Oluşturulma Tarihi: Şubat 17, 2006 00:00
Reklam sektörünün önemli temsilcilerinden biri olan Haluk Mesci, basın ilanlarını basket maçına benzeterek ‘Basın ilanı bir reklamcının ve reklamverenin iyiyse çok iyi, kötüyse çok kötü olduğu ender alanlardan biri. Saha küçük, kötüyseniz hemen ortaya çıkar, uzun süre sahada kalma şansınız yoktur’ dedi.
REKLAMCILIK sektörüne ve genç reklamcıların yetiştirilmesine katkılarından dolayı Kırmızı Basında En İyiler Reklam Ödülleri’nde Hürriyet Özel Ödülü’nü alan Haluk Mesci, basın reklamlarını ‘basket maçına’ benzetti. ‘Saha küçük, kötüyseniz hemen ortaya çıkar sahada çok kalma şansınız yoktur’ diyen Mesci, basın ilanlarında ‘iyi’ olmanın zorunluluk olduğunu söyledi.
BASIN İLANI HER ŞEYİ BELLİ EDER: TV ve basın ilanları arasındaki farkı basketbol ile futbol maçları arasındaki farkla açıklayan Haluk Mesci, bu konuda şunları söyledi: ‘Futbol sahası geniştir, iyi oynayamayanın saklanacak çok yeri vardır. Ama basketbolda küçük bir sahadasınız, kötüyseniz hemen ortaya çıkar, sahada çok kalma şansınız yoktur. Bir yönetmen, televizyon reklamı ile, içi nispeten boş bir senaryoyu müzik ve montaj zoruyla yayınlanabilir hale getirebilir. Basında bunu yapmak daha güç. Çünkü reklamın en yalın iki halinden biri basında, diğeri de açık hava ilanlarında görülür. Reklamınınız neyi ve nasıl söylediği net değilse iyi olması mümkün değil. Basın ilanı bir reklamcının ve reklamverenin iyiyse çok iyi, kötüyse çok kötü olduğu ender alanlardan biridir. Radyo ve TV
reklamları için durum böyle değil.’
AZ, ÖZ, KAFA KARIŞTIRMAYAN: ‘Basın reklamlarında iyi olmak zorundasınız’ diyen Mesci, sunu ise şöyle açıkladı: ‘İyi olmak için de az, öz, kafa karıştırmayan, üslubu düzgün olan işler yapmalısınız. Basında soldan sağa, yukarıdan aşağı bir alanda, hareketiniz yok, görsel işitsel değilsiniz. Fakat sizi temin ederim, TV ve
sinema filmi kadar etkili olabilirsiniz bir basın ilanında. Mesleğe yeni başlayan gençlerin aklı fikri bir an önce büyük, hoş, onların tabiriyle ‘çarpıcı’ reklam filmleri yapıp mümkünse ödül almakta. Bence önce basın ilanını özümsemeleri, ellerini iyi alıştırmaları, bunun üzerine televizyon becerilerini geliştirmeleri daha iyi. Önce kavramsal düşünce, sonra bilgisayar başında bir şeyler üretmek gelmeli. Stok fotoğrafların karşısına geçip onun yarattığı çağrışımlarla bir iş çıkarıyorlar. Belli bir deneyimi kazanmamış reklamcının önüne reklam düşündüğü yazdığı sırada bilgisayar konmamalı.’
SEKTÖR YARIŞMAKTAN HOŞLANIYOR: Mesci, ‘Sektör hem işleriyle ilgili yarışmalara girmekten hoşlanıyor hem de yarışma sonrası kazanamayınca bir küskünlük dönemi yaşıyor’ derken, reklamcıların ödüllere bakış açısını şöyle aktardı: ‘Yarışma denince tüm antenler dikiliyor. Fakat sonunda yine de giriliyor. Kırmızı’nın en büyük faydası, basın ortamında yayınlanan ilanlar konusunda bir odaklanma sağlaması. Önemli olan yaratıcı ekiplerin her zaman yaptıkları işin ticari sonuçları dışında bir zanaat kaygısı, estetik, mesleki kaygı, bireysel bilinç kaygısı duymaları. İşin biraz da reklamcıların kendileri için yaptıkları bir yanı var. Yarışmalar en çok buna yarıyor. Çünkü, o ilan o yarışmaya girmeden önce yayınlanmış ve ticari faaliyetini gerçekleştirmiş oluyor, asıl yarışma zaten pazarda yaşanıyor. Ama diğer yanda yaptıkları işin hesap verebildiğini, beğenildiğini, meslektaşlarınca takdir edildiğini görmek onlar için başarının ifadesi.’
Reklamcılıkta rönesans ihtiyacı varİKİNCİ kuşak Türk reklamcıları arasında önemli bir yeri bulunan Haluk Mesci, mesleğe 1973’te Manajans’ta başladı. Birleşik Reklamcılar, Markom, Klan ajanslarını kurdu, yönetti, devretti. Halen iki kurucusundan biri olduğu Mahi Mahi Markalaştırma Hizmetleri’nde çalışıyor. ODTÜ İşletme Bölümü’nde, İzmir Ekonomi Üniversitesi Reklamcılık ve Halkla İlişkiler Bölümü’nde reklamcılık dersleri veriyor. 33 yıllık deneyimine bakarak sektörün önemli bir yol katettiğini anlatan Mesci, ‘Türk reklamcılığında bir Rönesans’a ihtiyaç var’ derken, bunu şöyle açıkladı:
Reklam düşünen, üreten, yayınlayan herkes; yaptığı işi, ne gibi gibi şeyler kullandığını, önüne çıktığımız kişilerin karşısında ne durumlara düştüğünü düşünüp, aslında bu toplumun ticari-sosyal, tüketim hayatına, zevklilik düzeyine, Türkçe’yi kullanışına pekala katkıda bulunabilir. Bunu söyleyen sadece ben değilim. Gençlerin aklı başında olanları da aynı fikirde.
Bugünün bütün olanaklara rağmen, yetişmiş ve yetişmekte olan elemanlara, reklamverenin profesyonel yöneticilerle çalışabilmesine, Türkiye’nin ekonomik sistemiyle, altyapısıyla, internet olanaklarıyla dünyayı yakalamasına rağmen, içeriğe, en basit örnekle Türkçe’nin kullanımında düşülen hatalara baktığınızda çok geride olduğunu görürsünüz.
Bu şuna benziyor; çok güzel bir
yemek geliyor önünüze, renkler muhteşem, görüntüsü son derece dekoratif, ama yediğinizde anlıyorsunuz ki lezzeti yok. Bu Rönesansas’ta muhtemelen basın ilanları başı çekecek. Reklamcılığımızın basılı mecralardaki özenli, özgün, doğru ve etkin Türkçe kullanımından başlayarak yeniden yapılandırılmasını hayal ediyorum.
Kırmızı, başarı için yeni bir neden
HALUK Mesci, Kırmızı için ise ‘Kırmızı’yı Hürriyet’in yapıyor olması, işin saygınlığını ve kurumsal önemini ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla tabii ki sektöre katkısı oldu ve olmaya devam edecek. Reklamcıların artık başarılı olmak için bir nedeni daha var’ dedi. Mesci, Kırmızı Basında En İyiler Reklam ödüllerinde Hürriyet Özel Ödülü’nün kendisine verilmiş olmasını ise şöyle değerlendirdi: ‘Hayatta çok ödül kazanmışlığım yok. Sağolsunlar şeref vermişler. Ödül hoş bir duygu yaşattı. Aslında, yaptığım belli bir deneyime ulaşmış herkesin yapması gerekenler. Farklı ne yaptım? ODTÜ’de paslaşma, akademik disiplin, sonraki nesillerle ilişki gibi şeyler kazanmış olmalıyım mutlaka.’