çekti.

Pasif tarafta önemli bir artışın, alternatif bir fon kaynağı olarak yüzde  33,6 ile ihraç edilen menkul değerlerde yaşandığını anlatan Öztekin, yüksek bir  aktif kalitesine sahip olan sektörde, kredilerin takibe dönüşüm oranının Eylül  2012 itibarıyla yüzde 2,9 düzeyinde gerçekleştiğini hatırlattı.
Bu oranın, 2001 yılında ise yüzde 25,2 gibi çok yüksek bir düzeyde  olduğunu anımsatan Öztekin, “Temmuz 2012 itibarıyla Basel II düzenlemeleri  yürürlüğe girmiş olmasına karşın, sektörün sermaye yeterliliği rasyosu bir yıl  öncesine kıyasla 0,1 puan artarak yüzde 16,5'e yükseldi” dedi.

-“Menkul değerlerin payı sürekli azalarak yüzde 21,2'ye geriledi”-

Mevduatın krediye dönüşüm oranına da değinen Öztekin, “Milli gelire  paralel olarak büyümeye devam eden bankacılık sektörünün toplam aktiflerinin  Gayrisafi Yurtiçi Hasıla'ya oranı Aralık 2002 döneminde yüzde 60,7 iken; bugün  yüzde 93'e yükselmiştir. Söz konusu oranın seviyesi, gelişmiş ve gelişmekte olan  diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Türk Bankacılık sektörünün büyüme  potansiyelini ortaya koyuyor. Kredilerin 2001 yılında yalnızca yüzde 15,8 olan  Gayrisafi Yurtiçi Hasıla'ya oranı, 2012 yılına gelindiğinde yüzde 50'nin üzerine  yükseldi” bilgisini verdi.
Öztekin, sektörün toplam aktiflerinin dağılımı hakkında ise, “Bankacılık  sektörünün aracılık fonksiyonunun diğer bir göstergesi olarak kredilerin toplam  aktifler içindeki payının da 2002 yılında yüzde 23 düzeyinde iken, Eylül 2012  dönemine gelindiğinde yüzde 57,7'ye kadar yükseldiğini; diğer taraftan, menkul  değerlerin payının sürekli azalarak yüzde 21,2'ye gerilediğini görüyoruz”  değerlendirmesini yaptı.
Öztekin, şunları kaydetti:
“Eylül 2012 itibarıyla 755,6 milyar liraya ulaşan kredilerin yüzde  43,7'si kurumsal/ticari kredilerden, yüzde 33,5'i bireysel kredilerden ve yüzde  22,8'i KOBİ kredilerinden oluşmaktadır. Bireysel krediler içinde ise en büyük pay  yüzde 38 ile ihtiyaç ve diğer tüketici kredilerine ait olup, onu yüzde 32 ile  konut kredileri ve yüzde 27 ile kredi kartı alacakları izlemektedir.
Geçtiğimiz yıl ulaştığı yüksek seviyeler nedeniyle odak noktası haline  gelen kredilerin artış hızı, alınan bir dizi önlem neticesinde makul düzeylere  inmiş bulunmaktadır. Sektörün kredileri önceki yıla göre nominal olarak yüzde  14,3 artarken, enflasyondan arındırılmış yıllık reel artış yüzde 9,8 düzeyinde  gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, kredilerdeki artışın geçtiğimiz yıla göre  yavaşladığı ve ekonominin büyüdüğü bir ortamda makul oranlara gerilediği  söylenebilir.”

“Kredilerin takibe dönüşüm oranı Eylül 2012 itibarıyla yüzde 2,9”

Kredilerin takibe dönüşüm oranının, özellikle 2012 yılının üçüncü  çeyreğinde yaşanan artışlar neticesinde Eylül 2012 itibarıyla yüzde 2,9 olarak  gerçekleştiğini anlatan Öztekin, şöyle konuştu:

“Son bir yıllık dönemde kurumsal/ticari kredilerin takibe dönüşüm oranı  0,4 puan, KOBİ kredilerininki 0,3 puan yükselirken; bireysel kredilerin takibe  dönüşüm oranı ise değişmemiştir. Eylül 2012 itibarıyla en yüksek takibe dönüşüm  oranı yüzde 3,4 ile KOBİ kredilerine ait iken, kurumsal/ticari kredilerin takibe  dönüşüm oranı yüzde 2,6, bireysel kredilerin takibe dönüşüm oranı ise yüzde 3,1  düzeyindedir. Son bir yıllık dönemde dikkat çekici bir düşüş gözlenmekle  birlikte, kredi kartları tüm kredi türleri içinde en yüksek takibe dönüşüm  oranına sahip olma özelliğini korumaktadır. Güncel verilere göre takibe dönüşüm  oranı yıl sonu ile karşılaştırıldığında kredi kartı alacaklarında yüzde 5,8'den  yüzde 5,5'e, konut kredilerinde binde 9'dan binde 8'e gerilerken; taşıt  kredilerinde yüzde 3,3 seviyesinde kalmış, ihtiyaç ve diğer tüketici kredilerinde  ise yüzde 2,6'dan yüzde 3,2'ye yükselmiştir.”

Bankacılık sektörünün kredilerden sonra en önemli plasman kalemi olan  menkul değerlerin son bir yıllık dönemde hem nominal hem de toplam aktifler  içindeki pay olarak azaldığını vurgulayan Öztekin, önceki yılın aynı dönemine  göre yüzde 3,6 oranında azalan menkul değerlerin, Eylül 2012 itibarıyla 277,9  milyar lira seviyesinde olduğunu dile getirdi.

Bankaların portföyünde bulunan menkul değerlerin yüzde 97,2'sinin kamu  borçlanma senetlerinden oluştuğuna dikkati çeken Öztekin, yabancı ülke devlet  tahvillerine yapılan yatırımın payının ise yalnızca binde 1 seviyesinde olduğunu  belirtti. Öztekin, Türkiye'de halen kamu borç stokunun yüzde 50,9'unun ise  bankalarca finanse edildiğini dile getirdi.

“Sektörde toplam mevduat son bir yılda yüzde 7,9 artarak 738 milyar  liraya ulaşmıştır”

Mevduatın, pasif içindeki yüzde 56,4 payı ile en önemli fon kaynak olma  özelliğini koruduğunu ifade eden Öztekin, bankacılık sektöründe toplam mevduatın  son bir yılda yüzde 7,9 artarak 738 milyar liraya ulaştığını anımsattı.
Türkiye'nin tasarruf eğiliminin, tarihin en düşük düzeyine gerilediğini  kaydeden Öztekin, “Bir bakıma kazanmadan harcar duruma geldik. Bu eğilimin  artması, krizlerde Amerika ve Avrupa'da olduğu gibi bizi de zor durumda  bırakabilir” uyarısında bulundu.
BDDK olarak Basel-III kurallarının uygulanmasına yönelik hazırlıkları  sürdürdüklerini söyleyen Öztekin, sektörde Basel III'e geçiş konusunda son derece  iyimser olduklarını da aktardı.

“Sektör karının artışında yükselen net faiz marjı belirleyici oldu”

Sektörün olumlu bir karlılık performansı sergilediğini hatırlatan  Öztekin, “Sektör karının artışında, faiz dışı gelir-gider dengesindeki  gerilemeye karşın, yükselen net faiz marjı belirleyici olmuştur. Yıllar  itibarıyla baktığımızda, ücret, komisyon ve bankacılık hizmet gelirlerinin toplam  gelirler içindeki payında kayda değer bir artış gözlenmemektedir” dedi.
Tüketiciyi mağdur eden uygulamalara karşı da, finansal tüketicinin  korunması gerektiğini düşündüklerini belirten Öztekin, “Bu çerçevede, halen  bankalarca uygulanan her türlü hizmetin ücreti, Kurumumuz internet sayfasında  yayımlanmaktadır ve tüketiciler ödeyecekleri masraf, ücret gibi tutarları  karşılaştırma imkanına sahiptirler. Biz Kurum olarak, söz konusu uygulamanın  bankalarca yapılan fiyatlamaların rekabet koşulları dahilinde makul düzeylerde  oluşmasına hizmet ettiğini düşünüyor ve umuyoruz” diye konuştu.

“Sektörün 2012 yılını yüzde 15 civarında bir kar artışı ile  kapatacağını öngörüyoruz”

Bankacılık sektörüne ilişkin öngörülerini de aktaran Öztekin, sözlerini  şöyle tamamladı:
“Biz sektörün 2012 yılını yüzde 15 civarında bir kar artışı ile  kapatacağını, 2013 yılında da sektör karının istikrarlı artış trendini  sürdüreceğini ve kredilerin artış hızının yüzde 14-16 bandında olacağını  öngörüyoruz. Kurum olarak, makro ekonomik göstergeleri ve hedefleri baz alarak,  oluşturulan öngörülerimiz ile olumsuz senaryolar altında bankacılık sektörüne  ilişkin stres testleri uyguluyor ve stratejilerimizi bu sonuçlara göre  şekillendiriyoruz. Dolayısıyla, sektöre ilişkin attığımız adımlarda, daima olumlu  ve olumsuz, her türlü olasılığı hesaba katıyoruz.”

 

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!