Güncelleme Tarihi:
Avrupa’daki borç krizinin sistemik bir hale geldiğine dikkat çeken Akkurt, bu dönemde küresel ekonomide, Türkiye de dahil olmak üzere merkez bankalarının omuzlarındaki yükün arttığına dikkat çekti.
Akkurt, Avrupa’daki borç sorunun daha kötü bir hal alması durumunda, Avrupalı bankaların Türkiye’deki varlıklarını azaltma seçeneğini değerlendirebileceğini de belirtti.
İşte Ziya Akkurt’un hurriyet.com.tr’ye özel röportajı:
Küresel ekonomide, özellikle euro bölgesinde devam eden borç krizi nedeniyle, Avrupa merkezli bir bankacılık krizi olacağından endişe ediliyor. Böyle bir şeyin gerçekleşeceğine inanıyor musunuz?
Son dönemde yaşanan gelişmeleri değerlendirdiğimizde Avrupa’daki kamu borcunun sistemik bir sorun haline geldiğini görüyoruz.ABD ve Avrupa’daki yüksek kamu borcu, Avrupa bankacılık sisteminin karşı karşıya kaldığı ülke riskleri ve siyasi karar alma sürecindeki güçlükler Ağustos-Ekim başı arasında dünya piyasalarında çalkantı yaşanmasına yol açtı. Artan belirsizlikler, riskler ve riskten kaçma eğilimiyle gelişen ve gelişmekte olan ülkelerin piyasalarında düşüşler yaşandı.
Akbank olarak bu durumda nasıl hareket edilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Ekonomik sorunların çözümüne yönelik orta vadede her ülkenin kendi koşuluna göre farklılık gösterecek bir mali uyum programına ihtiyaç var. Ancak - IMF’nin de belirttiği gibi - mali uyum çok hızlı gerçekleşemiyor çünkü hızlı mali uyum beraberinde büyümeye yönelik riskleri getiriyor. Gelişmiş ülkelerde de siyasi açıdan çıkmazlar bulunuyor. 17 parlamentolu Euro Bölgesi’nde ve fikir ayrılığı yaşanan Amerikan Kongresi’nde sorunların çözümüne yönelik genişlemeci mali politikaların uygulanması için hızlı karar alınamıyor.
Bu durum ekonomideki genel güven ortamını da etkiliyor. Risklerin sürmesi harcamalarda kısıntıya gidilmesini beraberinde getiriyor. Bu süreçte de merkez bankalarına daha fazla sorumluluk ve yük düşüyor. ABD ve Euro Bölgesinde çok düşük faizler, sağlanan likidite destekleri ekonomileri canlandırmaya, kredi akışını yeniden sağlamaya yetmedi. Zira, risklerden dolayı bu likidite tekrar merkez bankasında biriktiriliyor.
“BANKACILIK KRİZİ KÜRESEL EKONOMİ İÇİN BÜYÜK TAHRİBAT OLUR”
Sonuç olarak Euro Bölgesi ve Amerika’da çözüme yönelik siyasi iradenin tam anlamıyla sağlanamaması ve karar süreçlerinin yavaş kalması sebebiyle belirsizlik ve risklerin çok yükseldiği bir dönemden geçiyoruz. Bu süreçte de merkez bankalarına daha fazla yük bindi. Genişlemeci para politikaları varlık fiyatlarını desteklemesine rağmen kalıcı bir toparlanma sağlayamadı. Dolayısıyla endişeler sürüyor. Ancak Avrupa kaynaklı bir bankacılık krizi küresel ekonomi açısından çok büyük bir tahribat olur. Gelinen bu noktada küresel ekonomik durgunluğun kararlılıkla çözüme ulaştırılması hem euro bölgesindeki hem de diğer gelişmiş ülkelerdeki otoritelerin sosyal sorumluk projesi haline geldi. Küresel ekonomideki tıkanıklığın aşılamaması birbiriyle entegre, iç içe geçmiş ekonomilerde ve ülkelerde çok daha büyük sosyal sorunları da beraberinde getirebilir.
Avrupa krizin önüne geçmek için önlemler almaya devam ediyor. En son EFSF’yi (Avrupa Kurtarma Fonu) genişletme kararı aldılar, bunların etkili olacağını düşünüyor musunuz?
Avrupa Birliği liderleri geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirilen toplantılarda bazı çözüm önerilerinde uzlaştılar. Ancak gelinen noktada Avrupa’daki borç sorununun daha da büyüdüğünü ve diğer ülkelere de bulaştığını görüyoruz. Ağırlaşan finansal sorunlar bazı Avrupa ülkelerinde siyasi çalkantıya ve hükümet değişikliklerine neden oldu.Risklerin ve belirsizliklerin sürmesi piyasalarda ve kurlarda görülen dalgalanmanın devam etmesine yol açıyor. Son dönemde diğer piyasalardan pozitif yönde ayrışan Amerikan piyasaları bile Avrupa’daki sorunlardan giderek daha fazla etkilenmeye başladı
“DALGALI DENİZLERDEKİ RÜZGAR TÜRKİYE’NİN YELKENİNİ DOLDURUYOR”
Gelişmelerin Türkiye’ye etkilerini değerlendirdiğimizde, ekonomimizin de belirli ölçülerde dış kaynaklı bu sistematik sorunlardan ve risklerden etkilendiğini görüyoruz. Ancak bu dalgalı denizlerde rüzgar Türkiye’nin yelkenlerini dolduruyor. Kamu borçluluğumuz borç sorunu yaşayan ülkelere kıyasla düşük seviyelerde, mali disiplin ve istikrar devam ediyor. Bugün Türk bankacılık sektörü uluslararası yatırımcıların odağında, herkesin övgüyle bahsettiği bir konumda bulunuyor. İzlenen risk odaklı ve ihtiyatlı yaklaşımın sektörümüzü gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde sıkıntılar yaşayan bankacılık sektörlerinden nasıl ayrıştırdığını memnuniyetle görüyoruz. Bankacılık sektörümüz 2008’den bu yana yaşadığımız bu zorlu dönemde de ekonomimize ve reel sektörümüze finansman kaynağı sağlamayı, ülkemizin büyümesini desteklemeyi sürdürüyor. Dinamik iç piyasalara sahip Türk ekonomisi büyümeye devam ediyor. 2011’i %7-8 arası büyümeyle kapıyoruz. IMF tahminleri 2012’de % 2.5 seviyesinde bir büyümeyi işaret ediyor. Bu oran düşük gibi görünse de Avrupa Komisyonu’nun Euro Bölgesi için 2012 büyüme tahmini % 0.5 olarak açıkladığını hatırlatmak isterim. Türkiye’nin büyüme tahmini Avrupa için öngörülenin 5 katı seviyesinde. Uluslararası ekonomide ve finansal piyasalarda her zaman çalkantılı dönemler yaşanacak. Önemli olan trend olarak, temel ekonomik göstergeler olarak nerede bulunduğunuzdur. Bu çalkantının sonunda daha fazla para girişinin, yabancı yatırımın ve büyümenin adresi yine Türkiye olacak.
Türkiye’nin büyümede istikrar yakalaması için ne yapması gerekiyor?
Ekonomimizde bazı iyileştirme alanları da mevcut. Ülkemizin son yıllardaki başarılı performansını sürdürülebilir kılmak için Türkiye’nin büyüme modelinde farklı bir yaklaşıma, yeni bir yapıya geçmeliyiz. Önümüzdeki dönemde de büyümedeki istikrarımızı sürdürmek için kredi ve yüksek tüketime bağlı büyüme modelinden yüksek tasarruf ve yüksek yatırıma dayalı büyüme modeline geçmemiz kritik önem taşıyor. Yaşanan son krizde Doğu Asya ülkelerinin gösterdiği başarının ardında da bu model yatıyor. Yüksek tüketimin cari açık üzerindeki olumsuz etkisini hep birlikte görüyoruz. Hızlı ve istikrarlı büyüme temposunu yakalamamız için tasarrufların ve yatırımların milli gelir içindeki payını artırmamız gerekiyor. Diğer yandan bu dönem ekonomimizde katma değeri daha yüksek, orta ve yüksek teknoloji ürünlere yönelik üretimin yaygınlaştırılması için de bir fırsat, geçiş dönemi. Bu dönüşümü gerçekleştirdiğimiz ölçüde uluslararası ticaretteki payımızı yukarılara taşıyacağız. Yurtdışındaki Türk işadamlarımızın sayısı ve gücü artıyor. Türk şirketlerinin bölgesindeki faaliyetleri genişliyor. Sahip olduğumuz istikrarı ve disiplini sürdürmemiz halinde önümüzdeki dönemde uluslararası ticaretin haritasını Türk markaları çizecek.
Kredi derecelendirme kuruluşları Avrupa’daki birçok bankanın notunu indirdi. Bankalar binlerce kişiyi işten çıkardı. Özellikle İtalya merkezli bankaların hisse senetlerinde yüzde 40’lara varan değer kayıpları yaşandı. Bütün bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Olası bir kriz durumunda, bu Türkiye’yi nasıl etkiler?
Avrupa bankalarının hisse senetlerinde değer kayıpları oldu. Birçok bankanın kredi notu indiriliyor ya da negatif izlemeye alınıyor. Euro Bölgesi’ndeki finansal sistemin birbiri ile yüksek derecede bağlantılı olması ve bankaların bilânçolarında diğer Avrupa Birliği ülkelerinin risklerinin yüksek olması bu çalkantıları tetikliyor.
Bankacılık sektörü açısından bakıldığında Türk bankalarının yurt dışındaki risklerinin düşük olduğunu görüyoruz. Türk bankalarının yurtdışında toplam riski 23 milyar dolar seviyesinde bulunuyor. Bunun 1,9 milyar doları PIIGS (Portekiz, İrlanda, İtalya, Yunanistan ve İspanya) ve Fransa’yı kapsıyor. Avrupa bankalarının Türkiye riski 162 milyar dolar seviyesinde bulunuyor. Yunan bankalarının 31 milyar dolar; Fransız bankalarının ise 27 milyar dolar. Ancak yabancı bankalar AB borç krizinden ötürü zor duruma düşerse Türkiye risklerini azaltma seçeneği gündeme gelebilir.
Türkiye’de özellikle 2001 krizinden sonra atılan adımların ardından bankacılık sektörünün gücü herkes tarafından takdir ediliyor. Yabancı ekonomistler başta olmak üzere. Olası bir krizi kaldırabilecek güçte miyiz?
Türkiye’de bankacılık sektörü etkin düzenleme, denetim ve sıkı risk yönetimi sonucu krizlere karşı daha sağlam ve güçlü bir konumda bulunuyor. 2009 krizinde bankacılık sektöründe kredilerin takibe dönüşme oranı yüzde 5,4’e kadar yükselmişti. Halihazırda oran artan kredi portföyü ile birlikte yüzde 2,8 seviyesine kadar geriledi. Sektörde yabancı para cinsi kredilerin toplam krediler içerisindeki payı yüzde 30 ile düşük seviyelerde. Hane halkının döviz cinsinden borçluluğunun olmaması kurdaki dalgalanmalara karşı kırılganlığı azaltıyor. Ayrıca bankacılık sektörünün sermaye yeterlilik rasyosu % 16,4 ile yüksek. Bu rasyo yasal ve hedef rasyoların oldukça üzerinde seyrediyor. Ayrıca sektörümüz düşük kaldıraç oranı ve yüksek likidite oranları ile risklere karşı daha dayanıklı bir konumda bulunuyor.
Türkiye’de bankalar, Avrupa’da yaklaşan krizi hissedip, önceden önlemler almaya başladı mı? Verilen kredilerin azalması, kredi kartlarına getirilen kısıtlamalar bunun bir göstergesi olabilir mi?
Merkez Bankası global istikrara yönelik tehditleri ve bunların yaratabileceği etkiyi önceden gördü. Ekonomimizdeki borçluluk oranlarının, cari işlemler açığının sürdürülebilir seviyelerde kalmasını sağlamak amacıyla proaktif şekilde kredi büyümesini sınırlayıcı önlemler aldı. Merkez Bankası’nın yanında BDDK’nın Haziran’da aldığı önlemlerin sonucunda da kredi büyümesi belirgin bir şekilde hız kesmeye başladı. Merkez Bankası tüketici kredilerindeki artış son haftalarda %11’e kadar geriledi.
Sonuç olarak tüm kurumlar eşgüdümlü ve proaktif hareket ettiler. Merkez Bankası küresel ekonomideki yavaşlamanın Türkiye’ye etkilerini azaltmak için faiz indirimine gitti ve bozulma devam ettiği sürece bütün politika araçlarını genişletici yönde kullanacağını yineliyor. Alınan tedbirlerin doğru yönde olduğu görüşündeyiz.
Döviz kurunda iç piyasada ciddi hareketlenmeler var. Dolar başta olmak üzere döviz dolar karşısında ciddi değer kazandı. Bunun temel nedeni sizce nedir? Bundan sonraki seyir nasıl olur? Sizce MB, dolar ve diğer dövizdeki yükselişin önüne geçmek için neler yapmalı?
5 Kasım’dan beri Türk Lirası tedrici bir şekilde değer kaybediyor. Bu çalkantılı döneme TL'nin değer kaybederek girmesi ihracatın artışı bakımından bize bir avantaj sağladı. Merkez Bankası, döviz sepeti 2.16 TL’yi gördüğü zaman sepetin olması gerekenin yüzde 5 veya yüzde 10 üzerinde olduğunu belirtmişti. Bu 1.95 TL ile 2.05 TL arasında bir seviyeye işaret ediyor. Geçtiğimiz günlerde döviz sepeti 2,23 TL’nin üzerine kadar çıktı. Merkez Bankası döviz satım ihalelerini önemli ölçüde artırdı ve kura doğrudan müdahale etti. Buna rağmen Merkez Bankası TL’deki aşırı değer kaybı ve son dönemde yapılan vergi ayarlamaları nedeniyle yıl sonu enflasyon tahminini yükselterek para politikasında sıkılaştırmaya gitti. Merkez Bankası ayrıca açık piyasa işlemleri çerçevesinde piyasa yapıcısı bankalara repo işlemleri yoluyla tanınan borçlanma imkânı faiz oranını artırdı. Merkez Bankası’nın borç alma faiz oranını yükseltmesi ve para politikasını sıkılaştırıcı yönde değiştirmesinin arkasında döviz kurundan gelen enflasyon baskılarının, enflasyon beklentilerini ve görünümünü bozmasını engellemek bulunuyor.
Diğer yandan, Merkez Bankası’nın TL zorunlu karşılıklarda sınırlı indirime gittiğini de görüyoruz. Alınan kararlar, bankaları maliyet kanalından olumlu etkileyecek, bankacılık sektörünün fonlama ihtiyacını azaltarak likiditeyi destekleyecek. Ayrıca Merkez Bankası’nın döviz rezervleri de artış gösterecek.
Bankalara repo yoluyla kullandırılan gecelik fonlamaların etkinliği de artırılıyor. Bu bağlamda parasal sıkılaştırma ve genişletme ekonomik ve finansal gelişmelerin seyrine bağlı olarak günlük sıklıkta yapılabilecek.
Merkez Bankası risklerin ve belirsizliklerin devam ettiği bir dönemde elinde birden çok politika aracı ile gelişmelere göre gerekli önlemi alıyor. Piyasanın olumlu geliştiği ve enflasyon tehlikesinin azaldığı durumlarda faizler indirilirken tersi durumlarda faizler üst sınırda tutulacak.
Merkez Bankası ise dolardaki yükselişin önüne geçmek için döviz cinsinden munzam karşılıkları azaltma kararı aldı. Bu hamlenin bankaların kârlılığı açısından yerinde bir karar olduğu fikrine katılıyor musunuz?
Merkez Bankası bu yolla bankalara likidite sağlayarak piyasadaki döviz ihtiyacını azaltıyor ve dövizin bankalar için maliyetini aşağı çekiyor. Ayrıca bankalar serbest bırakılan bu kalemden diğer aktiflerine yatırım yapma imkanı da bulacak. Bu nedenle Merkez Bankası’nın kararı karlılığa olumlu yönde katkı sağlıyor.
http://www.twitter.com/yukselgocmez