Oluşturulma Tarihi: Nisan 12, 2004 00:00
BANKACILIK Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), yeni Bankalar Yasası için, hiçbir çerçeve çizmeden, Bankalar Birliği’nden değişiklik önerilerini istedi. Onlar da geçen hafta önerilerini BDDK yönetimine sundu.BDDK Başkanı’nın dahil olduğu 5 kişilik komisyon bu önerileri inceleyip, yeni yasa tasarısında yer alacak maddeleri hazırlayacak. Bankaların istediklerinin dışında, AB normları, Basel Standartları’na uyumun, yanısıra mevcut sistemde aksayan yönleri giderici maddelerin de yasada yer alması bekleniyor. Banka sahipliği konusunun da artık netleşmesi gerekiyor...Yeni tasarıda BDDK’nın bağımsızlığını pekiştirici, siyasetin bankacılık sisteminden elini çekmesini sağlayacak maddelere de yer verilmesi lazım. Teknik bir kurum olan (olması gereken) BDDK’nın aldığı, örneğin bir bankanın Fon’a alınmasına ilişkin bir kararın yargı aşamasına da bu yasa ile netlik kazandırılmalı. Örneğin; bir bankanın Fon’a alınmasından sonra yapılacak itirazların en geç 3 ay içerisinde çözümlenmesi gerektiği maddesinin bu tasarıya girmesini bekliyorum.Halen Fon’a alınan bankaların eski sahipleri yargıya itirazlarda bulunup, bunlar aleyhine karar çıkartabiliyor. Bu karmaşanın giderilmesi, BDDK’nın aldığı kararların idari açıdan değil sadece hukuki açıdan doğru olup olmadığına bakılması gerekiyor. Aksi takdirde bankanın Fon’a alındığı tarihteki konjonktür de gözden kaçıyor, teknik konular Adalet Bakanı’nın bile yakındığı, bilirkişi mekanizmasında başka haller alabiliyor. Yargı süreci uzuyor, bankaların tasfiye ve satış süreci aksayıp zararları büyüyor. Devletin yükü daha da artıyor. Yeni yasa ile bu sakıncaların da giderilmesi lazım.Bir banka düşünün; 2001 krizinden büyük ölçüde etkilenmiş, aktifi donuklaşmış,
kredi portföyü geri dönmez olmuş, özkaynaklar negatife dönüşmüş, mevzuattaki sınırlamaları aşmak için idareyi yanıltıcı, hukuki durumu değiştiren ancak mali durumu değiştirmeyen işlemler yapılmış, bu işlemleri yaparken Grubuna ilave finansman imkanları sağlamış...Sonuçta zarar onlarca trilyonu, sermaye yeterlilik rasyosu olan yüzde 8’e ulaşmak için gereken miktar yüzlerce trilyon lirayı bulmuş. Sermaye negatife dönmüş, hakim ortak sermaye artırım planı verememiş, şubat krizine yüzlerce milyon dolarlık açık pozisyon ile girmiş. Gruba doğrudan kullandırılan krediler onlarca trilyon lirayı bulmuş. Kendi yatırım bankasına yapılan depo yüzlerce trilyona ulaşmış. Neredeyse tümü grubun off-shore bankalarına ve şirketlerine kullandırılmış.Özkaynaklarını kaybetmiş olan bu banka topladığı mevduatın önemli bir bölümünü yatırım bankasına, oradan da kendi grubuna aktarmış.Üstüne üstlük; grup ile banka arasında grup şirketlerinden bazılarının hisseleri tuhaf işlemlerle el değiştirmiş, grubun sattığı hisseler yüksek fiyatla, aldıkları düşük fiyatla olduğundan gruba kár yaratıldığı da ayrıca dikkat çekmiş.Yatırımını kaynaklarına göre yapmayan, açık pozisyonu olmadığını beyan edip, fiktif işlemler sonucu fiilen açık pozisyonda çalışıp buradan yüksek kár elde etmek isteyen, grubun uzun vadeli yatırımlarını bankanın zararına kısa vadeli mevduatla finanse etmek isteyen bankaların, yüksek zarar etmesinden kendi yönetim ve sahipleri sorumlu değil mi?İşte bu şartlarda bankası Fon’a alınmış bu Grup, şimdi tüm zararın kamu tarafından üstlenilip, sermaye tutarını alacak olarak talep edebiliyor. Buna imkan veren bir sistem olabilir mi? Bu kadar açık bir vakada, teknik yönü bilinmeden, hukuki değil de teknik yorumlara girmek imkanı olmamalı, bu durum düzeltilmeli.Bütçeyi, kesinleşmeyen kamu bankaları kárı kurtardıMALİYE Bakanı üç aylık bütçe sonuçlarını açıkladı ve faiz dışı fazla dahil büyük başarı sağlandığı belirtildi. Başarıda vergi gelirlerindeki artışın etkisi kadar, vergi dışı gelirlerin de etkisi oldu. Şubat sonuçları kötü çıkınca, Maliye’nin, henüz kesinleşmeyen kamu bankaları kárını genel kuruldan sonra alacağına, avans olarak mart ayında aldığı ortaya çıktı. Öyle küçük bir rakam da değil, 1.2 katrilyonluk kamu bankaları kárı, martta bütçeye dahil edildi.Vergi gelirlerindeki artışa gelince; herkes bunun Maliye’nin zorlamasıyla yapıldığını biliyor. Bir tür ‘salma’ yöntemi uygulanarak, herkesi zorlayarak matrah artırımlarına ve vergi tahsilatında artışa gidildi. Yani; vergide zorlama ile artış var. Bu verginin bir dahaki taksitlerinin zamanında ve aynen ödenip ödenmeyeceği belli olmaz. Bu durumdan IMF de dahil, herkes rahatsız. İleriye dönük bir sistem oluşturulması isteniyor ama Hükümet hep sistem kurmaktan yan çizip, sürekli yeni teşviklerle sistemi bozup, zorla ve dönemsel olarak vergi toplamayı tercih ediyor. Bunun, ilelebet sürecek bir denge olmadığı açık.Kamu bankaları kárlarına gelince. Henüz bu bankaların genel kurulları yapılmadığı halde Ziraat’ten 800 trilyonu aşkın, Halk Bankası’ndan da yaklaşık 350 trilyonluk kár alınıp bütçeye kondu. Olacak iş değil ama nisanda yapılması beklenen bu bankaların genel kurullarında eğer bu kárların Hazine’ye aktarılması kararı alınmazsa ne olur? Bu olacak bir iş değil, bu kararı alacak olan Hazine ama yapılan şeyin hoş olmadığı kesin. Maliye ‘oluşacak kára mahsuben avans olarak’ kamu bankalarından bunu alıyor. Bunun ötesinde Halk Bankası’nın kaynağı bulabilmek için mevduat faizlerini yukarı çektiği belirtiliyor. Yani ‘al çaka-yer çaka’ dönemine geri dönüyoruz. Bu bankalara fazla kağıt verildiğini, kárlarının mutlaka Hazine’ye alınması gerektiğini daha önce de yazdım. Bu kárın bütçeye alınması olumlu ama yöntemi hiç de ‘normal’ değil.Yapılan işlemi kamuoyu bilmeli, bütçe sonuçlarının neden iyi çıktığı açıkca görülmeli ki; gelecek hesapları sağlıklı yapılsın.Şeffaflık çağdaş anlayışın ürünüEĞER Hazine’nin eski yönetimi olsaydı, Bakan dinlemez, mutlaka yapılan işlemi açıklardı. Buradaki anlayış ‘kamuoyunun detay bilgiyi, çabuk alması’ olurdu. Sağlıklı bir piyasa ekonomisi için bunun ‘olmazsa olmaz bir şart’ olduğu bilinir, siyasetçiler istemese de, rakamlar detaylarıyla açıklanırdı. Sağlıklı bir piyasa ekonomisi, mümkün olduğunca çok verinin, hızlı, herkese eşit biçimde dağıtılmasından ve bu verilerin değerlendirilip piyasanın ona göre hareket etmesiyle oluşabilir. Birçok ülkenin saklanan, çarpıtılan veriler nedeniyle krizlere girdiğini gören IMF de bu şeffaflığa büyük önem veriyor. Eski bürokratlar IMF bastırmadan, çağdaş ekonomi yönetimi anlayışıyla zaten bunları kendiliğinden açıklardı. Ancak AKP’yle anlayış biraz değişti. Veri saklamak, gelişmeleri mümkün olduğunca dar bir kadro içinde tutmak, ‘gizlilik kültürü’nden gelen bu anlayışın sonucu olarak ortaya çıkmaya başladı. IMF’nin staff raporlarının yayınlatılmaması, borçlanma dahil programların geç açıklanması, önemli kararlara mümkün olduğunca dar kadro alınıp, işin niteliğinin uzmanların tartışmasıyla daha da artacağı gözardı edilerek, işler ‘mümkün olduğunca gizlilik’ içinde yürütülmeye başladı.
button